Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ağustos '14

 
Kategori
Deneme
 

Yazmak paylaşmak, çoğalmak çoğaltmak

Yazmak paylaşmak, çoğalmak çoğaltmak
 

Herkesin söyleyecek,yazacak, paylaşacak bir şeyleri vardır.


Bakıp gözlediklerimizi,

Susup dinlediklerimizi,

Düşlerimizi ve düşüncelerimizi,

Aşklarımızı ve özlemlerimizi,

Yüzyıllardır aktarıp durduğumuz

O derin nehir değil mi yazı?

 

Uzak zamanlara ve coğrafyalara,

Bizden çok önce yaşananlara,

Bizden sonra yaşanacaklara,

İnsanlara, bilimlere, masallara

Ulaştıran o köprü değil mi yazı?

 

Birer elmas gibi taşıyorsak her birimiz,

Okuduklarımızdan ya da okunanlardan aldıklarımızı

Hep birlikte

Ve alkışlarımızla selamlayalım,

Göçmüş ve yaşayan

Anlatıcılarımızı, çizerlerimizi ve yazarlarımızı.

Şahbettin Uluat

Bir eylemdir, bir yaşam biçimidir, bir tutkudur yazmak.

Kimilerine göre uzak ve anlamsız, kimilerine göre önemli, kimilerine göre zor, gereksiz, yorucu, kimilerine göre de bir kendini ifade etme tarzı, vazgeçilemez bir duruştur yazmak.

Kimilerimiz şu ya da bu nedenle okumayı sevdiğimiz için yazar olmak isteriz.

Okuduğumuz çocuk kitaplarını kapattıktan romanlara, öykülere başladıktan sonra seçeriz yazarları kendimizce. Bir kısmını zevkle ve bir solukta okuruz. Okudukça ufkumuz genişler, yazara özel ilgi duymaya başlarız.

Yerli yazarlardan yabancı yazarlara geçeriz. İlk zamanlarda yabancı öykü ya da roman kahramanlarının adlarını bellemekte zorlanırız. Tutkuyla ve çokça okuyarak aşarız bu engeli. Yabancı yazarlardan da sevdiklerimiz, hayran olduklarımız olur.

O sevdiğimiz, önemsediğimiz yazarları dünya âlem seviyor, önemsiyor, herkesler tanıyor gibi hissederiz bir ara. Onların böyle tanınmış olmaları hoşumuza gider.

Giderek roman ve öyküyü de aşar, yazmakla ilgili eğitici kitaplara, makalelere, röportajlara ilgi duymaya başlarız. Falanca yazarın nasıl bilgi toplayıp değerlendirdiğini, filanca yazarın günün hangi saatlerinde nasıl yazdığını öğrenmeye başlarız. Konu ile ilgili görsel ve yazılı medyada yer alan şeyleri önce rastladıkça sonra da bir kısmımız özellikle planlayarak izleriz, okuruz.

Bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde yazarlığa ilk adımımızı atmış oluruz böylece. Bu ilk adım çok genç yaşlarda da gelebilir, orta ve ileri yaşlarda da.

O ruh halini yaşadığımız zaman tam da üniversite seçme zamanımıza ya da bir iki yıl öncesine denk gelmişse gazetecilik, edebiyat gibi fakülteleri tercih ederiz.

Tabii bu her zaman böyle başlamayabilir. Kimilerimiz de, annemiz, babamız, öğretmenimiz, dayımız, teyzemiz, sevgilimiz ya da başka biri bizde bu cevheri gördüğü için başlarız yazmaya. “Oğlum, kızım, evladım, yeğenim sende potansiyel var, dünya çapında bir yazar olabilir, milyonlarca basan kitaplara imza atabilirsin. Bu yolla hem paraya hem şöhrete kavuşman işten bile olmaz. Bence sen bunu bir düşün” diyenler olur çevremizden.

Yayınlanacak olan ilk öykümüz, şiirimiz ya da yazımızsa çoğumuz garip bir şekilde egomuzu balon gibi şişireceği için biz de çok isteriz bunu. Yayınlandıklarında çok çok mutlu oluruz. Bir süre herkes bizi görmüş, anlamış, tanımış gibi hissederiz. Bir süre okulda, iş yerinde, evde, sokakta birilerinin bizi durdurup çok güzel bir şey yazmış olduğumuzu söylemesini bekleriz.

Çok sonraları farkına varırız bizimle en çok ilgilenen insanların bile, kendilerine durumu çıtlattığımız halde ilgilenip bakmadıklarının, okumadıklarının. Varsa eğer az çok okuma eğilimi olan bir tanıdığımız, yakınımız biz istedik diye girer bakar ya da okur. Eğer özellikle tembihlemişsek ve yazılan şey internette üyelik gerektirmeyen bir sitedeyse kendince bir iki satır yazar altına. “Çok kıymetli arkadaşım, harika şeyler yazmışsın, kutlarım” tarzında ifadelerle işi geçiştirir. Yine de, o bile bizim için çok büyük anlam taşır.

Çoğumuz, öykülerimizin bir yerlerde yayınlanmasıyla toplum içinde saygın bir yer edineceğimizi düşünürüz. Zengin olacağımızı hayal ederiz.

Kimilerimiz de, kendi doğrularımızın, o insanlar tarafından bir türlü anlaşılamayan mutlak doğruların (!) birileri tarafından anlaşılır şekilde dile getirilmesi gerektiğini, bu yolla insanlara gerçekleri anlatmanın insanların ve toplumların önünü açacağına inandığımız için toplumları kurtarmaktan başka bir amacımız olmaksızın büyük bir fedakârlık göstererek bu işe soyunuruz. O durumda en önemli amacımız, insanlığa hizmettir. Diğer her şey ikinci plandadır.

“O bile yazıyorsa ben hayda hayda yazarım” dedirtenleri de gördükten sonra (ki aslında biz onların bir kısmının derinliğini fark etmiyor, hafife alıyoruzdur) kolayca okuyup tükettiklerimizin kolayca yazıldığını düşünürüz bazen ve artık kimse bizi tutamaz. Başlarız kalemimizi oynatmaya, klavyemizi konuşturtmaya.

Geçeriz defterlerimizin, bilgisayarlarımızın başına. Daktilo demiyorum artık çünkü bilgisayarlar onların pabucunu çoktan dama attı. Biliyorum çünkü otuz beş yıl önce babama aldırttığım küçük makine yıllardır tuşlarına dokunulmadan bir köşede boynu bükük duruyor. Kesinlikle eminim ki benim gibi pek çok yazma meraklısı, yazar da eşlerinin kurtulmak gereken bir döküntü olarak gördüğü “bey artık at gitsin bu modası geçmiş şeyi” dediği daktilolarını saklamaya devam ediyordur.

Neyse, yazmaya oturduğumuzdan söz ediyordum ya, zurnanın zırt dediği yerlerden biri tam orasıdır. Pek çoğumuz için de zurna, zurnalığını yapar. Daha ilk cümlede ya da ilk yazıda tökezleriz. Haydi, onu aştık, ondan sonraki cümleleri derli toplu kılmak vaktimizi alır, onu da aştıktan sonra bir sayfalık bir yazı ya da bir şiir için çok uzun vakit harcadığımızın farkına varırız.

Yazmanın aslında ilk aklımıza geldiği kadar kolay olmadığının farkına varırız.

Yazmak da diğer her şey gibi dil ve anlatımla ilgili belli temel bilgilerin yanında sabırla ve çok çalışmakla başarılan bir iştir. Nasıl ki müzisyenler enstrümanları ile sanatkârlar tezgâhlarındaki makine ile cerrahlar yaptıkları ameliyatlar ile etkili ve güçlü olabiliyorsa yazarlar da bu konuda zaman harcayarak, yoğunlaşarak etkili hale gelebiliyorlar.

Usta ve büyük yazarımız Yaşar Kemal dilekçeler yazarak başladığı serüvenine gazeteci olarak Türkiye’nin pek çok şehrini dolaşıp röportajlar ve haberler yaparak, bizzat yaşayarak, yaşadıklarını saatler boyu, günler boyu yazıya dökerek bugün zevkle okuduğumuz romanlarını yazacak düzeye gelmiştir.

Aynı şeyi bu işe yoğun emek vermiş ve karşılığını bileğinin hakkıyla almış yazarımız Orhan Pamuk için de söyleyebiliriz. İlk romanı Cevdet Bey ve Oğulları’nın hacmine bakarsanız bu işi öyle kolay başarmadığını rahatlıkla fark edebilirsiniz.

Diğer bütün önemli yazarlarda bu emeği görürsünüz.

Elbette dediklerimi bir dil ve yazım alt yapınız olmadan çok yazarak önemli biri olursunuz şeklinde de anlamamalısınız. Söyleyecek sözü olacak kadar yaşam deneyimi ve fikir sahibi olmayan birinin eksiklerini tamamlamadan önemli edebi yapıtlar üretmeye çalışması doğal olarak baştan yanlıştır.

Öte yandan yukarıdaki paragraflara bakıp “bu iş çok zormuş, bana göre değil” demenizi de kesinlikle istemem. Beni az çok tanıyan, bilenler şunu da bilirler ki ben önüme gelen herkesin bir şeyler yazmasından yana olan biriyim. Her insanın ayrı bir dünya ve her dünyanın diğer dünyalara söyleyecek sözü olduğuna inananlardanım. Yaşı, konumu, eğitim düzeyi ne olursa olsun her insanın özgün yaklaşımları, diğerlerinin aklına bile gelmeyen yorum ve çözümleri olduğundan kesinlikle eminim. Sürekli yaşadığınız ya da yabancısı olduğunuz bir yerdeki izlenimleriniz kesinlikle diğer insanlarınkinden farklı olacaktır ve bunları yazıya döküp kendilerine ulaştırmamız, onları çoğaltacaktır. Aynı şey yazan ve okuyan taraflarda duran bütün insanlar için geçerlidir.

Yazmak doğru, kalıcı ve etkili bir iletişim yöntemidir. Yazdıklarımız yakınlarımızdakilere de, uzaklarımızdakilere de, yarın gelecek olacaklara da ulaşabilecektir. Böylece onlar başka bir zamanda ya da yerde yaşamış başka birinin duygu ve düşüncelerini, sorunlarını ve çözümlerini öğrenebileceklerdir. Bu her zaman ufuk genişletici sonuçlar doğuracaktır.

Yukarıdaki kimi edebi yazım anlamındaki “olmazsa olmazlarıma” rağmen ben dili iyi bilmeyen, iyi kullanamayan insanların da bir şeyler yazmalarını isterim. Belki yazacakları şeyler o an için edebi şeyler olmayacaklardır ama farklı, özgün, aydınlatıcı şeyler olacakları kesindir.

Yazı insanın kullandığı önemli ve kalıcı iletişim araçlarından biridir. Elbette yazılan her şeyin edebi bir amacı ya da yönü olması da gerekmez.

Günümüzde teknolojideki gelişmeler yazmaktan çok daha kolay olan sesleri kayıt altına alma konusunda da çok sayıda çözüm ortaya çıkarmıştır. Yani “benim güzel düşüncelerim, öykülerim, çözümlerim var ama yazı yazamam, yazıya zaman ayıramam” diyenler de artık bütün bunları kayıt altına alabilecek durumdadırlar. Yapmaları gereken şey, cep telefonundan bilgisayara, basit ses ve görüntü kayıt cihazlarına kadar pek çok şeyin içinden kendilerine en uygun kayıt aracını seçip kullanmayı alışkanlık haline getirmektir.

Yine yazarların, şairlerin, o en verimli zamanlarımızdan olan yürüyüş zamanlarında, uykudan uyanılan vakitlerde ya da gece yarıları uykudan uyandıklarında akıllarına yeni şeyler gelenlerin bu güzel fikirleri, dizeleri yitirmekle ilgili bahaneleri neredeyse ortadan kalkmıştır. Onlar da bütün bunları cep telefonları başta olmak üzere çeşitli cihazlara kaydedebilir, sonradan yazıya dökebilirler.

Yazılanların çoğunun gerçekten yayınlanabilir nitelikte şeyler olmadığını en iyi yayınevlerinin, internet sitelerinin, dergilerin editörleri bilir. Klavyeden ekrana, kalemden kâğıda ilkel bir hevesle dökülen o kadar çok şey vardır ki!

Elbette bu onlardan bir şey kaçmaz anlamına gelmiyor. Özellikle geçmiş zamanlarda yayınevlerinin kabul etmediği yazarların zamanla o kabul edilmeyen kitaplarıyla ölümsüzleştikleri de bilinen bir şeydir.

Buna rağmen eğer kısa sürede tanınmayı, çok para kazanmayı umuyorsanız ve çalışmanda, gidiş yolunda bir şeyler eksikse düş kırıklığına uğrayabilirsiniz. O yakınındakilerin “mükemmel olur, anında patlar” söylemleri boşa çıkabilir. Buna hazırlıklı olmanız da gerekir. Ömrünü yazı dünyasına vakfetmiş pek çok yazarın bu işten çok iyi paralar kazanamadıkları da ayrı bir gerçektir.

Yine de yayınlanabilir nitelikte bir ürün ortaya çıkarabilecek düzeye gelebilseniz dahi en azından başlangıçta birilerinin, bir yerlerin sizi desteklemesi gerekebilir. Çalışmalarınızın, kitaplarınızın doğru yerlerde, zamanlarda, doğru aracılar ve araçlarla tanıtımının olması ya da olmaması çok şeyi değiştirir.

Bugün, internet çağında bile çeşitli web sitelerinde, bloglarda keşfedilmeyi bekleyen ve gerçekten bunu hak eden çok sayıda yazar, şair, fikir emekçisi olduğunu düşünüyorum.

Her uğraş dalında olduğu gibi yazmada da sıradan maddi ya da maddi olmayan beklentileri bir kenara bırakıp sırf bu işi sevdikleri için ter döken çok sayıda insan var. Onlar için yazı yazmak, bir aşığın saz çalıp türkü söylemesi, bir ressamın ya da heykeltıraşın kendi zevki için birbirinden güzel eserler ortaya çıkarması gibi bir şeydir.

Siz onlardan biriyseniz ya da onlardan biri olma yolundaysanız kim tutar sizi!

Belki okuma konusunda sizin kadar istekli olmayan eşleriniz, arkadaşlarınız, öğrenci ve öğretmenleriniz okumayacaktır. Belki onların bu yaklaşımları cesaretinizi olumsuz etkileyecektir ama emin olun herkes onlar gibi değildir. Bu dünyada hala okuma açlığı çeken milyarlarca insan var. Onların bir kısmı da iyi bulduğu bir çalışmayı da, o çalışmaya emek vereni de hem takdir eder, hem unutmaz.

Aslında aşağı yukarı hepimiz, doğru ve güzel şeylerin biraz gecikmeli de olsa sonunda farkına varıldığını biliriz.

Yazmaya niyetlenmiş, kararlılıkla kalem, klavye başı yapmış herkese en içten dostluk dileklerimi gönderiyor, iyi yazmalar diliyorum.

11 Ekim 2012 Perşembe

11:21 

 
Toplam blog
: 284
: 245
Kayıt tarihi
: 21.06.14
 
 

Yaşadığımız evrenin oldukça zengin bir yer olduğunun farkındayım.  Bu zenginliğin çok az bir kısm..