Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Haziran '11

 
Kategori
Edebiyat
 

Yazınsal yaratı üstüne fikir uçuşmaları

Yazınsal yaratı üstüne fikir uçuşmaları
 

MERHABA
Sevgili okur, bir deneme-inceleme dizisinin ilki olan bu yazıyla, bugün, çok riskli sulara yelken açtığımı biliyorum. Ama ne kadar dost, ne kadar düşman kazanacağımı bilmiyorum.

Ne var ki, tüm yaşamım boyunca, yaşamın bana türlü deneyimlerle öğrettiği doğruları hiç içimde taşıyamadım. Kuşku, yakamı hiç bırakmadı. Doğrularımı paylaşmak, sınavdan geçirmek istedim. Nefer oldum hep. Kariyer-iktidar ilişkisi, bana hep itici ve tutsak edici geldi. Belki de böyle bir beklentisizlik (Belki seçim, belki becereriksizlik), dilimi sivri ve engel tanımaz kılan, bilemiyorum.

Sizlerden umudum ve dileğim, yazdıklarımı, “Dost acı söyler” atasözünü ve yaptığım açıklamaları dikkate alarak okumanızdır. Bir de, şiire şaire, yazıya yazara bakışın, onu algılayışın doğası gereği, öznel olduğunu gözden ırak tutmamanızdır. Her konuda olduğu gibi yazınsal beğenilerde de farklılıklar hep oldu, olacaktır.

Ben sizlere, tüm içtenliğimle kendi görüşlerimi akatarabilirim ancak. Yararlanacak bir şeyler bulup bulmamak okurun sorunudur, derim.

TETİĞİ ÇEKEN
Yazılı basında, medyada süregiden özgürlük daralması, ona bağlı olarak gelişen yazınsal kabızlık ve tekelleşme, güdümlenme, içe kapanma, internet sitelerinde acemice bir arayışa itti beni. Genelleme yapmama bakmayın. Sözlerim, yazılı basında, vaktiyle bir biçimde yer edinmiş, sayıları iyice azalmış gerçek sanatçıları kapsamıyor. Onlar da zaten, bilboardlarda yer alamıyorlar, TV TV gezip kendilerini tanıtamıyorlar. Kitapçı raflarında bulmak için çok uğraşıyorsunuz ve bu gerçekliği de kabul ediyorlar.

Ciltlere, sayfalara, mürekkep kokusuna bağımlı bir kuşaktan geliyordum. Teknoloji özürlüsüydüm. Bu aleti alıp, sırtımı yastığa yaslayıp yatağımda okuyamıyor, başucuma koyamıyor, çantama tıkamıyordum. Kısacası, çağın dayatmasıyla; pek sevdiğim kasaba pazarlarının köşelerinde, kocaman marketlerde bulamadığımız, hormonsuz, lezzetli, doğal meyve, sebze arayışı gibi bir arayışa koyuldum. Diğer yandan, kendi biriktirdiklerimin verdiği sancı da vardı elbette.

Kısa sürede, ailedeki adım, internet bağımlısına çıktı. Alışma, öğrenme sürecinde olduğumu bildikleri halde, böyle acımasızca yargıladı insafsızlar. Oysa onların ellerinden, bu işi gören cep telefonları yıllardır düşmüyor, iki laf etmeye fırsat bulamıyorduk. Ama kim kendi gözündeki merteği görüyor ki?..

İnternetteki yazın dünyası da pazarlar gibiydi. Yazınsal beğenime uygun şairleri, yazarları bulmak kolay olmuyordu. Ya da şair, yazar sayısı çok fazla olduğu için ben seçemiyor, yetemiyor, ulaşamıyordum.

Sonra forumları okumayı öğrendim. Aaa, yıllardır yazıp çizenler, okunmadıklarından, yorumlanmadıklarından ya da yorumların tek düzeliğinden yakınıyorlardı. Yine, hemen kabahati kendimde aramak suretiyle ve alışkanlığım üzre, kendime haksızlık ettiğimi anladım. Bu yakınmalardaki çelişkinin nedenlerini düşünmeye başladım.

Bu arada, beğenime uygun yazar ve şairlerin kimi şiirlerine, yazılarına yorumlar yazmaya, görüşlerimi belirtmeye başladım.

Huylu huyundan vazgeçer mi kolayca?..Kimsenin giysisi, ayakkabısı yakışmamışsa, öldür Allah, ayıp olmasın diye “Güzel” diyemem. En kibar zamanımda, sözü geçiştirmenin bir yolunu ararım. Şimdi, yazınsal bir metne, algımın ötesinde nasıl yaklaşırım?.. Bir sorgudur başlar:
-Yazarı şairi, yazıyı şiiri kandırma hakkını nerden buldun?
-“Tümünü beğendim, pek güzel” demezsen, şirin gözüküp içsel doyum sağlayacağını umuyorsun, değil mi?..
-Sahici olmadığını bildiğin o doyumu ne yapacaksın?..Sakın, hımmm?..

Falaka, elektrik, Çin işkencesinin esamesi okunmaz o sorguda.

İçimdeki acımasız yargıcın -kalemini kırmazsa eğer-, riyadan, yağcılıktan ömür boyu hapse mahkum etmesi işten değil. Başa çıkamam o yargılamayla.

Şimdiye değin, sivri dilime karşın, özel iletiyle bana ulaşmış birkaç incinme dışında, yorumlarıma olumsuz tepki almadığıma seviniyorum. Aksine yüreklendirici yanıtlar aldığım oldu, sevindim, konu üzerinde daha çok çalışma, düşünme, yazma gereği duydum.

Birkaç yazıyla, örnekle, yazınsal ürünlerin, benim üzerimdeki etkisini, nedenlerini ele alırsam; bilebildiğim, dilimin döndüğü kadarıyla evrensel ölçütlerini anlatmaya çalışırsam, genç sanatçılar ne düşünür, yararlanırlar mı, diye merak ettim.

Görüşlerimi kısa yorumlara hapsetme yerine, daha etraflıca anlatırsam, incinenlerin gönüllerini alır mıyım, diye düşündüm.

İşte sevgili okur, birkaç yazıdan oluşacak diziyi tetikleyen etmenler bunlar.

KARAR
Yaşam bir oyun oynayıp da şu tuşlardan uzaklaştırmazsa, bu açıklama dizisinin ardından, şimdiden ufak notlar alınarak temel taşları atılmaya başlanmış tanıtım/eleştiri yazıları düşünüyorum.

Madem, yazılı basın, ya tekellerin ya da su sızmaz butik dergilerin elinde, biz de kendi yağımızla kavrulup sanalın uçsuz bucaksız göklerine, yarınlara bırakalım sözlerimizi...

Madem, saygın, nesnel eleştirmenlik mesleği, neredeyse maaşlı memurluk haline gelmiş, koyunun olmadığı yerde keçi olmaktan gocunmayalım, diyorum. Varsın, sözlerimiz, “Çam sakızı, çoban armağanı” olsun.

Gün ola, devran döne...

Çok okumak iyidir ama az okumak, hiç okumamaktan yeğdir. Kötü yazmak, iyi değildir ama hiç yazmamaktan yeğdir.

Elbette en güzeli; çok okuyup, çok düşünüp, emek verip kalıtsal yapıtlar bırakabilmektir. Biz, sanata saygı duyalım, emek verelim de gerisini zaman düşünsün.

Haydi, hepimize kolay gelsin...

Sevgi ve dostlukla...


14.06.2011
Vildan Sevil 

 
Toplam blog
: 102
: 882
Kayıt tarihi
: 07.06.11
 
 

1949 İstanbul doğumluyum. Emekli edebiyat öğretmeniyim. Çeşitli edebiyat sitelerinde, çeşitli kon..