Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Şubat '11

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Yaşlı aşk

Yaşlı aşk
 

Bulutlardayım


Dün sabah kalktım, aynada yüzüme baktım. Ben saç boyayan, beyazlarını kapatmaya çalışan biri olmadım. Ama dostlarım bunu anlamadılar ve de tahammül gösteremediler. Her biri, saçımda bir şeyi denedi. En son kendimi ‘kezban’ gibi hissettiğim, bir karışımla saçlarımı siyaha boyadı bir kardeşim. Saçımı yıkayıp aynada kendimi gördüğümde, sert hatlara sahip olduğum yüzüm, daha da bir sert ve kara olmuştu. Hatlarım sert ama, ruhum çok farklı. Düzeltme şansım yoktu. Geçen 2 ay içinde, diplerdeki beyazlar bu sefer daha da bir fazla coştular. Halim yoktu ilgilenmeye. Ümidim yoktu. Sevincim yoktu. Kendimi; yine, ‘kendimi sevmez hallerde’ bulduğum bir dönemdeydim. Dün sabah kalktığımda çığlıklar vardı. Ne olursa olsun, kendimi düzeltmeliydim. Kendimi tekrar sever hale dönmeliydim. Param da yoktu. Beni ancak bir uzman düzeltebilirdi. Askeriye giriş kartı olan, kendisiyle çokta ilgilenen bir arkadaşımı aradım. ’ Beni ne olur bugün bir kuaföre götür ‘ dedim.’ ‘Dışarıdan kimseyi almıyorlar, sabret, sana uygun fiyatlı bir kuaför araştıralım dedi.’ .’Bekleyemem, ya şimdi ya hiç’ dedim. İçimdeki arzuyu, çırpınışı anlatamam. Sanki saçlarımı güzelleştirerek, kaybettiğim kendimi bulacaktım ve bu şimdi olmazsa, o ‘ beni ‘ gömecektim. ’Peki ‘ dedi sağ olsun ve buluştuk.. Sıcacık bir semtin sokaklarında dolaştık, ucuz bir kuaför bulmak için. Ama kuaför aynı zamanda ehli olmalıydı. İki saat sonra tahta bir masada oturmuş çay içer bulduk kendimizi. O günün en önemli konusu, olayı; saçımın boyanması ve kesilmesiydi. Memleket meselelerini halletmeye çalışır haldeydik, ç aylarımızı yudumlarken.. Onlarca telefon açtık. En sonunda, muhteşem ehli bir kuaför buldu bir yakınım. Fiyatta uygundu. Koştuk gittik. Çıktığımızda hava kararmış, aradan 8 saat geçmişti. Ve ben, ‘kaybettiğim beni ‘ de alarak binmiştim arabama..Her dakika birilerinin ne kadar muhteşem olduğumu, ne kadar gençleştiğimi söylemesini istiyordum. Arkadaşımın çok uzun zamandır, küçük bir grubu vardı, küçük sıcacık bir semtte.. O insanlarla 3-5 kere bende birlikte olmuştum. Arkadaşlardan biri 3 katlı, küçük, nostaljik bir binada cafe işletiyordu. Giriş katındaki küçük mutfakta, bazı geceler toplanıp, sohbet ediyorlar, yiyip içiyorlardı. Öylesine sıcacıktılar ki… Öylesine birbirinden farklılardı ki… Ama paylaştıkları aynıydı. Sağ olsunlar beni de aralarına kabul etmişlerdi. Fonda, duvarlarda hep geçmişken izler vardı. Girdik mutfaktan içeri. Küçük, yere yakın bir masadaki, gazete kağıdı üstünde , çeşitli yiyecekler vardı. Özensiz ama özenliydiler. Tabureler vardı 3-5, yere yakın. Ama koca gövdem sığdı o 7 cücelerin taburesine vallahi… Duvara yakın daha önce hiç görmediğim bir ‘ amca ‘ oturuyordu. Dişleri takmaydı, ama vardı. Üstünde kalın bir trençkot vardı. Önünde bir rakı bardağı.. Belli ki, eski tanışlardı. 6 kişi olmuştuk, yaşlar değişikti. Amcam meraklı bakışlarla ve temkinli beni süzüyordu.. Pek bir efendiydi, ağırdı.. Konuşmaya başladı masa geneline, rakamlar söyledi. Anladım ki, yaş 71 idi… Kulakları pek iyi duymuyordu. Ama gözleri görüyordu. Maltepe’nin eskilerindenmiş. Has İstanbul delikanlısıymış. Beyoğlu’da doğmuş.. Gururla nüfus kağıdını gösterdi bana. ‘Bak inanmıyorsan’ dedi.’ Nasıl saçlarım güzel olmuş mu, biri beni sevebilir mi artık ‘ dedim. ’ Elbette’ dedi.. Güldüm. Aramızda bir bağ oluşmuştu. Biz diğer hane sakinleri ile konuşurken dinliyordu, usul usul. Zaman zaman 2-3 laf atıp katılma isteğini gösteriyordu. Zaman geçmeye başladı. Kafe sahibi can çocuk, bilgisayarındaki muhteşem arşivinden parçalar seçip çalıyordu. Masada, daire daire kesilmiş elma vardı. Komşu yemek dükkanından, 3 Hatay künefesi de gelmişti. Ara ara, evlerine giderken, uğrayan dostlarda, bir şeyler bırakıp gittiler. 2 mandalina çok güzeldi. Hepsini çaktırmadan ben yedim. Nasıl oldu bilmiyorum ama bir şey , amcama bir şeyleri anımsattı. Yürekten iç çekmeleri başladı. Anladım ki anlatacak. Çok ürkekti. Bizlerin duygusallığı onu etkilemişti. O da bizden biri olduğunu, o da bir zamanlar genç olduğunu anlatmak istiyordu. Aşkı vardı. Başladı anlatmaya. 55 yıl önceydi dedi. 16 yaşındaymış. ‘Bir kız vardı mahallede ‘ dedi. ‘ 2 yıl önce bir toplantı da bir bayanı işaret etti bir arkadaşım’ dedi. ‘ İşte bu bayan, o genç kız dedi’ dedi. ‘ İnanır mısınız onu gördüğüm o andan sonra 4 ay her gece onu rüyamda gördüm ‘ dedi. ‘ Sonra, eşim ufak bir rahatsız geçirince, korktum kendime geldim ‘ dedi. ‘Sen ne yapıyorsun, ya eşini kayıp edersen, kendine gel dedim’ dedi. ‘Suçluluk mu duydunuz, eşinizin rahatsızlığını Allahın bir size ültimatomu, bir cezası gibi mi gördünüz ‘ dedim. ‘Evet, aynen öyle’ dedi. Ağzındaki takma dişlerden, zor dönüyordu dili. Belki de rakıdandı. Belki de heyecandan… ‘Eeee ‘ dedik sonra? ‘Ne sonrası ‘ dedi. ‘Aman kardeşim’ dedi ‘sakın kimseye söylemeyin ağzınızdan kaçırmayın, bu bir sırdır’ dedi. ‘Valla Maltepe de kan gövdeyi götürür dedi.Eşi ve oğlu var ‘ dedi.. İnanamadım, amcam o an 18 yaşındaydı. Güldüm. Ne kan götürmesi dedim içimden.’ 70 üstü yaşlardaki insanın duyguları, platonik aşkı için nasıl kan gövdeyi götürür ‘ dedim. Araya başka konular girdi, her bir arkadaş başka konulara girdiler. Amcam sustu. Benim gözlerimse hep onu takip etti. Anlatamamıştı, gençliğini anlatamamıştı.. İçinde kalmıştı.. Gözler hüzünlendi. Feri söner gibi oldu. ‘Kardeşim, doldur ya’ dedi şu bardağı. O sırada Tanju Okan’ ın ‘ koy, koy, koy, koy’ şarkısı çalmaya başladı. 

Bir anda, hepimiz çığlık çığlığa eşlik etmeye başladık şarkıya… Kulak tam duymuyordu, gözler ini fal taşı gibi açmış, 1 yaşındaki bir bebeğin ürkekliği ile anlamaya çalışıyordu.. Yine zaman aktı. Bir boşluk bulunca, yine ona yöneldim. Ve sordum. ‘Lütfen anlatır mısınız?’ dedim. ‘Okul arkadaşınız mıydı?’ ‘hayır’ dedi, ‘ komşunuz muydu?’, ‘hayır’ , ‘hiç çıktınız, konuştunuz mu?’ dedim.. ‘hayır, mümkün mü o yıllarda çıkmak, aman ne diyorsunuz siz?’ dedi. ‘Peki, ne idi, nasıl bir ilişkiydi’ diye sordum. ‘Sadece konuşmadan bakışırdık’ dedi. ‘Aman Allah’ım’ dedim. ‘Bu bakışmalara mı yüzyıllar sonra, takıldın kaldın, iç çekiyorsun’dedim düşümde. Ne kadar güzel, temizdi duygular, içim ısındı. Oysa bugün neydi sevgini tanımı…… ‘Bakın’ dedim, ‘kendinize bir hediye verin, ne kadar ömür kaldı ki, içinizde ukte kalmasın, bir gün onu bir kahve içmeye davet edin, bir kez’ dedim. Bakışları o kadar çocuktu ki. ‘Olmaz’ dedi. Onun bir eşi var, oğlu var’ dedi… ‘eeee’ dedim.. ‘olur mu? , neler olur’ dedi. ‘Eşi gelir beni alınımdan vurur’ dedi. ‘Ne vurması , siz yanlış bir şey yapmayacaksınız ki’ dedim.’ Sadece bir kahve, ve ukteyi yaşamak, belki sadece 30 dakika.’ ‘Olmaz’ dedi.O kadar hüzünlüydü ki.. Devam etti. ‘Ama biliyor musunuz ki? benim eşim vefat eder, onun ki de ederse, o zaman ona koşar ve alırım onu ‘ dedi. Hala 18 indeydi amcam. Her şey apaçıktı. Oysa zaman yoktu. Ve saçlarım o gece çok güzeldi.. Amcam da güzeldi.. Şimdi kimbilir kaç ay daha görecekti, aşkını rüyalarında. Siz görmeyin, olur mu? 

 
Toplam blog
: 39
: 1366
Kayıt tarihi
: 19.12.08
 
 

Gazi Üniversitesi Ekonomi Fakültesi 1982, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi,Yöneticilik İht..