Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ağustos '07

 
Kategori
Bilim
 

Yaşamla ölüm arasında

Yaşamla ölüm arasında
 

“Bir trafik kazasında, saat 14:15 de 19 yaşındaki Sven hayatını tehdit edecek biçimde yaralanır. Yaralıya bakan doktor, onu organlarının alınacağı bölüme göndermeye karar verir. Sven bir helikopterle Hannover’ deki Üniversite kliniğine nakledilir ve orada beyin ölümünün gerçekleştiği tesbit edilir. Anne ve babasına haber ulaştırılır ve onlar saat 19:30 a doğru Hannover’e gelirler. Annesi sonradan Sven’i gördüğü andaki izlenimini şöyle anlatır: -Uykudaki biri yatakta nasıl görünüyorsa, Sven öyle normal görünüyordu. Temiz, düzenli, dikkati çekecek başka birşey yoktu. Görünürde hiçbir yarası da yoktu. Katiyetle ölmüş gibi görünmüyordu.- Bu kritik anda doktorlar anne ve babasından organlarının bağışlanmasını rica ederler. Annesi razı olmadığı için, neticede rıza gösterinceye kadar babasıyla konuşulur. Sven’in annesi, oğlunu, gömülmesinden kısa bir süre önce tekrar gördüğünde, gördüklerinden dehşete düşer ve şoke olur. Sven birkaç saat içinde muazzam ihtiyarlamış ve çok yaşlı bir insanın görüntüsünü almıştır. Sarışın saçları da beyaz olmuştur........Annesi şunları protokole yazdırır: “ Çok kötü bir ölüm mücadelesi geçirmişcesine, eziyet görmüş gibi izlenim veriyordu. Orada neler olduğunu sonradan hep kendime sordum durdum.” Bir hastahanede, ölenleri morga koymakla görevli Alexander bana şunları anlattı: “Aralarında organları alınmış 25 yaşlarında bir genç vardı. O bütün öteki ölülerden bambaşka görünüyordu.Derisi gri beyaz olmuştu ve sarı saçları da beyazlaşmıştı.”

Yukarıdaki satırları, bu aralar elimde olan, Nisan 2006 da basılmış, “ Sonraki Hayat” adlı bir kitaptan aldım. Kitabın yazarı Almanya’da 15 yıldır ölüm olayını inceleyen Doçent Bernard Jakoby. Jakoby başka şeyler de anlatıyor: “

Ölmüş olan kişinin, organlarının alındığı anda ne derecede ölü olduğu sorusu son derece tartışmalı ve çetin bir soru..... Ölümün yeni tarifi olan beyin ölümü deyimi ile ölüm anı öne çekilmiş bulunuyor....Eğer beyin geri dönülmez bir biçimde zarar görmüş ise, kalbin atışları devam ettiği halde ve bedenin geri kalanı hala yaşıyor olduğu halde, yüksek teknoloji tıbbı, bir insanın ölmüş olduğunu söylüyor....”

Jakoby, tıbbın, beyin ölümünü, neden asıl ölüm anı olarak aldığını da söylüyor:

“Eğer bir insan kalb-dolaşım sistemi ve kalbin durması ile ölürse, birçok organı artık kullanılamaz.”

Sonra şunları ekliyor:

“Ölmekte olan insan, bir makine, bir nesne haline indirgenmektedir. Ruhsuz kabul edilmekte ve rahatça ölmek hakkından mahrum edilmektedir....Ağır yaralı olarak hastahaneye getirilmiş bir hasta, organ verici olarak tanımlandığı anda, ağır yaralı olmaktan çıkıp, beyin ölümü gerçekleşmiş yaşayan ölü haline gelmektedir.”

Bu işin etik tarafı. Ama şunlara ne dersiniz?

“Gizli tutulmakta olan araştırmalar, organların alınması esnasında sık sık, bedende tansiyonun yükseldiği ve terleme olduğunu ortaya koymaktadır ki, bu arazlar normal olarak tıpta ağrı çekildiğinin belirtisi kabul edilirler.....Ayrıca beyinde cereyanlar ve hala işleyen kan dolaşımı da tesbit edilmektedir”

Brrrr! Devam edelim mi?

“Beyin ölümü gerçekleşmiş organ vericiler, sık sık refleks gösterdiklerinden, tatbikatta, ameliyathanelerde tereddütler ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden de aslında organlarının alınması için, ölü bir insana narkoz verilmesine gerek olmadığı halde, tam da bu yapılmakta, yani “ölü”ye narkoz verilmektedir....”

Şimdi bu olaya nasıl bakacağız? Herhalde bakış açımız, hangi tarafta olduğumuza göre değişecek.

Yaşamak için organ bekleyen tarafta isek, beyin ölümü ya da kalp ölümü bizi ilgilendirmeyecek mi? Kendimiz veya bir yakınımız için hasretle bir organ diye dua ediyorsak, organları alınan kişinin, o anda gerçekten tamamen ölüp ölmediğinden veya rahat ve huzur içinde ölmesine imkan verilip verilmediğinden bize ne mi?

Çok sevdiğimiz bir yakınımızı aniden kaybetmiş isek- organ alınması genelde kaza ölümlerinde oluyormuş- ve yukarıda yazılanlar konusunda kuşkumuz varsa, bizim için en önemli olan şey, yakınımızın hiç değilse muhtemel acıları çekmeden, huzur içinde bu dünyadan gidebilmesi mi olacak? Veya organ bağışlama konusundaki hevesimiz bizi terk mi edecek? Bu takdirde, birkaç zaman daha yaşayabilmek için organ beklemekte olanlardan bize ne mi?

Bu arada, Jakoby başka tesbitlerden de bahsediyor. Organ alan kişilerde ortaya çıkan huy değişiklikleri, hatta bazen depresyonlar ve halusinasyonlar. Kişinin ömür boyu birtakım ilaçlara mahkum olması ve immun sisteminin doğru dürüst çalışmaması, bundan dolayı da kanserden, böbrek tahribatına, metabolizma bozukluklarına varan çeşitli hastalıklara açık bir yaşama mahkum olması.

Ben Bernard Jakoby’nin yalancısıyım.

Ve ben dehşete düştüm.

Ya siz?

 
Toplam blog
: 165
: 1414
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Uzun yıllardır yurt dışında yaşıyor. İsviçre'de Adalet Bakanlığı'ndaki mesleği yanında tiyatro ya..