Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Şubat '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yemekteyiz

Yemekteyiz
 

Boş gezenin boş kalfası olunca , işte böyle TV programlarına da takılıyorsun. Şimdi yeni moda programlardan biri de , efendim, “Yemekteyiz” Programı . Yemek içmekte üstümüze yoktur ya…(Öyle sanırız…) , yemek pişirmekte de birinciyiz ya (hep öyle aldanırız…) . 

Bir TV Kanal’ı da bu yeme içme meselesine taktı, beşli gruplar halinde beyler bayanlar karışık (güzel bayanlar çoğunlukta..) olmak üzere konukları davet ediyor, beş gün süreyle onlara yemek yaptırıp yedirtiyor, bir de üstüne üstlük en iyi yemek yapana da diş kirası olarak yirmi bin TL sı veriyor. Eh paranın kokusunu duyan millet de “Ben çok güzel kuru fasulye pilav yaparım …” diyerek Programda yemek yapmak için sıraya giriyorlar… 

Yönetici de bazen aynı kentten olan hemşerileri, bazen yurtdışı Türkleri bu konuda bir araya getiriyor , “Hadi pişirin yemeklerinizi, birbirinizi de bir güzel eleştirin…” diyor. 

Sırayla belirlenen saatte birbirlerinin evini ziyaret ediyorlar. Daha önceden belirlenen , süre içinde hazırlanan yemeği yiyip , birbirlerini eleştiriyorlar. 

Arada sırada “Kaburga dolması gibi ilginç yemekler yapılsa da bizim milletin yemek anlayışı ne olacak: “Yediği bulgur sıkısı, oturduğu ahır sekisi…”demişler. Artık ne bulursan yiyeceksin. Veya yemeyeceksin. Çünkü bazılarının huyu kötü… Gelip oturuyorlar, “Ben onu sevmedim , ben onu yemedim…” deyip , kurum kurum kuruluyorlar. 

Ama ne demiş atalarımız : “Yemek var koyul düş, iş var sıvış…” hesapta yemek var, bir de üstelik kazanırsan , dünya kadar para… Daha ne istersin, millet Kanalın kapısında sırada . Bazıları bir yıldır sıra bekliyormuş. 

Eh Yemek günü başlıyor , ziyaretçiler geliyor. Ev sahibi “hoş geldiniz “ ediyor. Ama bir de gelenin eline bakıyor: “Hoş geldin, ama niye elin boş geldin…” der gibi . Genellikle de boş gelinmiyor, bazı ufak tefek hediyeler getiriyorlar…Ev sahibi , konukları salona buyur ediyor. Oturuyorlar ; resimlere filan burun kırın ediyorlar… Sanki hiçbir şeyi beğenmemek marifet.. Öyle sanıyorlar… Ev sahibi yemek öncesi ikramda bulunuyor, çikolata, yemiş, çay… Ne derler : “Çayın hakkı üç, ev sahibi gülüyor içtikçe iç…” 

Oysa konukların derdi başka .. “Ne istiyon bacından bacın ölüyor acından…” derler ya… Sofraya buyur etseler ya… diye ev sahibinin gözünün içine bakıyorlar…Eh, “Açın gözü ekmek teknesinde olur…” 

Sonunda ev sahibi , “Hadi buyurun sofraya …” diyor… Kim nereye oturacak, ilk mesele bu… Onun da formülü belli : “Su küçüğün, sofra büyüğün…” Büyük olanı sofranın başına buyur ediyorlar. 

Sonra artık iş ev sahibinin marifetlerine kalmış . “ Oğlan babadan öğrenir sohbet gezmeyi, Kız anadan öğrenir sofra düzmeyi.” Öyle bir sofra düzeceksin ki, kitaba, etikete , gustosu yüksek olanlara hitap edecek… Çatal nereye konur, tabaklar nasıl dizilir, bir bir ezbere bileceksin… Yoksa seni bir eleştirirler ki , mahvederler…Notun da sıfıra yakın olur… 

Yemek hazırlamak mı? Artık mutfaklarda her türlü elektronik araç var… Elektrikli fırınlar, robotlar, ahçının hizmetinde. Öyleyse , “Samanlık saray oldu, avratlık kolay oldu…” İşini bilen, verilen zamanın çok altında yemekleri kotarıp, döküyor…İş bilmeyenler de ahlayıp puflayıp , "Zaman yoktu… Ana yemeği yapamadım…” deyip mızıktırıyor… Ne olursa olsun… 

“Aç ne yemez, tok ne demez…” Sofraya oturanlar yemekleri , sırayla ağızlarında evirip çeviriyorlar… Ne hata bulsam da söylesem , der gibi … Ama karnı aç olanlar belli oluyor.. Onlar , “Yemek buldunmu ye, dayak buldun mu kaç…” atalar sözünü biliyorlar… İlk önce karınlarını doyuruyorlar…” Zaten gelenlerin çoğunun evde yaptıkları yemek ne ki: “yedikleri bulgur aşı, içtikleri ekşi ayran…” 

Ev sahibi sofrayı açıyor. Güzel sözler söylemeye çalışıyor. Gelenler buz gibi …Ev sahibi de biliyor ki ; “Aç ayı oynamaz…” sofrayı donatmak için mutfağa koşuyor…Konuklar da , içlerinden neler geçirirlerse geçirsinler , “Zurnada peşrev olmaz , ne çıkarsa bahtına …” deyip sofraya çöküyorlar… Atalarımız : “Hatıra çiğ tavuk yenir…” demişler ama ; burada pişirilenler öyle değil, resmen millet yarışıyor… En güzel yemek…En güzel sunum…En güzel tatlı dil… Ne ararsan … 

Tabii bazıları belli ki varlıklı , onların “Yediği önünde yemediği ardında…” Belli…Çıkardığı yemekler de ona göre oluyor. Fakat konuk kısmı ne yapsın , “Misafir umduğunu yemez, bulduğunu yer…” misali önüne konan şeyi yemek zorunda; en aşağısından tatmak. Çünkü zevkler uyuşmuyor; gustolar uyuşmuyor… Sen en güzel yemeği yapsan da , adam “Ben beğenmedim…” deyip çıkıyor… Zevklerle , renkler tartışılmazmış… (Niye? Niye tartışılmasın?) 


Kimi de sanki her şeyi kendi çok iyi bilirmiş gibi ; hayde , lorke..ver yansın ediyor… ne yemekleri beğeniyor , ne adabı, ne de konukları . Ne derler : ”Evinde yok bulgur aşı, kendi gezer bölük başı…” Öyle harabati... Etrafı kırıp, döküyor… Aman Allah, gören de diyecek ki, “Bu adam dünyanın en iyi ahçısı mı?" Yok valla billa… Poz kesiyor. 

Ehh… “Soğanı sarımsağı hesap eden , paçayı yiyemez…” Öyle malzemeden kısarsan, yemek olmaz . İyi malzeme kullanacaksın, üstüne üstlük , marifet göstereceksin… Yapabiliyor musun? Usta sensin… ve belli ki : “Emeksiz yemek olmaz…” Her güzel yemeğin önünde sonunda, bir ömür vardır…” 

Gelen konuklar tabii yemeklerini yiyorlar da , bir şey daha bekliyorlar … Nedir o? “Yemeğin tadı tuzla, . İnsanın tadı sözle…” 

Haa..Ustalar arasında büyük tartışma konusu… Sofraya tuzluk konulur mu , konulmaz mı? Büyük ustalar diyorlar ki : “Usta ahçı kendine öylesine güvenir ki, yemeğin tuzunu tadını öylesine ayarlar ki, sofraya tuzluk koymanın anlamı kalmaz…” Ama bazı haddini bilmezler, daha sofranın başında tutturuyorlar, “bu yemek tuzsuz…Nerede tuzluk…?” Ev sahibi şaşırıyor… Ama normaldir… 

Ehh … biraz karınlar doyunca , bu kez çeneler çalışmaya başlıyor: “Aç ne yemez, . Tok ne demez? “ Konuklar ağızlarına geleni söylüyorlar. Sanki ev sahibini dövmek marifet. Eleştiriyi, kötülemek, zemmetmek olarak anlayan çok… Ondan sonra veryansın ediyorlar. 

Gariban ev sahibi ne yapsın , sıranın kendisine de geleceğini bilerek susuyor. Eeee..ne demişler : “Meyvesi olan ağacı taşlarlar…” Hiçbir şey yapmasaydı, hiçbir şey söyleyemiyeceklerdi… Eleştirdiklerine göre , demek ki beğenmişler… Ama her şey sırayla .:”Sen elin kapısın kakarsan , el de senin kapın kakar …” demişler. 

Bazı ev sahipleri akıllı, öyle misafirlerini tıka basa doyurmuyor ; biliyorlar ki : “Az uyku, az yemek insanı eder melek; çok uyku, çok yemek insanı eder helek…” az az vereceksin ki, tatlı olsun…Nasıl olsa, adamlar yemiyorlar, sonunda o güzelim yemekler kedilere , köpeklere gidiyor bu aç ülkede … 

Oturup , “Yemekteyiz , ” programını seyredeceksiniz. Niye mi ? “Edebi edebsizden öğrenmek…” için… Yoksa , o güzelim ahçılarımaza, biricik şeflerimize diyecek hiçbir şeyimiz yok… 

Bu programlar sayesinde, sofra nasıl kurulur, nasıl oturulur, nasıl kalkılır… Sofra adabı nedir … “ETİKET” nedir… Biraz biraz öğreniyoruz. O bile fayda… Uygarlık bu be …Sofra uygarlığı…. Adam gibi oturup , kalkmak… İnsan gibi davranmak.. Saygılı olmak… Öğreniyoruz… 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..