Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Kasım '16

 
Kategori
Siyaset
 

Yaklaşan Pasifik Savaşı

Yaklaşan Pasifik Savaşı
 

Savaş Yaklaşıyor...


Sovyetler Birliği’nin sona ermesi ile Soğuk Savaş ve 2. Dünya Savaşı’ndan beri devam eden çift kutuplu dünya düzeni sona ermiş, ABD tek süper güç olarak kalmıştır. Dünyanın bir daha çok kutuplu hale gelmemesi diğer bir deyişle ABD’nin kontrolünde dönmeye devam etmesi için George Bush döneminin Savunma Bakanı Dick Cheney 1989 yılında bir gruba askeri, politik ve ekonomik bir strateji hazırlanması emrini vermiştir.

1990 yılında tamamlanan strateji daha sonraları ABD’nin kitle imha silahı olduğundan şüphe ettiği ülkelere önleyici saldırı yapabilmesine, Japonya, Almanya, Rusya, Çin ve Hindistan gibi ülkeler ile Avrupa Birliği ya da Asya-Pasifik Birliği gibi bölgesel oluşumların askeri, politik ve ekonomik olarak hiçbir zaman ABD’ni geçebilecek bir düzeye gelmemesine ilham kaynağı olmuştur. 

Bill Clinton başkan olunca saldırgan bir üslubu olan bu stratejinin aktif hale gelmesi engellenmiş ancak canavar yok edilmemiş, sahiplerince zamanı geldiğinde ya da daha ilginç bir deyişle zamanının gelmesi sağlandığında ortaya çıkarılmak üzere dondurulmuştur.

Clinton’un başkanlığı süresince istediklerini yapamayacaklarını anlayan Neo-Con’lar potansiyel başkan olarak bu amaçla 1994-2000 yılları arasında Texas Valisi olarak görev yapan George W. Bush’a ziyaretlerde bulunarak; her ne kadar kendisi uzun brifinglerden, derin analizlerden hoşlanmayan ve okuma alışkanlığı da pek olmayan biri olsa da dış politikada kendilerine göre yapılması gerekenleri deyim yerindeyse ezberletmişlerdir.

7 kasım 2000 tarihinde sonucu sadece o ülkeyi ilgilendirebilecek bir olay belki de yakın zamanların tarihini değiştiren bir olay haline geldi. Tabi kimse tarihin akışının değiştiğinin farkında değildi. Neo-Con’lar hariç. 7 kasım 2000 tarihinde ABD tarihinin en başa baş başkanlık seçimleri yapıldı. Sonucu haftalarca belli olmadı. Eski Texas Valisi Bush’un rakibi Al Gore halktan daha fazla oy almasına rağmen ABD’nin her eyalette ayrı bir çoğunluk sağlama esasına dayalı seçim sistemi sebebiyle Bush başkan ilan edildi.

Buna Florida Eyaleti engel olabilirdi. Zira koca eyalette 537 oy farkla Bush kazanmış gözüküyordu. Al Gore oyların yeniden sayılması için mahkemeye gitti. Her oy sayımında farklı sonuçlar çıkınca iş ABD Yüce Mahkemesi’ne kaldı. 9 kişilik Yüce mahkeme 4’e karşı 5 oyla Bush’u başkan ilan etti.

Ve Bush Başkan olunca Neo-Con’lardan, Cennetin Krallığı (Kingdom of Heaven) filminde Kudüs Kralı olan Guy de Lusignan’ın hapisten çıkardığı Müslümanların düşmanı Chatillon’lu Renaud’dan istediğini istemiştir. ‘’Give me a war’’ Belkide kim bilir Neo-Con’lar ondan istemiştir. Fazla beklemelerine gerek kalmayacaktı…

New York’un en yüksek, dünyanın ise 5. ve 6. en yüksek kuleleleri olan, yaklaşık 50.000 kişinin çalıştığı, günlük 100.000 kişiye yakın ziyaretçinin geldiği Dünya Ticaret Merkezi 2 uçağın çarpması sonucu dakikalar içinde yıkıldı ve sadece 2.823 kişi öldü. Bunlara kahramanca çalışan 343 itfaiyeci ve 23 polis de dahil. Algı operasyonu kapsamında kulelerin çökmesinden hemen sonra CNN’in televizyonda sevinç gösterileri yapan Filistinlileri gösteren görüntülerinin aslında 10 yıl önce çekilen bir videodan alındığının ortaya çıkması mideleri bulandırırken kafalarda beliren ilk şüphelerin de doğmasına yol açtı.

Suçlular ise belliydi. Saddam Hüseyin ve Bin Ladin. Vakit kaybetmeden ikiz kuleler saldırılarından çok önceden planlanan oyun sahneye kondu.

Sözü fazla uzatmadan sonuca gelelim. Irak’a saldırmak için bahane arayan Başkan Bush ve NeoCon’ları artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak diyerek, dünyanın gözlerinin içine baka baka, raporlar aksini söylemesine rağmen Irak’ta kitlesel kimyasal silahlar olduğunu öne sürüp önce Irak’a sonra da NATO’nun ilk kez işletilen ünlü 5. maddesini uygulamaya koyup Afganistan’a saldırdı.

Dünya en çok petrol rezervine sahip ülkeler arasında 143.5 milyar varil ile 5. sırada olan Irak’ı biliyorsunuz. Ancak Irak’tan sonra ABD’nin neden en çok Venezuella ile uğraştığını bilmiyorsanız hemen söyleyeyim. Bugün Venezuella dünyada ispatlanmış petrol rezervleri açısından 296.5 milyar varille 1. sıradadır. Şimdi neden hedefteki ülkenin Venezuella olduğunu anlamışsınızdır. Yakın zaman içinde iç savaşa bile sürüklenebilecek bir ülkeden bahsediyoruz.

Gelelim Afganistan’a. Bruma ile birlikte bugün dünyanın en büyük uyuşturucu üreticisi. Dünya afyon üretiminin %93’ünü yapıyor. Kolombiya bile dünya kokaininin 3 te 2 sini üretebiliyor. Afgan ekonomisinin %15’i uyuşturucu ticaretinden geliyor.

Yalnız şöyle ilginç bir durum var. Taliban Afganistan’da yönetimi ele geçirdikten sonra uyuşturucuya savaş açtı ve üretimin yarısından fazlasını durdurdu. ABD ve müttefiklerinin Afganistan’a saldırısıyla uyuşturucu üretimi yeniden narkodolar efendilerinin istediği gibi en üst seviyeye çıkarıldı.

Diğer bir ilginç notu da sizlerle paylaşmak istiyorum. Batı’da ve özellikle Amerika’da uyuşturucu kullanımı düşerken ilginçtir Özellikle Asya ülkelerinde bağımlı sayısı her geçen gün artıyor. Örnek mi? İşte size Afganistan. Nüfusu 40 milyona yaklaşan ülkede raporlara göre bağımlı sayısı 1.5 milyon kişiyi geçmiş durumda ve artmaya devam ediyor. Neredeyse koca ülkenin toplam nüfusunun %5’i bağımlı.

Bunun da %40’ını kadın ve çocuklar oluşturuyor. Nedenini araştırdığımda bakın karşıma ne çıktı. Yoksullar arasında kadınların doğum sonrası kanamalarını durduracak en ucuz şey afyon. Bu kadınlar bebeklerinin öksürmesini önlemek için onlara da afyon verdiklerinden birlikte bağımlı oluyorlarmış.

Diyeceksiniz ki bu kadar uyuşturucu üreten ülkenin halkı nasıl oluyor da bu kadar fakir oluyor ? Rolling Stone dergisinde Matthieu Aikins makalesinde bunu açıklamış. Örneğin Afganistan’da 5 kilo haşhaş pazarda 600 dolara satılırken bu 5 kilo haşhaştan üretilen yarım kilo eroin ise Avrupa’da 150.000 dolara satılıyormuş. İşte üretici ile tüketici arasındaki 149.400 dolar kimlerin cebine giriyor sizler düşünün lütfen. İşte dünya uyuşturucu pazarının kontrolünü ve bu muazzam karlı alışverişin Taliban’a neden bırakılmadığını öğrendiniz. Malum savaş masrafları halkın vergileriyle karşılanamayacak kadar çok yüksek ve kayıtlara geçmeyen gizli operasyonların kayıt dışı narko dolarlar ile finanse edilmesi ise çok kolay.

Sünni inanca sahip teröristlerden ve bunlara söz geçiremeyen Suudi Arabistan’dan canı oldukça yanan Batı Medeniyeti (ilginçtir ki bunlar, özellikle de İŞİD İsrail’e hiç saldırmamıştır.) Şii inancının lideri olan İran’ı ambargoları kaldırarak devreye sokmuş ve Orta Doğu’da jandarma rolünü şimdilik Rusya’ya bırakmış görünmektedir.

Suriye’deki barışı sağlayıp, İŞİD’in kanatlarını kırdıktan sonra Orta Doğu’da dengeleri yeniden sağlayacak olan ABD’nin gözlerini Asya-Pasifik Bölgesi’ne çevirerek artık esas rakibi ile daha yakından ilgilenmeye başlamasının zamanı gelmiştir. Tabi bunun için Japonya olmazsa olmaz ülkedir. Bugün hala 2.Dünya Savaşı sonrasından buyana  ABD’nin yazdığı anayasayı uygulayan Japonya’nın askeri manevralarını kısıtlayan bu anayasanın ilgili maddelerini değiştirmesi tartışmalarına başladığını duyarsanız artık şaşırmazsınız değil mi?

ABD’nin Çin ile yakından ilgilenebilmesi için önce diğer cephelerde rahatlaması gerekir ki bunlar büyük ölçüde tamamlanmak üzeredir. Yazımızda anlatmaya çalıştığımız gibi petrol, doğal gaz ve kaya gazı enerji konularıyla uyuşturucu piyasaları kısmen kontrol altındadır.

Dünyanın bilinen en büyük petrol rezervlerine sahip 3 ülkeden biri olan Venezuella’da yakın gelecekte iç karışıklık çıkarılarak ABD düşmanı yönetimin tasfiye edildiğini duyarsanız lütfen şaşırmayın. Bunun için petrol fiyatlarının 2-3 yıl daha 50 doları geçmeden 25-50 dolar arasında dalgalanması yeterli diye düşünüyorum.

Almanya 4.Reich’ı kurup bir daha Avrupa’nın ve dünyanın başına bela olmasın diye kurulan Avrupa Birliği’nin kendi iç sorunlarıyla uğraşıp hiçbir zaman ABD’ye özellikle ekonomik bakımdan rakip olmamasının sağlanması amaçlanmıştır. Bu yapılırken özel ilişkiler içinde olunan İngiltere’nin zarar görmemesi için AB’den ayrı tutulması (ki brexit referandumu ile başarılmıştır.) düşünülmüştür.

Dünyada bilinen ispatlanmış petrol rezervleri bakımından 74 milyar varil il Rusya ilk 10 içerisindedir. Doğal gaz üretiminde ise Rusya dünyada 1. sıradadır.  Başta petrol ve doğal gaz olmak üzere dünyada hammadde fiyatlarında yaşanan büyük düşüşlere ilaveten buna ek olarak Kırım’ın ilhakı yüzünden Rusya’ya uygulanan ambargo da  Rusya ekonomisine ciddi zarar vermektedir. Yine de Rusya’nın petrolde varil başına 17 USD olan düşük sayılabilecek maliyeti ona dayanma gücü vermektedir. Suudi Arabistan ve Kuveyt’in maliyetlerinin varil başına 10 USD’ın altında olduğunu hatırlatmak istiyorum.                         

AB ve Rusya bu tür sorunlarıyla uğraşırken ABD için gelecekteki tehditlerden bir diğeri olan Hindistan ise başta yazılım sektörü olmak üzere eğitimli nüfusu ile ekonomik kalkınmasına son hızla devam etmektedir. Bugünkü artış hızı ile gelecekteki nüfusu Çin’i geçmesi beklenen Hindistan’da kurulmuş şirketler dünya genelindeki bilişim sektörünün üçte ikisini yönetmektedir. 1990’lı yıllarda yapılan planlı ve ciddi yatırımlarla sektör bugün dünya lideri konumuna gelmiştir.

Öyle ki Fortune 500 dergisinde yer alan dünyanın en büyük 500 firmasının yarısı Hintli firmaların müşterisidir.

Yılda yaklaşık 30 milyar USD ciro elde eden bilişim sektöründe %60’ı yerli olmak üzere toplamda 5.000 civarında firma faaliyet göstermektedir. Yaklaşık 650.000 kişinin istihdam edildiği sektörün yıllık üretimin %70’i ABD’ye %14’ü ise İngiltere’ye ihraç edilmektedir.  150 üniversitede mühendislik başta olmak üzere taze beyinler ekonomiye kazandırılıyor.

Bugün ABD’de Hint diasporasının nüfusu 2 milyona yaklaşmaktadır. Başta İngiltere olmak üzere Avrupa’da da hatırı sayılır bir Hintli nüfus yaşamaktadır. Dolayısıyla son yıllarda batıda neden Hint filmleri ve müziklerinin moda olduğunu, ödüller aldıklarını anlamışsınızdır. Çift taraflı kazanımın olduğu bu danışıklı dövüşte Batılılar yükselen pazar olan Hindistan’a rahat girebilmek ve Hint halkını dönüştürmek için Hint sanatçılara ve kendilerinin yaratıp parlattığı her sektördeki Hintli kahramanlara ödüller yağdırmakta, karşılığını da almaktadırlar.            

Batı bunu yıllardır yapmaktadır. Hedef aldıkları ülkelerden kendi ülkelerine gelen üniversite öğrencileri içinde karakteri zayıf ve hemen dönüştürülebilecekleri zaten CIA adına üniversitelerde görev yapan hocalar hemen rapor etmektedir. Hatta bu öğrencilerin bitirme ya da master tezleri bile bu hocalar tarafından yazılır. Bu arada o öğrencilerin ülkelerinden gelen heyetlerin kulaklarına bu dönüştürülen öğrencilerin nasıl gelecek vaad ettiği üflenir. Hatta hangi birimde görev yaparsa daha iyi olacağı özellikle söylenir ki o öğrenci ülkesine dönünce hemen kendi istedikleri önemli makamlara gelip ABD çıkarlarına hizmet etsin.

Bu arada hedef alınan ülkenin kamuoyunun etkilenmesi ve fikirlerinin Batı’nın istediği şekilde dönüştürülebilmesi için Batı'nın çıkar ve ideolojilerine yakın STÖ'lerine, yazar ve sanatçılara başta Nobel olmak üzere çeşitli ödüller verirler ki kendi ülkeleri aleyhine ama Batı’nın istediği şekilde açıklamalar yapıp toplum bilincini sakatlasınlar. Bizde; Orhan Pamuk ve Elif Şafak’ın aldıkları ödüllere ve açıklamalarına bakmanız yeterli.

Bütün bu bilgilerin ışığı altında yakında Hindistan ekonomisinde bir duraklama ya da Hindistan gibi nükleer silahlara sahip olan ve bu gizli bilgileri muhtemelen Türkiye ile de paylaşan Pakistan ile Hindistan arasında geçmişte yapıldığı gibi alevlendirilecek bir savaş ortamı Hindistan’ı da ABD’nin yolundan çekilmek zorunda bırakacaktır.

ABD’nin Çin ile olan gizli savaşında Japonya’nın özel bir önemi var. Çünkü ABD Çin ile kendisi savaşmak yerine maşa olarak Japonya’yı kullanmak isteyecektir. Böylece düşmanın gücünü de test etmiş olacaktır. Ancak ABD için halledilmesi gereken küçük bir sorun var. Belki biliyorsunuz belki de bilmiyorsunuzdur. 2.Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Japonya’nın anayasasını ABD yazmıştır. Bu anayasa halen yürürlükte olup Japonya’nın bırakın savaşa girmesini kendi topraklarından başka bir ülkeye asker göndermesini bile yasaklamıştır. Bunun değiştirilmesi için Japon Meclisi’nde iktidar olacak partinin ya da koalisyonun anayasayı değiştirecek çoğunluğa sahip olması gerekmektedir. Seçimlerde bu iş halledildikten sonra anayasanın ilgili maddesini değiştirilecek ve Japon-Çin Savaşı’nın temelleri atılacaktır. Dolayısıyla kulağınız her zaman Japon seçimlerinde ve meclis aritmetiğinde olsun.

Bu arada Amerikan Savunma Bakanlığı’nın ve Savunma İşgücü Veri Merkezi’nin resmi verilerine göre 2015 yılı itibarı ile dünyada 74 ülkede üssü olan ABD’nin Japonya’da 109 üste 50.000’in üzerinde askeri mevcuttur. Bu rakam Güney Kore’de 85 üste 28.000 asker civarındadır.

Tabi yapılan planları bilmek mümkün değil. Belki de önce Kuzey Kore meselesi halledilmek istenebilir. Böylece genel prova da yapılmış olur. 25 milyon nüfusa sahip Kuzey Kore’nin aktif asker sayısı 690.000 olup, yedek asker sayısı 4.5 milyon kişidir. 4.200 tankı, 4.300 topu, 2.400 çoklu roketatarı ve 4.100 zırhlı savaş aracı vardır. Ancak en önemlisi sahip olduğu nükleer silahlardır ki denizaltılardan atılabilen uzun menzilli nükleer başlıklı füzeler Kuzey Kore’ye savaşı istediği zaman istediği coğrafyaya taşıyabilme gücü vermiştir. Yani yutulması zor bir lokmadır.

Asya-Pasifik Bölgesi’nde çıkabilecek bir savaşta bir tarafta Çin, Rusya, Kuzey Kore diğer tarafta ise Japonya, Güney Kore, ABD olabilir. Ancak iki tarafında nükleer silah kullanmaya cesaret edemeyeceğini düşünürsek zavallı Güney Kore’nin hızlı bir yenilgiye uğrayabileceği küçümsenmeyecek bir olasılıktır. Hatta 2.Dünya Savaşı’nda Almanların denize döktüğü İngiliz, Belçika, Kanada ve Fransız ordularının NAZİ’ler tarafından kuşatıldığı Dunkirk’ten bulabildikleri bütün yüzen araçlar ile İngiltere’ye kaçmaları gibi Güney Korelilerin de Japonya’ya kaçmaları abartılı bir yorum sayılmaz. 

Tersi bir durumda kaybedecek bir şeyi kalmayan Kuzey Kore’nin son bir çılgınlık ile nükleer silahlarına başvurma olasılığı da küçümsenmeyecek bir ihtimaldir ve savaşın tarihini, gidişatını belki de bambaşka bir yöne çevirebilir.

Kuzey Kore denizaltılarının nükleer füzelerini Güney Kore, Japonya ve ABD’ye (başta pasifik kıyısındaki şehirler Los Angeles ve San Francisco)’ya attığını aklınızdan geçirin lütfen. Muhtemelen filmlerde gördüğümüz sahnelere benzer şeyler göreceğimiz kesin gibidir.

Sözün özü gelecekte dünyanın efendisi olmak için ABD ve Çin doğrudan bir savaşa girmek yerine geçmişte Kore Savaşı örneğinde yaşandığı üzere belli bir coğrafyada ziplenmiş bir savaşı taşeronları olan Koreliler ve Japonlar üzerinden yürütecekler ve birbirlerinin güçlerini, teknolojilerini tartacaklardır. Bu durumda olay savaşın ne zaman hangi kıvılcımla başlayacağına kalmıştır. ABD’nin Vietnam Savaşı’na girme gerekçesi olan 1964 yazında ABD savaş gemisi Maddox’a Vietnam hücum botlarının uydurma saldırısı olan Tonkin Körfezi olayı hala tarihçilerin hafızasındadır. Dolayısıyla kim savaş isterse itina ile bahanesini de yaratır. Yeter ki istensin.  

Hepimiz savaşa hazırlıklı olmalıyız. Çünkü dünya ekonomisi 2008 yılından bu yana merkez bankaları o kadar para basmasına, faizler eksiye düşmesine rağmen bir türlü istenilen büyümeyi sağlayamamaktadır. ABD başkanlık seçimlerinin sonucu bu bağlamda çok önemli hale gelmiştir. ABD’de cumhuriyetçi başkanların genelde savaş ekonomisi uyguladığı, ardından gelen demokrat başkanların ise öncelik olarak bozulan ekonomiyi düzelttikleri artık herkesçe bilinmektedir. O yüzden seçimi kazanan Trump’ın bunu askeri bir zaferle de taçlandırıp ABD tarihine geçmek için hiçbir fırsatı kaçırmayacağı hatta yaratacağı bütün dünyayı endişelendirmektedir.

Tabi olan bizim gibi gelişmekte olan ülkelere olacaktır. Orta Doğu bataklığına girmek zorunda bırakılmamız, tam da bunun öncesinde 15 temmuz darbe girişimi sonrasında binlerce askeri personelin ordudan ihraç edilmesi, hava kuvvetlerimizin eski haline gelebilmesi için en az 10 yıl daha zamana ihtiyaç olduğunun öğrenilmesi, dikkatlerimizin Suriye ve Irak’a çevrildiği bugünlerde elimizden esas hayati öneme sahip Kıbrıs’ın bir anlaşma ile elimizden ebediyen çıkması, Ege de bizim için savaş sebebi olan Yunanistan’a 12 mil izninin verilerek Ege’nin bir Yunan gölü olduğunun kabul edilmesi önümüzdeki günlerde hiç de sürpriz olmayacaktır.

Tekrar ediyorum kamuoyunun dikkatleri Irak ve Suriye’de iken Kıbrıs ve Ege Denizi Yunanistan’a deyim yerindeyse hediye edilebilir. Gizli görüşmelerin olduğu söylenmektedir. Ege satılırsa Çanakkale’den Bodrum’a, Antalya’ya gitmek için gemilerimiz Yunanistan’dan izin almak zorunda kalacaklar. 12 mil kabul edilirse bugün %33’ünü kontrol eden Yunanistan Ege Denizi’nin %70’den fazlasını ele geçirecek bize ise %12’si kalacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan beri hiçbir zaman içten ve dıştan böylesine ağır darbelere maruz kalmadı. Son gelişmelere bakacak olursak Sayın Devlet Bahçeli’nin ve çevresindekilerin omuzlarında ağır bir sorumluluk vardır. Kendilerine karar vermelerine yardımcı olması açısından Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlık sistemine bakışını yansıtan cevabını burada belirtmek istiyorum. 1924 yılında TBMM’nde cumhurbaşkanının nasıl seçileceğine ilişkin tartışmalar esnasında genel kanaat halkın seçmesi şeklindeyken kürsüye gelen Mustafa Kemal şunları söyler: Efendiler, Cumhurreisi’nin halk tarafından seçilmesi mahsurludur. Vekillerin seçmesi en iyisidir. Nedenine gelince yarın bir gün birisi çıkar beni halk seçti diyerek krallığını ya da diktatörlüğünü ilan ederse demokrasi tehlikeye girer. Tarihte örnekleri çoktur.                               

Sayın Bahçeli’nin unuttuğu; din mevzubahis olunca deyim yerindeyse LPG ile çalışan yüce milletimizin nasıl galeyana geldiğinin örnekleri tarihimizde çoktur. İlk akla geleni Menemen olmakla birlikte Kurtuluş Savaşı sırasında Türk Ordusu Yunan ordusu ile çarpışırken Padişah Vahdettin’in kışkırtması ve İngilizlerin de para ile satın almasıyla çıkan ve Türk Ordusu’nu arkadan vuran Konya ve Yozgat ayaklanmaları ile yobazların peşinden giderek dine alet olanlardır.

Atatürk bir gün Kılıç Ali’nin evinde Refik Koraltan ile sohbet ederken Koraltan kendisine: Paşam, itimat buyurun bugün Anadolu’nun en ücra köşesinde bir çobanın kalbini açtığınız zaman orada Mustafa Kemal yazar, bu böyledir Paşam demiş. Atatürk bunu bende biliyorum ama benim kadar sizin de bilmeniz gereken bir şey daha var. Çobanın kalbindeki Mustafa Kemal yazısını yarın bir gün bir köy imamı on dakikada gelir ve siler. Yerine de istediği ismi yazar. Bunu da böyle bilin.

Sayın Bahçeli şuna emin olmalıdır ki imamların yazacağı isim kendi ismi olmayacaktır. Ancak kendisi illa benim ismim de yazılacak diye israr ederse her iki ihtimalde de yüce Türk Milleti, MHP ve Sayın Bahçeli kaybedecektir. Son anda da olsa aklı selimin galip gelerek Atatürk’ün kalplerden silinerek yerine yazılmaya cüret edilecek isme Sayın Bahçeli’nin destek vererek Türk tarihine kara bir leke olarak geçmek istemeyeceğine inanmak istiyorum. Yoksa iş işten geçtikten sonra okullarımızdan andımızı kaldıranlara karşı Sayın Bahçeli’nin son sözünün ‘’Bende kandırıldım’’ olması artık sadece sözün değil Türkiye’nin bittiği an olacak ve 2023 hedefine ulaşılacaktır. Şu anda CHP'den daha çok MHP kritik bir virajda olup, Türkiye'nin köprüden önceki son çıkışıdır...

Sevgi ve saygılarımla,

Mehmet Ulusal SAĞ

 
Toplam blog
: 27
: 2404
Kayıt tarihi
: 05.10.16
 
 

1971 Ankara doğumludur. 1997 yılında özel bir bankanın açmış olduğu teftiş kurulu sınavlarında başa..