Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ocak '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Yelkovan akrep tıkırtısında bekleyiş

Yelkovan akrep tıkırtısında bekleyiş
 

Bu şehirler yok mu, hani saatleri hep geç kalan şehirler, bir tepeden baktığında hiç birbirine benzemeyen ama aynı yalnızlık ve hüzün kokan şehirler. Bende onlardan birinde, kalabalık içinde yalnız yaşayanlardanım.

Ömrümü milyonluk bir şehirde geçirdim, açıkçası küçük yerlerde sıkılıyorum artık ama bu yazıyı da milyonluk bir şehirde yazıyorum ve başucumda gene yalnızlığım ve boğulmuşluğum var.

Şehir meydanlarında olur ya, herkesin saatine göre geç kalmış bir meydan saati. O saatlerden nefret ediyorum aslında. Çünkü bana hayata hep geç kalmışlığımı hatırlatıyor. Aslında doğru, ben hep hayata geç kaldım. Doğarken bile olması gerekenden geç doğmuşum. Sevmeye, sevdiğimi söylemeye hep geç kaldım. O yüzdendir ki sevdiğim insan şu an başkasıyla, belki de deli gibi sevişiyor onla, beklide çoktan ayrılmış beni düşünüyor gecenin bu vakti. Ben yine ihtimallere zar atıyorum galiba.

Bazıları der ya şehirleri anlamak gerek, onları dinleyip, hüzünlerini paylaşmak gerek diye. Bende bir zamanlar öyle diyordum, insanlara meydanlarda geri kalmış o saatlerin, yelkovan ve akrep tıkırtısında dans etmek bile zevk verebilir diyenlerdendim ama bazen yetmiyor. Dans da, aşk gibi iki kişilik değil mi? Yalnız olunca ne anlamı var.

Hayatta, dans gibi yalnız olunca zevk vermiyor bazen. İnsan yalnız doğmuş, yalnız ölür belki de ama yalnız yaşayamıyor işte.

Sigara dumanında hayal ettiğiniz o yüz, dudaklarında ki sıcaklığı hissettiğiniz insan, başını omzunuza koyduğunda okşadığınız o saçların kokusu burnunuzda olmayınca insan kalabalıkta bile yalnız oluyor.

Asansörlerin o kalabalık yalnızlığında, insanların saçları burnunuza girmişken o kokuyu arıyorsunuz farkında olmadan.

İçki şişesinin sarhoşluğunda, yalnızlığın koyu tadında hep onun ellerini aramak koyuyor bir süre sonra insana ve hafızanız birçok şeyde yaptığı gibi onu da bilinçaltına itiyor. Peki ya kalbiniz, o ne yapıyor dersiniz? O içten içe sevdiğini özlemeye devam ediyor. Ve onun kokusuna benzer bir koku duyduğunuzda, ya da onun benzerini gördüğünüzde ayaklarınız titremeye başlıyor, ama o olmadığını anladığınızda bir rahatlık çöküyor üstünüze. İşte o an bilinçaltınız ele geçiriyor kontrolü ve kalbiniz özlüyorum ben onu diyor, bağıra bağıra.

Olurda işiniz düşerse beraber gittiğiniz yerlere gözlerinizde beliren o yaş damlasını eliniz tersiyle silerken bilinçaltına ittiğiniz o anılar silinmiyor aslında. Ne onları silmek mümkün, ne de kalbinize gömdüğünüz o sevdayı unutmak ve içten içe özlediğiniz o sevgiliyi kalbinize unutturmak.

Böyle durumlarda şehir meydanın yalnızlığında kaybolmuş, geri kalmış o saatin yanında, yelkovan akrep tıkırtısından bir şarkı yazar gibi sevgilinizin gelmesini beklemek gerek. Umut pahalı değil sadece umut etmesini bilmek gerek, belki geri döner.

Dip Not: Ben Millyet Blog üyesi olmadan önce de kendimce amatör yazılar yazıyordum. Bu da kendi arşivimden bir yazı. Pazar, Temmuz 23, 2006 tarihli gece 01:19 bilgisayarımda birileri tarafından okunmaya bekleyen bir yazı. Diğerlerinin arasından çıkartıp beğeninize sundum.

01:19

Pazar, Temmuz 23, 2006

 
Toplam blog
: 28
: 637
Kayıt tarihi
: 26.01.07
 
 

Adana'da lise öğrencisiyim, yazılarımı amatör olarak canım istediği günlerde yazıyorum. Genelde habe..