Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Temmuz '10

 
Kategori
Blog
 

Vira Bismillah

Vira Bismillah
 

Evvelce balıkçıların denize açılırken, balık avlamaya giderken, işlerinin yolunda gitmesi dileğiyle söyledikleri bir söz olan Vira Bismillah ile yazıya başlayınca balıkçılığa yahut denizciliğe heves ettiğimiz sanılmasın.

Günümüzde bu söz artık herhangi bir alanda, herhangi bir işe başlarken kullanılmaya başlanmış yani bir bakıma anlam genişlemesine uğramıştır. Hal böyle olunca bir başka açıklama notu daha gerekli oldu.

İlk kez yazmadığıma; yazılan ilk olma niteliği taşımadığına göre ne diye bu sözle lafa başladım diye merak edilebilir. Evet, bu yazdığım ne ilk yazıdır ne de yayına verilecek ilk yazımdır. Ancak “şahsıma münhasır” bir durumun mevcudiyeti lafa böyle girmeme vesile oldu.

Bundan bir süre önce “yeni yayın döneminde buluşmak dileğiyle” diyerek kısa bir ara vermiştim. İşin iç yüzü görüldüğü gibi değildi elbet. Perdeye akseden sadece yönetmenin müsaade ettiği kadarıylaydı. Yine bugün yönetmenin izin verdiği ölçüde olayların geri planına inme gayesindeyim.

İlkin hakkını teslim etmem gereken bir çok dostumun olduğunun da altını çizmemde fayda var. “Beni sizler var ettiniz” yalakalığına girişecek değilim. Ancak hususiyetle belirtmem gereken bir durum söz konusu olduğu için söylediklerimin kimilerince yalakalık babında anlaşılmamasını umuyorum.

**

Yazmak bir tecrübe işidir.
Ancak birikime dayanan; anlatma kabiliyetinden beslenen; iletişimin doğru ve yerinde kullanılabilmesiyle etkin olan bir eylem. Yazmak tecrübe işidir ancak, yazmayı sağlayacak alt yapıdan yoksun kişilerin de yazması çok kolay değildir. Yazabilirler tabi ancak bir yerden sonra yazmasalar daha iyi olur.

Yazmak bir emektir.
Birikimini doğru kelimelerle yoğuran kişiler meramlarını bu yolla insanlara anlatabilir ve fikir iletişimine geçebilirler. Düşüncelerini ve hayallerini; fikirlerini ve yorumlarını; eleştirilerini ve övgülerini istedikleri formatta yazma ve yayınlama hakkına sahip olan herkes bu emeğin değerini bilir, bilmelidir.

Yazmak bir özgüven meselesidir.
Özgüveni gelişmiş kişiler yazarlar. Daha doğrusu yazarak paylaşırlar. Özgüven yokluğunda da yazmak mümkündür tabi. Ancak o zaman işin içine yazmak eyleminden başka eylemler de girebilir. Tehdit, hakaret, sataşma gibi “yazan insan”a yakışmayacak davranış bozuklukları temelde özgüven eksikliğinin giderilme çabalarıdır.

Yazmak cesaret ister.
Yazmak ve yazdığını savunabilmek cesaret ister. Ancak “cahilin cesareti” dedikleri türden cesareti olanlar ise bu anlamda tehlikeli sularda kulaç atabilirler. Zira fikir beyan etmek, özgürce savunmak, arkasında durmak hele ki bu coğrafyada basbaya cesaret isteyen bir iştir.

Yazmak hoşgörü ister.
Çünkü yazan yazdığına gelebilecek eleştirileri olgunlukla karşılayabilmeli, eleştirilerden dersler çıkartabilmelidir. Elbette okuduğunu anlamayan, anlayamayan, anlayamadığını da anlamayanlarca tükürük saça saça hakaret edilmesine göz yumması beklenemez kendisinden. Onu bile yapabilirse bu fevkaladenin fevkinde bir durum zuhur ettirir ki örneğine az rastlanır.

Yazmak duygusallıktan beridir.
Yazma eyleminde duygular vardır elbet. Duygusuzca yazılanların şuursuzca dolanan göktaşlarından farkı kalmaz tabi. Ancak yazdıktan sonra duygu dükkânı kapatılmalı, kepenkler indirilmeli, “namaza gittim dönücem” levhası asılmalıdır. Dileyen “yemeğe gittim dönücem” de yazabilir :)

**

İşte kısaca yazmak böylesine zor bir iş iken; yazmak böylesine meşakkatli bir iletişim aracı iken; yazmak böylesine dolambaçlı ve engebeli bir yol iken…

İşte yazmak böylesine tehlikeli bir eylem iken; yazmak böylesine alınganlık götürmezken, yazmak böylesine emek isterken, yazmak böylesine umuda yolculuk iken…

Dedim “
Yahu adam, sana ne yazmaktan, yazarlıktan, blogculuktan falan. Bir laf ettiler mi alınıyorsun, gemileri yakıyorsun. Bir laf ettiler mi suratını asıyorsun, moralini bozuyorsun. Otur oturduğun yerde. İşine gücüne bak!”

Dedim “Yahu sen manyak mısın? Bütün gün çalışıp didiniyorsun, üstüne gelip bir de bunlarla uğraşıyorsun. Zaten bütün gün bilgisayar başındasın, akşama gelip bir daha ekran karşısına niye oturuyorsun. Git havuza gir, basket oyna, koş, parkta dolaş. Spor sana daha faydalı, bu işler strese sokuyor seni!”

**

Buna benzer başka şeyler de dedim kendime… Hasılı kelam hem o dönemdeki hassasiyetimin getirdiği, hem de söylenilenlerden duyduğum rahatsızlığın yarattığı halet-i ruhiyemle “bu işler bana göre değil galiba” dedim.

Sonra kısa bir süre daha devam edip “yazma” eyleminden uzaklaşma kararına varmak üzereydim. Yani 3-5 yazı sonrasında ortalıktan kaybolacaktım. Bana müsaade diyecektim. Bunun için hem kendimi hem de ortamı psikolojik olarak hazır hale getirmem gerekiyordu. Buna istinaden yazılar yazdım.

Ancak her ne hikmetse "veda niyetiyle" başladığım yazı “deneme” haline geldi. Benden bu kadar, artık "ayrılık vakti" demek için başladığım yazı “ölüm” tasvirine dönüştü…

O zaman yeniden düşünmeye karar verdim. Bu süre içerisinde tatile gidecek hem bedenen hem ruhen dinlenecektim. Bu konuyu da etraflıca tefekkür etme fırsatını bulacaktım. Nitekim öyle oldu…

-devam edecek-

Sevgi, hürmet ve muhabbetle..

Murat HACIOĞLU

www.murathacioglu.com

 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..