Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '07

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Uludağ'da yaz günleri

Uludağ'da yaz günleri
 

Uludağ "ulu" olmasından başka dağların en cömert krallarından biri gibidir de. Batı Anadolu’nun, hiç değilse Kuzeybatı Anadolu’nun en yüce ve en güzel dağı olduğu tartışmasız bir gerçektir. Kış mevsiminde Türkiye’nin kayak merkezi olduğunu ve kar manzaralarının eşsiz güzelliğini herkes zaten çok yakından biliyor. Gitmeyenler bile posta kartları, TV'ler ve magazinlerden tanıyorlar Uludağ'ın kış günlerini. Ancak Uludağ'ın diğer yüzünü, yani yaz mevsimin herhalde sadece Bursalıların tanıdığını sanıyorum. Ben de şanslıyım, Uludağ'la yaz mevsiminde tanıştım. Uludağ, dağ yürüyüşleri, kamp ve piknik alanı olarak ta eşsiz güzellikte. Dahası Uludağ bir doğa cenneti, gerçekten cömert bir flora merkezi gibi geldi bana. Zaten Türkiye'nin ilk doğal parklarından biri ilan edilmesi de sanırım bu nedenle olsa gerek.

Ülkemizin sıcaktan kavrulduğu geçen hafta, 24-28 Haziran 2007 tarihlerinde Türkiye'nin yem sanayicileri ve hayvan besleme uzmanları 4. Hayvan Besleme Kongresi'nde Uludağ'da buluştu. Ben de yem güvenliği için izlenebilirlik sistemi konulu bir konuşma yapmak üzere oradaydım. Kongre sebebiyle Bursa’ya hem de Uludağ’a ilk ziyaretimi gerçekleştirip serin bir keyif yaşama fırsatı bulmuş oldum. Ama Kongre katılım kadar Uludağ'ı anlamak ve keşfetmekten de büyük keyif aldım. (Böylesine çıldırtan sıcak bir haftada Antalya yerine Uludağ'ı seçmek muazzam bir isabet, daha doğrusu tesadüftü. Bu nedenle Şakir Doğan Tuncer hocaya ve Uludağ Üniversitesi'nden organizasyon komitesine teşekkürü borç bildiğimden bu satırları yazmadan geçemezdim).

Benim gibi oralara ilk kez giden birinin verdiği bilgilerin doğruluğu tartışılır ama Bursa'dan Uludağ’a iki yoldan ulaşabiliyorsunuz. Birinci seçenek ve kendi aracınızla geliyorsanız tek seçenek 34 km civarında bol dönemeçli asfalt yolu tüm güzelliklerini görüp soluyarak tırmanmak. İkincisi ise 20-25 dakikalık kısa bir teleferik yolculuğu yapmak. Uludağ’a çıkan taksi ve minibüs dolmuşlar Tophane civarından kalkıyorlar. Teleferik ile çıkmak isterseniz Bursa’nın Heykel olarak bilinen ünlü Atatürk Anıtı’nı geçtikten sonra hemen sağa dönüp dolmuş istasyonuna ulaşmanız gerekiyor. Garajda bir taksi dolmuşa binip Teferrüç adı verilen teleferik istasyonuna ulaşıyorsunuz. Ancak dikkat! Pazar günüyse ve havalar da çok sıcaksa bizim düştüğümüz hataya düşmeyin. Geçtiğimiz Pazar günü o kadar insan Uludağ’a çıkmaya karar vermişti ki yaklaşık 1 saati dışarıda güneş altında ve 1 saati içerde havasız bir ortamda olmak üzere 2 saat teleferik sırası bekledik. Teleferik 15 dakikada bir geliyor ve tıka basa 35-40 kişi alıyordu. Tam sinirlerimiz bozulmak ve sabrımız tükenmek üzereyken teleferiğe bindik. Yükseldikçe Bursa’nın manzarası harika oluyordu, ancak kalabalıktan etrafınızda değil dönmek ve manzarayı izlemek için birkaç cm boşluk yakalamanız bile imkansız gibiydi. Hangi yana dönseniz bir çift gözle karşılaşıyordunuz. Nihayetinde 20-25 dakika sonra Sarıalan denilen ikinci ve son istasyona ulaştık. Bir minibüs dolmuşa binip 10-15 dakika sonra ise Oteller Bölgesi denilen 1865 m rakımlı bölgeye ulaştık.

Otelimize yerleştikten sonra hemen kısa bir gezintiye çıktık. Oteller Bölgesi’nin doğusunda, daha doğrusu 2. Oteller Bölgesi adıyla da anılan ve resmi olarak “Gelişim Bölgesi” denilen alanda asfalt yol boyunca ilerleyerek Çobankaya kamp ve piknik alanına ulaştık. Yol kenarlarındaki ladin ağaçlarının görüntüsü muhteşem, tam anlamıyla büyüleyici bir atmosfer sunuyordu. Yol kenarlarında her adım başı değişik bitkilerin çiçekleri göz alıcı renklerin her türlüsünü sunuyorlardı. Özellikle mor ve sarı renklerin hakim olduğu bir zaman olmalıydı bu sıralar. Sarının tüm ihtişamını sergileme iddiasında olan adaçayıgiller, kokulu kekikler, sütleğenler, düğünçiçekleri ve özellikle de mor menekşeler her adım başında yolunuza serpiliyordu.

Türkiye’nin her tarafının 40-45 derece sıcak ile kavrulduğu bu hafta Uludağ’da bile sıcaklık 30-35 derece civarında olduğundan gezimizi kısa kesip otelimize döndüğümüzde Uludağ’ın bizi daha fazla yoracak güzelliklerine davet aldığımızın farkındaydık.

Ertesi gün, Oteller’den Sarıalan’a, yaklaşık 7-8 km yürüdük. Oradan telesiyej ile Çobankaya’ya geçtik. Çobankaya’da ulaşınca Güneye doğru 1 km civarında bir yürüyüş yaparak Bakacak denilen bölgeye ulaşırsınız. Buradan Bursa’yı seyretmek gerçekten doyumsuz oluyor. Hele karşı yamaçlarda ladin yoğunluklu ormanlarda, göknarlar ve meşeler dengeli bir karışımlar yeşilin muhtelif tonlarından görsel zevkler sağlıyor. Hele aralarda sarımsı bir yeşille abartılı biçimde kendini gösteren kestanelerin görüntüleri müthiş bir haz veriyor insana. Haziran ayının sonları Bursa kestanelerinin çiçeklenme mevsimi. Kestane çiçeklerinin yoğun ve farklı kokusu ladinlerin çamsı, reçinemsi kokusunu bile bastırıp yükseklere ulaşıyor.

Bakacak’tan Çobankaya’ya ve oradan Oteller’e daha 3-4 km bir yol var. Dönüşte zaman zaman orman içine giriyor, zaman zaman yeşil alanlarda yürüyerek keşifler yapıyoruz. Sanki Uludağ’a ilk gelen bizmişiz gibi her bulduğumuz bitkiyi inceliyor, her gördüğümüz çiçeğin fotoğrafını çekiyoruz. Havanın sıcak olması ve yolun uzun olması bile keyfimizi bozmuyor. Çektiğimiz çiçek fotoğraflarının sayısı 200’ü çoktan geçti. Bu mevsimde bu kadar çiçekli bitkiyi aynı anda, aynı yerlerde göstermek Uludağ’a özgü olsa gerek. Orman içinde, yamaçlarda bu yılın küresel ısınmasına inat akan küçük pınarları ve derecikleri keşfediyoruz. Ancak özellikle yola yakın yerler piknikçilerin çöplüğü gibi bırakılmış. Pet şişeler, naylon poşetler, kemik kırıntıları, teneke kutular her yanda. Sadece üzülüyoruz. Ne kadar acı veren bir kültürsüzlük bu!

Dahası var! Hem de bir an önce önlem alınması gerekli bir çevre kirliliği keşfettik. Kartanesi adında otele yakın bir yerden vadiye inip aşağıdaki dereyi keşfetmek istiyoruz. Amacımız sucul bitkileri de fotoğraf listemize almak. Küçük dar patikalardan aşağıya iniyoruz. Dere kenarına yakın patikalar kayboluyor. Çalılar arasından sıyrılıp dereye ulaşıyoruz.

Ama bunlar da ne böyle? Dere yatağı kırmızı petrol varilleriyle dolu. Görebildiğimiz alanda 5 tane varil sayıyoruz. Kim bilir, daha aşağılarda kaç tane vardır? Varillerin üzerlerinde herhangi bir işaret veya yazı yok. Yukarıda inşaatlarda kullanılan bazı malzemeleri taşıyan bu varillerin yüzlercesini dere yatağına atıldığı açıkça ortada. Allah korusun! İnşallah içinde sadece mazot taşınmıştır diye dua ediyoruz. Şu mantığa bak! “Su alır, götürür”. Evet, götürebildiği kadar götürmüş. Bu derenin adını bilemiyorum. Ama şunu söyleyebilirim. Oteller Bölgesi’nin hemen kuzeyinde ve doğusunda bulunan kaynaklarla besleniyor. İndiğimiz yerde cam gibi suyun içinde ne varili olduğu belli olmayan onlarca varili görmek bizi kahretti. Varilleri gördüğümüz nokta yukarılardan görülmesi olanaksız bir yer. Böyle bir rezaleti görmek için meraklı olup bizim yaptığımız gibi oralara inmeniz gerekiyor. Belki de varillerden başka oraya inen insan ayakları sadece bizimkilerdi. Buradan ihbar ediyorum. Milli Park’ın yetkilileri de görse iyi olur. Bir de otellerin arıtmaları var mı bilemiyorum. Ama tam bu dereye akan yerlerden ulaşan pis koku arıtma filan olmadan atık suların Uludağ’ın zirvesi’nden doğan kaynaklarla buluştuğunu haber veriyor sanki.

İçiniz karardı, değil mi? Suyun bir damlasının bile çok kıymetli olduğu bir zamanda böylesine bir ortamı, hem de neredeyse 2000 m yükseklikte insan eliyle kirletmenin ne kadar acı olduğunu söylemeden geçmek olmazdı. Neyse, güzelliklere dönersek, varillerle temas eden kenarlarında bile dere 5 tür düğünçiçeği güzelliği sunmayı ihmal etmedi bize. Torosların Bolkar’ında gördüğüm parlak sarılardan başka kırmızı-turuncu olanları ilk kez bu dereciğin kenarında gördüm. Onları inceleyip yakında günlüğümde tanıtacağım. Ayrıca başka ilginç güzeller de keşfettim bu derecik boyunca. Dereyi geçip Oteller Bölgesinde ring yolun altındaki yamaçtan tırmanmaya başladık.

Bu ziyaretimizde çok istememize rağmen zirveye çıkamadık. İki kez Cennetkaya, Fatin Tepesi, Kuşaklıkaya Tepesi güzergâhından Zirve Tepesi’ne ulaşmayı planladık. Her sabah kalkıp karşıya baktığımda Zirve Tepesi “Hadi gel” deyip durdu. Fakat hem kongreyi izlemek durumundaydık hem de dağ yürüyüşü için donanımlı gelmemiştik.

Uludağ’da çok güzel üç gün geçirdik. Bursa’ya dönüşümüzü karayolundan inerek yaptık. Yol üstünde yükseklerin ladinleri Kirazlıyayla’ya ve doğal parkın girişindeki Karabelen'e yaklaşırken yerlerini dev gövdeli kızılçamlara bırakmaya başlıyordu. Daha sıcak seven bitkiler, çiçekler ve de Kirazlıyayla’nın henüz kızıla çalmaya başlamış kirazlarıyla süslü kiraz ağaçlarının görüntüleri eşlik ediyordu bize. Bursa’dan çıkıp Mudanya’ya doğru ilerlerken Bursa'nın arkasında yükselen Uludağ'a tekrar baktım. Uludağ uzaktan nefti yeşil, sisli bir grilikle ihtişamlı duruşuyla el sallıyor ve güle güle diyordu sanki.

Uludağ’ın kış yüzünü herkes bilir, görür. Belki de zaten gittiniz oralar. Ama bir de bahar ve yaz aylarında da gezinmenizi tavsiye ederim. Hem serin ve taze bir hava, hem de yüzlerce değişik çiçek ve bitkiyi keşfedip doğanın kucağında yaşamak için yapmalısınız bunu. Sabah ve akşamları bir ladinin gölgesinde kuş sesleriyle kendinizi dinleyerek dinlenmeniz için.

Esen kalın, esintili kalın.

Fotoğraf: Çobankayalar'dan Zirve Tepesi'nin görünümü.

 
Toplam blog
: 32
: 2489
Kayıt tarihi
: 23.05.07
 
 

çevre ve ekosisteme gönül vermiş, doğada dolaşan, doğayı seven ve doğanın dilini öğrenen ..