Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ocak '16

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Uzak-yakın yüzler

Uzak-yakın yüzler
 

Yüzler, dostlar...


Öykülere ne kadar yakınız, ne kadar uzağız?
 
Her insanın kaç öyküsü vardır? Kaç öykü bir insanı gerçekten yakalayabilir? "İşte bu gerçekten benim öyküm, işte şimdi anladım yaşamanın ve evrenin ne olduğunu, işte şimdi anladım kim olduğumu" dedirtebilir?
 
İnsanı gerçekten yakalayan öykü aşk mıdır? Ancak onu bulup yazınca mı evren, geçmiş ve gelecek anlam kazanır, bugünü yaşamak tarihin en büyük güzelliği mi olur?
 
İnsan ancak aşkı bulunca mı yaşadığını, evrenin bir parçası olduğunu anlar, bunun inanılmaz güzelliğini hisseder, tüm kötülüklerden uzaklaşır, nefreti ve öfkesi biter, doğanın en akıllı dostu olur?
 
Yoksa yüzyıllar boyunca yazılmış ve bugün çok daha fazlası hızla yazılmakta olan yüz öykülerinden kendisine en yakın olanları okumaya, anlamaya, yaşamaya başlayınca mı bir anlam kazanır yaşam?
 
....
 
Yüz Öyküleri düşüncesi aklıma ne zaman düşmüştü, bilmiyorum. Belki İnternet dünyasının hareketli sularında beceriksizce dolaşmaya çalışırken de aklımın bir köşesinde duruyordu ekranımda görünüp her an dokunabileceğim yakınlıkta duran, ama gerçek anlamda hiçbir zaman kolayca aradaki uzaklıkları kıramayacağım yüzlerin öykülerini yazmak.
 
Belki o öyküleri yazarken uzak görünen yüzlere aslında ne kadar yakın olduğumu anlamak.
 
Daha da önemlisi, belki onların da beni biraz daha yakınlarında hissetmelerini sağlayabilmek. Toplumsallaşan insanın gelştikçe içine düştüğü dayanılmaz yalnızlık duygusundan az da olsa kurtulabilmek.
 
Ama Yüz Öyküleri'nin kayıtlı başlangıcının aşağıdaki mesaja dayandığını söyleyebilirim:
 
"Lalabey Paylaşım, Dergi Sanat, Sanatlog; Teşekkürler Yeni Dostlarım..."
 
"Daha güzel bir dünya için katkıda bulunanan en küçük damla bile çok değerli olabilir" diyerek Duygu Özlem Demir'e, Nilgün Altan'a, Hakan Bilge'ye; Lalabey Paylaşım, Dergi Sanat ve Sanatlog'da emeği olan herkese teşekkür etmek istemiştim. (1)
 
....
 
Bir süre sonra, bu yeni dostlarım hakkında mutlaka yazmak istediğimi artık biliyordum. Günlük yaşamlarımızda pek çok olay, kişi, durum, görüntüler, sesler akıp gidiyor. İnternet dünyasındaki durum da çok farklı değil. Yazışmalar, paylaşılan sözler ve görüntüler hızla güncelden uzaklaşıp bir yerde beklemeye başlıyor. Belleğimiz oralarda bir yerde dursa da siliniyor. İşte bu yüzden, yeni yüzler geldikçe eskileri unutmamanın yolu onları yazmak olmalıydı. Anlamaya, anlatmaya çalışmak ve yazmak.
 
Galiba yazma süreci bir açıdan doğuma benziyor. Yeterince beslenmeden ve uygun olmayan koşullarda yaşanan bir süreç sağlıklı bir sonuç getirmiyor. Gereken zamandan çok önce ya da çok sonra doğan bir bebek de güçlü olamıyor, kolay kolay yaşayamıyor.
 
Yüz Öyküleri yazılmak için epey bekledi. Sonunda ilk öykülerin doğmasıyla diğer bebeklerin yanında yerlerini aldı. (2)
 
....
 
Belki de ilk yüz öyküsünü Yaşar Kemal, ben ilkokuldayken çoktan yaşamıyla yazmaya başlamıştı. İnce Memed'i okuduğumda kitap beni daha önce hiçbir kitabın etkilemediği kadar etkilemiş, önümde yepyeni bir dünya açmıştı. Onun sonradan okuduğum her kitabı ve duyduğum her sözü, kitabın arkasında gördüğüm ve belleğime kazınan yüzüne apayrı bir zenginlik ekledi. Bu yüzden aslında ilk öykünün onun yüzü ve Yaşar Kemal olduğunu söyleyebilirim. (3,4)
 
Sonra yaşamıma pek çok yüz girdi. Orhan Kemal, Aziz Nesin, Nazım Hikmet, Agatha christie, Jack London, kimi erişilebilir bir yerde duran, kimi belleğimin derinliklerinde saklanan daha pek çok yüz. Yüzleri tanıma biçimleri de değişti. Kitapların arkasındaki ve gazete ve dergilerdeki fotoğraflara, aslında edebiyata pek yer vermeyen televizyona yanlışlıkla sızan söyleşilerdeki yüzler eklendi. İletişim 
çağıyla birlikte pek çok yazar İnternet dünyasında yerini aldı. Yekta Kopan da böyle tanıdığım bir yüz oldu.
 
"Ölmek üzereydi. Sımsıkı kapalı yumruğunu kapıcı açtı. Bu avucun içinden bir ipekli mendil su gibi fışkırdı."
 
Yekta Kopan, ""Bir öykü senfonisi olmalı bu. Öykünün notalarını seçmiş, derlemiş olmalı" (5) diyerek tanıtmaya çalıştığım "İpekli Mendil / Öykümüzde Nesneler, Karakterler, Mekânlar ve Daha Fazlası" için yazdığı önsözde Sait Faik'ten bu satırlara yer vermişti.  
 
Kitap yeni iletişim dünyasında aydınlık yüzleriyle birlikte yer almıştı:
 
Yekta Kopan @yektakopan  ·  17 Kasım 2014:
Şöyle diyeyim; öykümüzün/öykücülüğümüzün haritası @ipeklioyku adresinde huzurunuzda olacak. Varsa bir yanlış vebali boynuma…
 
İpekli Mendil @ipeklioyku  ·  17 Kasım 2014:
“Bir hişt hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları…” diyen Sait Faik’e selam olsun. “Hişt, Hişt” 
 
Can Öz @ccanozz  ·  1 Aralık 2014:
Yekta Kopan’ın hazırladığı İpekli Mendil kitabının genç yazarları teşekkür pastası göndermişler. Derhal tükettik.
 
Akşit Göktürk'ün gelmesine tek bir kitabı yetti.
 
“Hiçbir gerçek sanat yapıtı, anlamı ile güzelliğini çırılçıplak ortaya sermez” diyen “Çeviri: Dillerin Dili” yaşamıma girdiği anda, "küçücük bir kitapta tarihi, yaşamı, sözü, özü, biçimi, iletişimi, anlamı, işlevi, dille kurulan köprülerin insanları nasıl bağladığını ve ayırdığını" anlatan ve "günlük dildeki basit kullanımdan erişilmesi en zor yazınsal metinlere kadar uzanarak sözün başka dillere iletilmesinin kuramsal temellerini yansıtan" Akşit Göktürk'ün yüz öyküsü de belleğimde yazılmıştı. (6)
 
....
 
Uzaklığı ve yakınlığı tanımlamak aslında pek de kolay değil.
 
Zamandaki ve uzaydaki dört boyut olarak bakıldığında bile, dokunulacakmış gibi görünen dağlar aslında erişilmez, asla varılmayacak gibi görünen gelecekler gerçekte hemen yanımızda olabilirler.
 
Tarih ve toplum, insan ve felsefe eksenlerinden bakıldığında uzaklıkların tanımlanması, görülür kılınması, anlaşılması, çözümlenmesi çok daha zor. Yakınlıkların bulunabilmesiyse zor dönemlerde neredeyse olanaksız.
 
Yeni iletişim çağında sürekli birbirleriyle haberleşen ve birbirlerini daha iyi anlaması umulan insanların arasında açılan uçurumlar, yükselen öfke, nefret ve saldırganlık büyüyen bir sorun dizisini oluşturuyor. Bunların nedenlerinin ve nasıl ortadan kalkabileceğinin anlaşılmasına gidecek yol belki de sözcükler, görüntüler ve seslerle dolaşan izlerin arkasındaki yüzlerin daha iyi görülebilmesinden 
geçiyor.
 
....
 
Çoktandır Yüz Öyküleri'nin üçüncüsünü yazmak istediğim halde bir türlü fırsat bulamıyordum. Nilgün Altan ve Duygu Özlem'le birlikte yeni dünyadaki ilk üç dostumdan biri olan Hakan Bilge'nin kitap haberi gelince "İşte tam sırası, daha da geç olmadan artık yazmalı" dedim.
 
"The Godfather Mitosu", yeni öykünün yazılışını hızlandırınca ilk üç "Yüz Öyküsü" tamamlanmış oldu:
 
"Nilgün Altan'ı da resimleri ve paylaştıklarıyla tanıdım. Atölyesi ve çalışmalarıyla ilgili bilgim oldu. Görsel zenginlik dünyalarına açtığı pencereler bana mutluluk verdi. İnternet sitesinde çok sayıda sergiye katıldığı, 'Islak' adlı yapıtının 'Geçmişten Günümüze Kadın' konulu resim yarışmasında sergileme ödülü aldığı, üç yıl bir okulda gönüllü olarak zihinsel engelli çocuklarla çalıştığı, sosyal 
sorumluluk projelerinde yer aldığı, Dergisanat'ı ve Geridönüşüm Dergisi'ni çıkardığı belirtiliyor."
 
Albert Einstein'ın “Mutlu olmak istiyorsan, bir amaca bağlan; insanlara ya da eşyalara değil" sözünü aktaran "Duygu Özlem Demir Eshikumo'yu düşüncelerini içtenlikle dile getiren, dolaysız, sıcak ve açık bir insan olarak tanımaktan mutluluk duydum."
 
"Hakan Bilge 2009 yılındaki bir yazısına 'Umarım bir daha savaş olmaz' repliğiyle başlamış. Michel Foucoult’nun 'Halk, gerçeğe bir entelektüelden daha yakındır' sözünü aktarmış. Julien'in 'İnsanlar biraz tuhaf', Anna'nın 'Tuhaf olan insanlar değil, savaş' diyalogunu eklemiş. İnsan doğasındaki tuhaflığı yansıtmış, insanlığın tarihsel dönüm noktalarındaki sorumluluğuna değinmiş."
 
....
 
Yaşamımda yazabileceğim kaç "Yüz Öyküsü" kaldığını kim bilebilir?
 
Mehmet Arat, www.facebook.com/mehmetarat2000X
 
3. Mehmet Arat, DergiSanat Yazıları, http://dergisanat.blogspot.com/
4. Mehmet Arat, Yasar Kemal, İnsan Olmanın Büyük Ustası, http://www.sanatlog.com/edebiyat/yasar-kemal-insan-olmanin-buyuk-ustasi/
5. Mehmet Arat, İpekli Mendilden Kağıt Mendile, http://www.sanatlog.com/edebiyat/ipekli-mendilden-kagit-mendile/
6. Mehmet Arat, Çıplaklığın Çevirisi, Dillerin Dilsizliği, http://www.sanatlog.com/manset/ciplakligin-cevirisi-dillerin-dilsizligi/
 
Toplam blog
: 72
: 274
Kayıt tarihi
: 08.01.12
 
 

1958 doğumlu. Mühendislik eğitimi aldı. Teknik alanda çalışırken kültürel konulara ilgisini sürdü..