Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Temmuz '08

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Yaşanmış memleket eleştirisi

Yaşanmış memleket eleştirisi
 

Ülkemiz Atatürk'ün çizdiği yolu daha fazla kaybolmadan bulmak zorunda.


“Aslan yattığı yerden belli olur.” Ya da “Temizlik imandan gelir.” Bu gibi atasözlerimize belki de daha onlarcasını ekleyebiliriz temizlik hakkında. Türkiye’ de genelde evlerimizde temizliği çok severiz. Çoğumuzun evinde temiz halılar ya da maddi olanaklarımıza göre kalitesi değişen temiz kilimler vardır. Ayakkabılarımızı eve girmeden çıkarır evin içinde öyle ABD filmlerinde ki gibi gezmeyiz. Evlerimizin içerisinde düzeni severiz ve konu komşuya da kirli kirli gözükmeyi hiç istemeyiz. Bu Türk toplumunun neredeyse tamamına yayılmış bir gelenektir. Peki ya hiç düşündünüz mü? Evlerinde temizliği seven ayrıca atasözlerinde bol bol temizlikten söz eden bir toplumun sokağa ilk adımı atınca neden eline ne geçerse dışarıya atığını?


Sanırım yazımı okuyan birçoğunuz gibi buna bende cevap bulmakta zorlanacağım. Yıllar önce okuduğum bir yazıda Türkiye’ye gelen bir Japon, ülkemizin güzelliklerinden ve misafirperverliğinden bahsettikten hemen sonra şu soruyu soruyordu. “Türkler çok misafir sever insanlar, Türkiye’de çok güzel bir ülke. Peki, bu insanlar bu kadar misafir sever insanlar neden sokağa çıkınca birbirlerine saygıları kalmıyor ve trafikte deliye dönüyorlar?” ne kadar güzel bir tespit değil mi? Hem de yıllar öncesinden bir tespit. Yıllar yılları kovaladı hükümetler geldi geçti, onca badereler atlattık ve daha neler neler.


Takvimlerimiz 2008’i gösterirken acaba biz medeniyetten denen ve güya peşinde olduğumuz bu hedefe uzaklaştık mı, yoksa yakınlaştık mı? Artık sokaklarımıza çıktığımız zaman yollarımızda beyefendi ve hanımefendiler mi görüyoruz? Yoksa hayvanat bahçesinin içerisinde bile göremeyeceğimiz şeylere mi tanık oluyoruz? ( Ha bu arada bu örneği kullanıyorum sakın hayvanlara karşı olduğumu sanmayın ben onların birçok vatandaşımızdan daha medeni olduklarına sonuna kadar inanıyorum.) Bende bu çarkın bir parçası olarak Türkiye’de döndüm durdum ve kendime göre birçok tecrübeler edindim. Şimdi ise uzak doğuda yüksek lisans eğitimimi yapıyorum. Türkiye’de ki geçirdiğim günlerimi ve burada gördüklerimi şöyle bir karşılaştırıyorum. Ülkeler arasında ki farklara daha çok takılıyorum. Buradaki diğer birçok yabancı arkadaşlar ve Çinliler ile sohbetlerimiz birbirini açıyor ve kafamda medeniyetin neresinde olduğumuzu düşünüp duruyorum. Benim medeniyet anlayışım öyle Avrupa ve Amerika falan değil, bunun örneğini şu böyle bu böyle olarak vermek istemiyorum. Toplumlar var oldukları süre içerisinde bu medeniyeti kendileri yaratırlar. Nasıl yamyam toplumlar medeniyetten yamyamlık düzeyinde faydalanıyorlarsa, gelişen ve amaçları olan toplumlarda kendilerini sürekli yenileyerek bu medeniyet pınarından da o kadar faydalanıyorlar. Tabiî ki evvela medeniyeti istemek ve ona inanmak geliyor. Ancak bu sayede bizlerde bu pınardan biraz içmeye başlayabiliriz. Yoksa gidip alışveriş merkezinden kart çekerek ne yazık ki alamıyoruz. Atatürk’te bize çizdiği yolda aynı hedefi göstermişti. (Ha bu arada unutmadan Atatürk’ün çizdiği yolu bu ülkedeki siyasetçiler çoktan sildi attı. Bize de o yolun ne yazık ki, neredeyse gözükmeyecek kadar silinen izleri kaldı. İzlere bakarak yol bulmaya çalışıyoruz ama hala yolun üzerine pislik döken dökene) Tarihin yakın dönemlerinde peşinde koşulmaya başlanan bu medeniyet denen zamazingo ( Büyük usta, Aziz Nesin’in bir hikâyesinde böyle birçok şeye verdiğimiz isim olarak zamazingo kullanılıyordu.) her toplumda hep bir sürü badirenin ardından var olmuştur. Yoksa şimdinin medeni dediğimiz ülkelerinin yakın geçmişine baktığımız zaman pekte medeniyeti kolay kolay bulduklarını gördüğümüz söylenemez. Medeniyet kıra dökede olsa artık aramızda yerini aldı. İlerlemek, insanca yaşamak, herkesin hakkına saygı göstermek ve gelişerek güzel bir geleceğin temellerini atmak gibi çok basit bir tanımlamasını yapabilirim. ( tabiî ki bu benim medeniyet anlayışım, yoksa cemaatlerde ömrünü tüketen adamın medeniyet anlayışı Halifetin geri gelmesi gibi geri vites medeniyet anlayışı. Şaka değil ülkemizde birçok kişi şimdiden geri vitese takmış durumda. Buraya parantez açarak daha acısını unutmadığımız kara leke olarak tarihimizde yerini alan Sivas katliamına bakmanızı ve unutmamanızı rica ediyorum.) Kimi toplumlar etraflarını dikkatlice izleyerek kendilerine güzel anlamlar çıkarırlarken, kimileri ise bakar kör misali medeniyete yaklaşmayı bırakın daha da uzaklaşıyorlar.


Sokaklarımızda isterseniz bir bayan olarak yola çıkalım. Kaç bayan arkadaşımız bu akşam sokakta yamyamlar kulübünün kombine biletli üyeleri tarafından sözlü taciz ediliyor? Dersiniz. Sanırım sayısı yurdumuzda her gün yüzlercesini bulacaktır. Ya başka ülkede olmuyor mu? Diyen, arkadaşlarımız olacaktır elbet. Onlara da diyeceğim şöyle bir dışarıda yaşayan eş dostlarınızdan biraz bilgi almanızı tavsiye ederim. Tabiî ki, bu kombineli yamyamlar bize mahsus değil dünyanın her yerine yayılmış durumdalar, ama en çok yaşadıkları yer havası ve suyunun tam kendilerine göre olduğu Türkiye. Bunlar göç falanda etmiyor. Kazık gibi kalıyorlar aynı yerlerinde. Hatta şehirlerde yaşadıkları bölgelerde genelde hep aynı yerler oluyor. Bu ne yazık ki bizim bayanlarımızın başında olan bir dert değil. Yurt dışından ülkemize gelen birçok bayan misafirde kısa bir süre sonunda yamyamlarımızla tanışıyorlar. Bunlar barda garson kılığında olabildikleri gibi alışveriş yapılan pazarlarda ya da sokaklarda insan kılığında da olabiliyorlar. Amaçlarını turizme hizmet olarak belirlemiş olan bu kesimden de güney sahillerimizde bol bol bulabilirsiniz. Yabancı dillerini internette Chat yaparak geliştiren bu tür yamyamlarımız her sene birçok yabancı bayan ile evlenip yurt dışına gidiyor.( Bu kadar kötü yabancı dil ile bu iş beceriyorlar ya, vallahi rekorlar kitabına girmeyi hak ediyorlar. Yani Almanca bilmeden Alman ile evlenmeyi, başarabilen tipler sanırım sadece Türkiye’ den çıkabilir.) Tabi yurt dışında yamyamlara çok fazla tahammül gösteremedikleri ve o ülkede yapacakları iş tecrübeli para yiyici olacağı için kısa sürede bayanlar tarafından şutlanıyorlar. Daha sonra o ülkede şansı yaver gidenler kendilerine iş güç bulup kaçak olarak oralarda kalmayı başarıyor. Bayan arkadaşlarım yaz aylarınızda bu bölgelere tatile gidecekseniz yanınızda sarımsak, okunmuş su ve benzeri şeyleri bulundurmayın bu yamyamların neresine kazık çakarsanız çakın asla peşinizi bırakmayacaklardır.


Bir medeniyet hikâyesi de benden: Türkiye’ye geçen sene yaz tatilim için döndüğümde hava alanında, yurdumuzun hemen her yerinde rastlanan bir tür olan magandagusgillere ait olduğunu düşündüğüm görevlimizle karşılaştım. Bu görevlimizi sağ olsunlar çokta güzel bir yere koymuşlar, acayip ülkemizi temsil ediyor. Eee, medeni toplumuz bizi ancak böyle medeni adamlar temsil edebilir. Bu arkadaşımızın görevi ise üstümüzü arayan kapının yanında durmak ve orada yurt dışından gelenlere yardımcı olmak. Ağabeyimizin sayesinde yardım kısmını pek bulamadım ama yinede ona biçilen görev bu. Aslında kapı cansız hali ile bu şahıstan daha iyi görev yapabilecek durumda kendi gözlerimle gördüm. Ne yazık ki zavallı kapının yanına bu güzel ağabeyimizi vermişler. Bende o gün çansıma fotör şapka takmıştım kafama, tam kapının oraya geldim benim haberim yok şapkamı çıkarmam gerektiğinden. Sağ olsun görevli güzel ağabeyimizde hatırlatmayınca ben elektronik kapından geçtim ve çantamı banttan alacakken, bizim ağabeyimiz beni uyarıyormuş ama haberim yok. Sanırım ağabeyimizin kullandığı dil artık ormanlarda bile konuşulmuyor ama o kültürünü yaşatmakta kararlı. Şu sesi duydum:


“ Fotöööööööörrrrrr” Ben anlamadım ne deniyor nereden geliyor. Herkes insana benziyordu bu sesin çıkmaması gerekirken bir daha duydum, “Fottttttöööööööööööööööörrrrrrr” Ben, kız kardeşim ve ağabeyim sesin ne demek istediğini anlamamıştık. Suratımızı bu güvenlik görevlisine dönünce tam anlaşıldı. Meğerse güzel ağabey benden şapkamı çıkarma mı istiyormuş. Bu ağabeyimizin magandacası çok iyi olduğu için biz onun dilinden ne yazık ki anlamadık. Bu türün yaşadığı ortama ayak uydurması pek kolay olmuyor ona da hak vermek lazım. Şu cümleyi kurmak için sanırım orada birkaç gün beklememiz gerekebilirdi. “ Bey efendi rica etsem şapkanızı çıkarır mısınız?” Cümleye bak amma zor. Adam iyikide sadece “Fotööööörrrr” dedi. Düşünsenize şöyle konuştuğunu: “Lan, Fotörrrrrlü, gırarım gafanı çıgar bagam o gafandaki maymun icadını” Yok yok halime şükür. Fotttörrrrle yırttık. 2000 senesinde bir Polisten bana söyleneni buraya yazamıyorum. O poliste aynı familyadandı sanırım. Hatta evrimini daha tamamlamasına epey vardı. Bu kapıdaki ağabey en azından evrimini bozukta olsa tamamlamış.


Gerçektende acayip zor cümle yani bu ağabeyimiz için. Bey Efendi diye başlasa sanırım sonunu bulamayacaktı. Biz bu ağabeyimizi içimizde yaşattığımız güzel sözlerimizle uğurlayarak ( Tabiî ki içimizden) evimizin yolunu tuttuk. İçimden şu geçmedi dersem yalan olur. “ Evet, Rıfat memlekete hoş geldin.”


Evde dinlen, eşi dostu gör derken babamdan uyarı geldi. “Oğlum bizim şehir içinde ki eve giderken Tekel fabrikasının oradan geçme seni keserler.” Baba dedim sen ne diyorsun iki adım yürüyeceğim.


“Yok, oğlum sen oradan da minibüsle geç”


Haydaaa, işe bak kendi memleketimizde evimize gidemiyoruz. Anladım ki bu sefer orayı da sarmış ülkemizin yamyamları ama bu seferkiler gerçekten de can ve mal kaybına neden olacak kadar ileri düzeydeler. Tekirdağ Tekel fabrikasını bilenler bu duruma şaşıracaklardır. Çünkü şehrin çok yakınında bir yer. Hani dağda bayırda olsa kurt bile kapmayacakken bakıyorum bizim şehirde aramızdaki kurtlar dağdakileri geçmiş. Neyse bir ay boyunca 100 metre mesafeyi minibüsle geçtim ya yaşasın Tekirdağ Emniyeti. Bir teşekkür plaketi almaya hak zamandılar benden. 2000 yılında ki ile beraber vermek istiyorum buda duyurulur.


Yakında yine Türkiye’ye dönüyorum. Bana yeniden minibüsler gözükecek. Burada ne güzel çöplerimi dahi tek tek ayırırken ülkemde bende zarar çarklarına katılacağım. Ankara’da sokaklara konulan geri dönüştürülen malzemenin atıldığı kutularda genelde hiçbir kap ait olduğu deliğe gitmezdi. Bizim şehirde bu kutuları dahi bulmak zorken bırakalım biz hangi deliğe atacağımızı da çöplerimizi zamanında alsalar yeter. Buraya geleli neredeyse iki sene oldu. İnsanların nasıl yaşadığını gördüm. Bakın yaşamak diyorum bizimkisi tam yaşamayı karşılamıyor. Türkiye deki sanırım yuvarlanmak ya da salla baba takılmak gibi bir şey olsa gerek. Burada medeniyetin tadını aldım ya hey be, sen neymişsin demeden edemedim. Kornasız yollar. Kızlara laf atılmayan sokaklar. Kapkaçsız mekânlar ve daha onlarcası. Uzat şu anlını da bir öpeyim medeniyet bir ara yolun düşerse bizim memlekete de uğra. Aman kafanda şapka falan varsa kontrollerde çıkarmayı unutma yoksa daha geldiğin gibi geri döndürürler vallahi. Ha bu arada bize uğrarsan Tekel’in oradan yürüyerek geçme tamam mı?


Bu yazımda bir memleket eleştirisi yaptım. Elbette dış dünyada da onlarca olay oluyor. Kimse demesin ya Türkiye böylemi diye ama böyle. Ülkemizde de azınlıkta olsalar çabalayan iyi insanlarımız var ama ne yazık ki ülkemizde yaşanan magandalıkları ve ahlaksızlıkları topladığımız zaman dünyadaki onlarca ülkeyi çok rahat solluyoruz. Bilinçsiz kitleler seçimleride yanlış yaparak çıkmazlara girmemize yardımcı oluyor. Her an yolumuzun geçtiği bir noktada karşımıza çıkan geri vitesler sayesinde yıllarımız su gibi akıp geçiyor. Değişen çok şey var sansakta yıllar öncesinin Tiyatro oyunlarında ki eleştiriler bile neredeyse bugüne şak diye oturuyor. Anlayacağınız eksi tas eski hamam herşey devam ediyor. Aziz Nesin'in aptallar ile ilgili sözleride aklıma gelmiyor değil. Hani şu çok meşhur olan. Bilmem anlatabildim mi ? Ha ! bu arada, bir daha söz Türkiye'de fotör yok. Saygılarımla.

 
Toplam blog
: 180
: 4193
Kayıt tarihi
: 13.11.06
 
 

Kariyerini Uzakdoğu sahne ve televizyonlarında geliştiren  sunucu, şovmen, yazar, oyuncu Uğur Rıf..