Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Kasım '15

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Yaşama bedeli!

Çocuklarla beraber erken yatınca ister istemez çok erken uyandım. Bir saat geçmesine rağmen daha sabah olmadı. Belki de Yetkin’in horultusuna uyanmış olabilirim ya da eski eşimle çocuklarla beraber yeni bir eve çıkma hikayesini gördüğüm bir kabus da beni uyandırmış olabilir. Ama aslını sorarsanız çocuklar bende kaldıklarında tedirgin olup arada sırada kalkıp üstlerini örtüyorum. Daha hala 6 ve 4 yaşındalar ve hala bakım gerektiriyorlar. Uykusu olduğunda halen Yetkin’i bile giydirdiğim oluyor. Bebekliklerinde altını değiştirdiğim gibi halen popolarını siliyorum. Yemek yemeyi unuttuklarında ağızlarına kaşık sokuyorum. Minicikler!

Her zaman olduğu gibi sabahın bu saatlerine bayılıyorum. Benim bile kafamda henüz gürültü başlamamış  yenilenmiş gün kadar “doğanın sessizliği karşısında” huzur buluyorum. Gençliğimde bu saatlerde kalktığımda araba yarışı yapıyordum. Beşiktaş’tan Sarıyer’e hatta bazen Rumelikavağı’na uzanan parkurda arabaları geçip birinci olmanın kudretine ya da yalnızlığına bürünüyordum. Ve çoğu zaman, tek bir kadın için çetiğim acının büyüklüğü karşısında yaptığım kifayetsizce davranışlar olarak görüyordum bu yaptıklarımı! Bir kadını niye bu kadar uzun süre sever insan? İnanılmaz bir şekilde, ayrılmış olmama (benim üzerime 3-5 ayda evlenmiş olmasına) rağmen, bir insanı bu kadar uzun sevebilmek, diyeceksiniz vakitsiz ayrıldığınız için, yarım kalmış bir aşk hikayesi olduğu için! Ama kesinlikle öyle değil; hayatımda en çok mutlu olduğum o bir yıl içindir! Evet, samimi olmak gerekirse, onun öncesinde tam olarak mutlu olduğum tek bir yıl yok!

İnsan karmaşa içerisinde, gençliğinde sadece kendisi için sunulmuş olan hayatı yaşama mecburiyetindedir. Oysa çocuk bile olsa insan yaşadığı hayatı değerlendirebilecek kadar akıllıdır. Ne yazık ki çocukluğum ve gençliğim benim adıma iyi geçmemiştir. İnanmadığım bir hayatla başbaşa hobilerimden güç alarak bu yılları aşmayı başarmışımdır. Ve her fırsatında evden uzaklaşıp yalnız yaşamayı yeğlemişimdir. Bunun sebeplerinin önemi yoktur, önemli olan bu senelerin yaşanıp yarattığı hezeyanlardır. Çünkü bunlardan kurtulmak için önce bilinç, sonra cesaret ve sonra da çaba gerekecektir. Bu anlamda ben doğruyu bulmak üzere çok kitap okuyup çok farklı hayatları inceleyip kendime model yaratmak zorunda kalmışımdır. Nitekim aradığım rol modelini kimsede bulamamışımdır. Örneğin Mustafa Kemal muhteşem bir liderken özel hayatı açısından bakıldığında Türkiyenin ilk boşanan erkeğidir. Bu konuyu açıklamak için çok fazla örnek vermenin gerekliliğine inanmıyorum. Özetle insan gençliğinde kendisini gerçeklemek üzere bir rol model arar ve bu bağlamda ben bu konuda da başarılı olduğumu söyleyemem. Tabi bunda benim idealist yaklaşımımın belirgin davranış bozukluğu var. İdealistliğimi anne ve babamdan satın alırken bunu bu kadar yoğun içselleştirmek aslında çocukluk hezeyanlarımdan kaçmak üzere yarattığım bir oyun olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayım bugün. Çocukluğumu yaşayamamanın sebebini idealistliğimle açıklamak çok kolaycı bir yaklaşım olmasın rağmen yıllarca kendimi böyle kandırdım. Yoksa herkes çocuk olmak zorundadır, ister, bu çocuklara zeki olanlar da dahil! Oysa minicik beynime ve ellerime rağmen resmen bir büyükmüşçesine hayatımın sorumluluğunu üslenmek hiçbir şekilde açıklanabilecek bir durum değil! Ama hayat başa düşerse başka yapılacak bir şey kalmamış demektir. Diyeceksiniz anneniz ve babanız da benzer kararlar almak zorunda bırakılmamışlardı, cevap kesinlikle evet! Türk toplumu bir devrimi gerçekleştirirken her devrim gibi garip yan etkilerle uğraşmak zorunda kalmıştır. Kendi burjuvasını yetiştirirken duygunun da gerekli olduğu varsayımıyla hareket edememiş insanları idealist fikirlerle avutma durumunda kalmıştır. Dünyada bu esnada cereyan eden tüm özgürlük duygularına karşın toplumun din anlayışından kaynaklanan kalıpsal inanç sistemleri, gelenek ve görenekleri belirlerken, modern toplum anlayışını sadece görünüşte yarattığı, topluma içselleştiremediği gerçeğiyle karşı karşıya kalırız. Beyni modern olmayan görünüşte modern görünen bir toplum yaratmak bir o kadar daha özürlü diğer bir nesile bu çelişkiyi aktarım anlamına geliyor. Kişisel olarak yaşadıklarımı sadece ailemle sınırlandırmak doğruyu bulmak konusunda beni yalnışa götürecektir.

Bir evvelki bloğumda belirttiğim gibi artık entelektüelimi saklamak gibi br niyetim yok. Bu adamı yetiştirmek üzere verdiğim çabanın sonuçlarını aldığım bir dönemde topluma karşı ahlaki sorumluluklarımın hatırlatılması açıkçası hiçbir şey ifade etmiyor. Ersin beye sıkça söylediğim gibi bugünkü ahlaki karmaşada oturup seyretmenin bu toplum için herhangi bir faydası yoktur. Toplum dönüşmek için aldığı manevrayı yarım bırakıp tekrar geriye dönmek üzere çabalarını sıklaştırmışsa Atatürk ile açıklanmayacak ölçüde gerçekleşmiş bir yaşam inkılabının burada yarıda kesilmesi toplumda kesinlikle erezyon ve korezyona dönüşeceği aşikardır. Bu durumda Türkiye’deki gerçek entelektüel zihniyetinin devreye girmesinden başka herhangi bir şans kalmamıştır. Evet, yıllardır söylediğim gibi, ben bu toplumu dönüştürmekten yanayım. Bununla ilgili her türlü bilgiye ve ipucuna sahibim. Newyorker’ın tabiriyle bunu yapmakla mükellef bir zatım; MÜDÜRÜM!

Tanzimattan başlamak üzere iki Meşrutiyet, bir Cumhuriyet ilanıyla devam eden ve şimdi Meşrutiyet’in yenisini yapmak üzere işbaşında olan iktidar anlayışıyla paralleleşen ve şekillenen postmodern Türkiyemde, gerçekçi davranış modellerinin konulmadığını, Türk Mühendisliği yapılmadığını hatırlatarak, aslında kendisiyle çelişen ve yabancılaşan bir toplum modeli ile emperyalist zihniyetler için hareket eden bir Türkiye’nin yaratılmasına göz yummak, resmen topluma ihanet anlamına gelir! Biz, evet, bu anlamda, örnek bir model oluşturup bizim gibilerin sayısını artırarak “toplumsal ahlak reformu”na çanak tutmaya çalışıyoruz. Çünkü erezyonun başlangıç noktası din değil AHLAKtır!

Sonuç itibariyle bugüne kadar benden aldıklarınızdan çok farklı olarak yepyeni bir dönemin başladığını sizlere müjdelemek istiyorum. Bugüne kadar edebiyat ile sınırlandırdığım yazım hayatıma bundan sonra sınır koymadan ve bir hayli çeşitlendirerek karşınıza çıkacağımı ve böylelikle Eric Van Buyten’dan bir hayli uzak bloglar yazacağımı belirtmek isterim. Umarım bu yeni anlayışımda dahi beni yine anlayışla karşılarsınız.

Yaşama bedeliniz ağırsa yaşarken bunun karşılığını vermek durumundasınız. Benim yaptığım tek şey bu!

Saygılarımla,

ANIL

 
Toplam blog
: 631
: 293
Kayıt tarihi
: 10.04.11
 
 

Eric'i külden yarattım. Tamamıyla benim eserim. Söyleyeceği çok sözü, söylemek istediği az sözü. ..