Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mart '11

 
Kategori
Deneme
 

Yaş olmuş 30 küsür

Yaş olmuş 30 küsür
 

Keşke zaman da trafik kurallarına uysa.. Gerektiğinde yavaşlayabilse..Çekim : İsmail ASLAN


" Terkedilmiş bir kız vardı çok yıllar önce, en can alıcı yerinde terkettiği ve bir daha da sormaya tenezzül etmediği. 

Hala yaşıyor o kadın. Biraz değişmiş, belki de birazdan fazla. 

Saçları eskisi gibi uzun olmasa da, hala adı aynı en azından. Her ne kadar başkasının soyadını taşımaya başlayalı uzun yıllar olsa da.
Evleneli uzun zaman olmuş, iki tane çocuk annesi. Biri erkek, biri kız. Oğlu adaşın, 10 yaşını tamamlamak üzere. Kızı ise 6 yaşında. O ise senin kızına vermek istediğin adı taşıyor.
Ne eşinin haberi var bu yarası kabuk tutmuş hikayeden, ne de o pırıl pırıl bakan gözlerin... 

Eskiden yazardım ya hep, yazamıyorum 17 yıldır.
Bu sabah yalnız uyandığımda aklıma sen geldin. Gülümsemek istedim yüzünü, çehreni düşünüp... Ama olmadı, puslu ve yarım bir surat geliyordu gözümün önüne. Net değildi ne yüzü, ne teni... Yıllar hayalleri bile paslandırıyormuş meğer dedim. 2-3 damla süzülürdü eskiden yanağımdan, olmadı. Gençken, çok uzun zaman önceden atlatmıştım ben " sen sendromları" nı... Ama bu sabah daha farklıydı, ayağıma terliğimi giydiğimde aklımdan çıkmadın eskisi gibi. 

Aynaya bakıp alnıma sıralanmış boy boy kırışıklıkları inceledim, gülünce dudaklarımın etrafında oluşan çizgilere baktım. Her biri çok yorgundu sanki. Kilo almıştım, ayva bir göbeğim vardı. Büyümek isteyişlerim geldi aklıma. Olgun bir kadın, nazik olmalıydı -kendine bile- sövmedim bundan dolayı o çocukca isteklerime. 

Kahvaltıyı hazırladım yavaş yavaş. Ben kahvaltıyı hazırlarken elinde sıcak ekmek ve bir gazete ile bir adam girdi içeri. Yıllarca sevmeye çalıştığım ama bir türlü sevmeyi beceremediğim bir adam. Zamanında bir kez olsun " sil baştan devam etsek her şeye... " diye bir cümle kursaydın; adının geçmesi bile söz konusu olmayan bir adam girdi... 

Her zamanki gibiydi, yıllar onu hiç değiştirmemişti sanki. Oysa ben yaşlanan bir bedene sahiptim. Güldü hafiftçe günaydın derken. Bir şey demedim, diyemedim. Bir genç kız gibi hala aklımda sen varken, tam bir cümle kuramıyordum. Sonra kocamı düşündüm, beni kimbilir kaç kez aldatmıştı, benleyken kaç kadını sevmişti, kaç kişinin gözlerine gözlerini dikmişti... 

Ailecek bir kahvaltıydı, sadece çocukların durmadan kavga ettiği ve onun dışında kimsenin konuşmadığı. Zaman sözcükleri bile yemişti. Ben kahvaltıyı toplarken oğlum okula, kızım kreşe, babası ise işe gidiyordu. Ben ise hala bir adım ötedeki o boşluğu düşünüyordum. Gitmedim işe, bir gün olsun sorumsuz biri olmak istedim. O kalıplaşmış insandan öyle çok nefret ediyordum ki. 

Eskiden, lise yıllarında canım sıkıldığında sokakta anlamsızca dolaşırdım. Evlendiğimden beri zaman o kadar hızlı geçmiştiki sıkılacak vaktim bile olmamıştı. Dolaştım bütün gün sokakta, hiç evlenmemiş olmayı, yaşadığım o yılları yaşamamış olmayı istedim. Yaşamamış gibi davrandım tüm gün. 

Bir hayatın vardı senin ve ben o hayatın içindeki insanları o kadar çok kıskandım ki o an. En can alıcı pişmanlığımın sen olduğuna karar verdim birkaç dakika içinde. Bir cafeye girdim istemeden, bizim şarkımızın çalmasını beklercesine bir kahve içtim. Tek değişmeyen şey kahveyi hala seviyor olmamdı belki de. Çalmadı beklediğim şarkı, çok eskimişti belliki. Ben lise yıllarındayken girdiğim her yerde ısrarla çalmasına rağmen, olmadı bu sefer. 

Kalktım büyük bir buruklukla. Üstümdeki kırgınlığı istemeden yolda düşürmeyi istedim.
Vitrinlere baktım, kıyafetlere falan değil; yansımama. Zaten eskiden de moda falan beni bağlamazdı.
Bir çiçekçiye girip papatya aldım kendime, sen almışcasına sevindim. Papatyaları çok sevdiğimi bir ben, bir de papatyalar biliyordu sanırım. 

Yürüdüm yürüdüm düşünerek. Geriye bir resmin bile kalmamıştı, sahi biz bu kadar ayrı kalmayı hak edecek ne yapmıştık?
Hatırlamıyorum... Hafızam hala kötüydü. Ne bir telefon numarası, ne bir adres, ne bir haber... Yaşayıp yaşamadığın dahi belirsizdi. Nerden düşmüştün aklıma bunca yıl sonra, neden bu günü seçmiştin ki? 

Ölüme yaklaştığımı hissettim. Üstümden hırs dolu yıllar geçmişti, hep en mükemmeli olsun isteğim beni hırpalamıştı. Belki de seni bunun için böylesine imkansızca bir şekilde kaybetmiştim. Ama sende suçluydun, aldatılmıştım hatırladığım kadarıyla. 

Yağmur başladı ve ben koca kadın yağmurdan hala iğrenip hafiften de korkuyordum. Bu korkuyu belli etmemeyi üniversite yıllarında öğrenmiştim. Utandım bir an seni düşündüğüm için. Evli ve iki çocuk annesi bir kadının aklında senin ne işin vardı ki? Senin yerin kalbimdi, orda öyle sessizce kalmalıydın.
Yüreğimden atmak için uzun zaman harcamıştım, olmuyordu... Vazgeçmiştim bu istekten. En iyisi sana hiç dokunmamak, rahatsız etmemekti. 

Bir sigara yaktım durakta toprak kokusunu içime çekerek. Elime yakışmıyordu sanki, beğenmiyordum sigara tutuşumu. Evliliğimin beşinci yılı bunalıma girmiş ve elimde sigarayla çıkmıştım. 

Düğünümde hayalimdeki gibi olmamıştı. Hayalindeki adam olmadıktan sonra düğünün ne önemi vardı ki? Tabi ben evlenirken bunları düşünmemiştim hiç. Her şey o kadar masalımsıydı ki... Bir de boyanın altında saklı kalmış beyazlarım vardı saçlarımda. 

Ve telefonum kapalıydı. Çok hoşuma giderdi eskiden de arayanların ulaşamaması. Hala doğum günün kutlu olsun mesajlarını görmedim onun için... Büyüdü o küçük çocuk ve yaşlandıkca yalnızlaştı. Yazacak fırtınalı bir öyküsü yok artık. 

* Bir 4 Eylül yalnızından, en geleceğinden ama gelip gelemeyeceğinden tam emin olamadığımdan... tam da 35 yaşımdayken... " 

 
Toplam blog
: 30
: 381
Kayıt tarihi
: 13.03.11
 
 

Yıllardır öğrenci, hala öğrenci... Ben öğrencilikten bıktım, öğrencilik benden bıkmadı.....