Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Temmuz '08

 
Kategori
Tarih
 

Yeni bir tarih: Annales okulu

Yeni bir tarih: Annales okulu
 

İki Fransız tarihçi Lucien Febvre ( 1878 – 1956 ) ile Marc Bloch ( 1886 – 1944 ) tarafından yeni bir tarih çeşidi geliştirmek amacıyla kurulan Annales d’histoire economique et sociale ( Ekonomik ve Toplumsal Tarih Yıllıkları ) isimli derginin ilk sayısı 15 Ocak 1929 tarihinde yayımlandı. Yaygın olarak Annales adıyla anılan dergi tarih söylemini kökten yeniledi, o zamana dek bir yana bırakılmış olan ekonomik ve toplumsal konulara önem ve öncelik verilmeye, tarih bilimine toplum bilimleri yöntemleri uygulanmaya başlandı. Çeşitli toplum bilimleri ve farklı disiplinler arasında işbirliğini sağlayacak bir tarih bilimi yaklaşımı geliştirilmek üzere kurulan, bazılarınca bir okul, bazılarınca bir hareket olarak tanımlanan Annales sonrasında tarih disiplini bir daha asla eskisi gibi olmadı.

Tarih yazımında 20. yüzyıl başlarına kadar egemen olan yazım biçimi; siyaset, diplomasi ve savaşlar üzerine yoğunlaşan, büyük adamların yaptıkları büyük işlerin öyküsünü, siyasi ve askeri olayların anlatısı şeklinde sunan ve siyasi tarih adı verilen yazım biçimi olmuştur. Siyasetin, olayların tarihi ilk ciddi itirazlarla on sekizinci yüzyıl ortalarında karşılaştı. Bu dönemde, bazı yazar ve bilginler savaşlarla ve siyasetle sınırlı olmayan bir tarihi, toplumsal tarih dedikleri bir tarihi kendilerine uğraş edinmeye başlamışlardı. Bazı tarihçilerde, siyasi olayları sosyo-kültürel tarih ile bütünleştiren çalışmalar yapıyorlardı. Siyasi tarihin muhalifleri arasında belki de en örgütlü tarihçiler ekonomiyle uğraşanlardı ve ekonomik tarih üstüne yazılar yayımlanıyordu. Bu muhalif seslere rağmen siyasi tarih, tarih yazımında egemenliğini 20. yüzyıl başlarına kadar sürdürdü.

Siyasete odaklanan, olaylardan oluşan geleneksel anlatımın yerine sorun odaklı, insan faaliyetlerinin tamamına eğilen analitik bir tarihi koymak amaçlarını güden ve bu amaçları gerçekleştirmek gayesiyle öbür disiplinlerle – coğrafya, sosyoloji, psikoloji, ekonomi, dilbilim, antropoloji vb. – işbirliği yapmaya özel önem vermek üzere kurulan ve bugün altmış yılını geride bırakan Annales, tarih alanında 20. yüzyıla damgasını vurdu. Yirminci yüzyılın en yenilikçi, hafızalarda en fazla iz bırakan ve en önemli tarih çalışmalarının önemli bir bölümünü Annales dergisinin akla getirdiği bir grubun çalışmaları oluşturdu. Annales d’histoire economique et sociale adıyla yayın hayatına başladığı 15 Ocak 1929 tarihinden bu güne dek beş kez ad değiştiren derginin, 1946’dan bu yana kullanılan “Ekonomiler, Toplumlar, Uygarlıklar” şeklindeki alt başlığı, son olarak, 1994 yılında “Tarih, Toplumsal Bilimler” şeklinde değiştirildi.

François Dosse (1) , Annales’in bir devrim mi yoksa temelleri onlardan çok önce atılan bir mirasa sahip çıkmak mı olduğu sorusuna şu cevabı vermektedir: Annales’in orijinalliği, programlarından ziyade kurucularının programlarını sunma tarzlarından kaynaklanmaktadır. Tarih komşu disiplinlerin alanına tamamen uyarlanmamış, tersine toplumsal bilimler tarih alanına çekilmiştir.

Peter Burke (2) , Annales’in , siyaset ve olaylar karşısında husumetli ya da en iyi ihtimalle kayıtsız bir tutum sergileyen, yeknesak bir tarih incelemesi ortaya koyan yekpare bir grup olarak algılandığını , O nedenle , bir “ okul ” dan ziyade Annales hareketinden söz etmek daha isabetli olacak diye yazmaktadır.

Annales hareketi üç evreye ayrılmaktadır. Burke, 1920’li yıllardan 1945 yılına uzanan 1. evreyi, geleneksel tarih anlayışına, siyasi tarihe ve olaylar tarihine karşı bir gerilla eylemine girişen küçük, radikal ve yıkıcı bir hareket olarak tanımlamaktadır. İkinci Dünya savaşından sonraki ikinci evresinde ise tam anlamıyla bir “okul” sayılabilecek hareket Fernand Braudel ( 1902 – 1985 ) ‘in egemenliği altındadır. Hareketin tarihindeki üçüncü evre ise 1968 yılı civarında başlamış ve hareket içindeki parçalanma bu evreye damgasını vurmuştur. Son yirmi yılda grubun bazı mensupları sosyo-ekonomik tarihten uzaklaşıp sosyo-kültürel tarihe yönelirken, bazıları da siyasi tarihi ve hatta anlatıyı yeniden keşfetmeye başlamıştır.

Annales’e göre tarih, özünde değişimin, insan toplumlarının sürekli değişiminin bilimidir. Annales tarihçilerinin başlıca kaygı nesnesi insandır, çalışan, gündelik hayatın insanı, ortalama insan yani toplumsal insan. Annales’ci söylemin merkezinde insan yar alır, tarihin konusu odur. Toplumsal bilimler içerisinde, merkezinde insanın bulunduğu ve esasen değişimleri dert edinmiş global bir süreyi inceleme görevini ise ancak tarih üstlenebilir.

Annales’in kurulduğu döneme damgasını vuran, dilbilim, psikanaliz, antropoloji gibi yeni toplumsal bilimler ve özellikle toplumu konu edinen ve tarihin yakın hudutlarında bulunan yeni bilim, Durheim’cı okuluyla birlikte sosyoloji olmuştur. Dosse’ye göre Anneles’ci tarih yazımının vaftiz babalarından birisi, Marc Bloch’un sorunları daha derinden analiz etmeyi, daha yakından kavramayı, hatta diyebilirim ki daha az kolaycılığa kaçarak düşünmeyi bize o öğretti, dediğini belirttiği, Emile Durkheim’dir. Dosse, Lucien Febvre’nin bizim tarih anlayışımızı, belirli ölçülerde doğurduğu söylenebilir dediği, tarihleştirici tarihe karşı şimdiki zamanın disiplini olarak ortaya çıkan Vidalci coğrafyanında Annales’ci söylemde etkin olduğunu yazmaktadır.

Ana inceleme konusu siyaset olan, siyasi olaylara ve büyük adamlara abartılı bir önem verilerek sürekli siyasi tarihle, siyasi olaylarla uğraşan, tarihi bireylerin tarihi olarak kavrayan ve köken incelemelerine dalıp kendini kaybetmekle, yok olup gitmekle eleştirilen egemen tarih yazımına karşı başlatılan ve Fransız Tarih Devrimi denilen bu hareketin önderleri olan Lucien Febvre ile Marc Bloch, gereksiz, eklenti, ufukların ölü noktası halini almış siyasal alanı tamamen bir kenara bırakarak, yaklaşımlarını iktisadi ve toplumsal olan üzerinde odaklamışlardır.

Tarihe yaklaşımları birbirine oldukça benzeyen bu iki kişi sorun odaklı ve disiplinler arası düşünce tarzına sahipti. Febvre; Tarihçiler, birer coğrafyacı olun. Hukukçu, sosyolog ve psikolog da olun diye seslenirken Bloch’da bir yerel tarihçinin bir arkeolog, bir paleograf, bir hukuk tarihçisi vb. becerisine sahip olması gerektiğini vurguluyordu. Bu iki tarihçinin birbirleriyle yakınlaşması fırsatı on altıncı yüzyıl uzmanı olan Lucien Febvre ile ortaçağ uzmanı Marc Bloch’un 1920 yılında Strasbourg üniversitesinde hoca olmaları ile doğdu.

1920 – 1933 yılları arasında 13 yıl süren Strasbourg dönemi Annales hareketi açısından hayati bir öneme sahiptir. Ortam düşünsel yeniliğe elverişlidir. Strasbourg o dönemde Paris’ten sonra profesörlerin önemi bakımından ikinci üniversitedir ve geleneksel disiplinler yanında, daha modern yeni kürsüler kurulmuştur. Burada iki insanın çevresinde farklı disiplinlerden bir dizi bilim insanı ve son derece canlı disiplinler arası bir grup vardır ki bunlar daha sonra Annales’e katkıda bulunacak kişilerdir. Dosse’ye göre Annales’in deha kıvılcımının, her tarafı kasıp kavurmadan önce Strasbourg’dan fışkırması bir tesadüf değildir, Annales Strasbourg modelini ulusal ölçeğe taşıma girişimidir.

Birinci Dünya Savaşının sona ermesinden kısa bir süre sonra, Febvre, ekonomik tarihe yoğunlaşacak ve Belçikalı büyük tarihçi Henri Pirenne ( 1862 – 1935 ) tarafından yönetilecek uluslararası bir dergi çıkarmayı planladı. Birtakım zorluklarla karşılaşılınca bu projeden vazgeçildi. Bir dergi kurma planlarını, bu kez Fransız bir dergi, canlandırma inisiyatifini 1928 yılında Bloch başlattı ve bu kez proje başarı ile sonuçlandı. Dergiyi yönetmesi için Pirenne ’e bir kez daha başvuruldu; kabul görmeyince, Febvre ve Bloch dergiyi birlikte yönetmeye karar verdi. Dosse’ye göre Annales operasyonunun perde arkasındaki kişi, onun gölge koruyucusu, dergiyi bizzat yönetmeyi kabul etmemesine rağmen, ölümü üzerine Febvre’nin, o bizim için bir danışmanın ve garantörün ötesinde, zor zamanlarda bize ayak direme gücü ve cesareti veren, tereddütlü anlarımızda da inancımızı geri kazandıran koruyucu tanrı oldu, dediğini belirttiği Henri Pirenne’ dir.

Daha en başında, sırf öbür tarih dergilerinden biri olmaması tasarlanan dergi, ekonomik ve toplumsal tarih alanlarında düşünsel bir önderlik yapma iddiasıyla yayımlanmaya başlamıştı. Editörlerinin tarih konusundaki yeni, disiplinler arası bir yaklaşım geliştirilmesi gerektiği konusundaki düşüncelerini yaymaya çalışıyordu, bu düşüncelerin savunuculuğunu yapıyordu. İlk sayıda, başka disiplinlerde çalışan araştırmacılar ile tarihçiler arasındaki engellerden yakınan ve fikir alışverişine duyulan ihtiyacı vurgulayan bir duyuru yer aldı. Editör kurulunda yalnızca modern ve eski çağ tarihçileri değil, bir coğrafyacı, bir sosyolog, bir ekonomist ve bir siyaset bilimcisi de yer almaktaydı. İlk sayılarında ekonomi tarihçilerinin öne çıktığı dergide 1930 yılında yapılan bir duyuru, derginin neredeyse kimsenin ayak basmadığı söylenebilecek toplumsal tarih topraklarında kök salma amacında olduğunu bildiriyordu.

O zamana dek bir yana bırakılmış olan ekonomik ve toplumsal fenomenlere ayrıcalık tanıyan Annales tarih söylemini kökten yenilemekteydi. Tarihselci söylem ile Annales’ci söylem arasındaki kopma gecikmeden yaşandı ve siyasal tarih açıkça gözden düştü. Dergide yayımlanan 100 makalenin sadece % 3’ü siyasal tarih üzerine iken ekonomik ve toplumsal tarih % 84 ile ağırlık kazandı. İktisat ve toplum konularına daha açık bir tarih ön plana çıktı. Biyografik tarih yok oldu.

Tarihselci okula, siyasal tarihe karşı başlatılan hareket tarih alanının, doğa, manzara, nüfus, demografi, mübadeleler, adetlere kadar genişletilmesini öneriyordu; Tarihçi kaynaklarını, yöntemlerini, aralarına istatistiği, demografiyi, dilbilimi, psikolojiyi, nümizmatiği, arkeolojiyi de dâhil ederek genişletti.

Hareketin önderleri Marc Bloch ve Lucien Febvre çalışmalarıyla ya da özetleriyle Fransız tarih okulunun eski ustalarının yetersizliklerini teşhir ettiler. Febvre’ye göre içinde coğrafyanın, ekonominin olmadığı tarih kitabı çağdaş değildir, eskidir, statiktir. Annales’e göre tarihçi kendi malzemesini inşa eder: Belgeleri, kavranabilir diziler içinde, ön-teorik çerçeve içine dâhil eder ve arayışına uyarlar. Bu sorunsallı yaklaşımın yokluğunda tarihçi sakattır, bir daktilograftır; elbette bir mimardır, ama bir bilim insanı değildir. Febvre’ye göre tarihçiyi doğuran geçmiş yoktur. Tarihi doğuran tarihçi vardır. Annales ile sorun-tarih değer kazandı. Annales’e göre tarihçi, belgelerin buyruğu altında yazmakla yetinemez; belgelere sorular sormalı, onları sorunsal içine dâhil etmelidir. Toplumsal yapı kendi bağlarıyla birlikte analiz edilip açıklanmalıdır. Yeni tarih, sorun-tarihtir.

Annales’ci söylem, geleneksel tarihten kopan bir söylem oldu; yenilik yaptı ve böylelikle tarih yazımında bir devrim meydana getirdi. Burke’ye göre, Annales’in temel yeniliklerinden birisi, tarih söyleminin tamamen geçmişe dönük anlayışından kopmak, geçmiş ile şimdiki zamanı korelasyon içine sokmak ve inceleme alanı yalnızca geçmiş değil, çağdaş toplum da olan bir tarih inşa etmek olmuştur.

Tarihselci okul tarihçinin pratiğini, bilimci bir yaklaşım içinde, şimdiki zamandan kopuk kabul ederken, Lucien Febvre tarihçiyi, içinde yaşadığı, düşündüğü ve yazdığı şimdiki zaman tarafından ortaya konan sorunlardan esinlenmeye davet eder. Annales’e göre, şimdiki zamandan yola çıkarak geçmişi sorgulamanın bulgusal bir değeri vardır. Tarih, günümüz insanının kendine mecburen sorduğu sorulara cevaptır. Tarih geçmişin bilimi değildir. Dosse, Annales’de şimdiki zamana atfedilen önemin, ilk döneminde esasen çağdaş toplumu, çağdaş sorunları incelemeye yönelmiş dergide hissedilir olduğunu ve bu yönelimin onu diğer dergilerden ve özellikle gelenekselci dergilerden temelde farklılaştırdığını belirtmektedir.

Dergi, temel görevi ekonomi ve toplum üzerine etkide bulunmak olan uzmanları kendine çekti. Onlara kendi pratikleri üzerinde düşünmeye olduğu kadar, tarihçilerle temasa geçerek, gündelik yaşamda kullandıkları aletlerin ne ölçüde süreklilik taşıdığını öğrenmeye de çağırdı. Bankacılar ve maliyeciler Annales’de yazarak derginin teknokratik eğilimini güçlendirdi.

Annales’ci söylemin iktisada, maddi yaşama ve coğrafyaya yönelmesinin temel sonuçlarından biri sürenin yavaşlaması olmuştur. Kısa süreli rejim ve saltanatların yerini uzun bir zaman aldı. Tarihçi, uzun döngüleri, yüzyıllık eğilimleri saptayabilmek için, sürmekte olana, tekrarlanan şeye ayrıcalık tanımaya başladı. Bu yeni tarih, 20. yüzyıl başında hala egemen olan tamamen olaysal, tarihselleştirici tarihten de bu düzeyde koptu. Derginin ilk on yıllık döneminde makalelerin yaklaşık yarısı uzun vadeyi işleyen makalelerden oluştu.

Annales’in benimsediği diğer bir yönelim karşılaştırmalı tarihtir. Annales’e göre karşılaştırmalı tarih, tarihçinin gözlemlenen fenomenlerin temel nedenlerine erişmesine, benzerlikler ile aykırılıkların gerçek iç güçlerini ortaya çıkarmasını sağlayacaktır. Annales zihniyet incelemeleri denen ve tarihe yabancı disiplinlerden, etnolojiden ve özellikle psikolojiden kaynaklanan alana da yöneldi.

Febvre 1933 yılında College de France’daki bir kürsüde çalışmak , Bloch 1936 yılında Sorbonne Üniversitesinin ekonomik tarih kürsüsünde çalışmak üzere Strasbourg’ dan ayrıldı. Bu ayrılışlar ile iki tarihçinin kurduğu Annales gitgide bir tarihsel okul odağı haline geldi. Febvre’nin tarihi “onların” tarih yaklaşımı ve “bizim” tarih yaklaşımımız şeklinde ikiye ayrıma eğilimi neticesinde bu “yeni bir tarih çeşidi” Annales ile özdeşleştirildi. Bloch ve Febvre’nin Strasbourg’daki öğrencilerinden bazıları artık üniversitelerde ve okullarda onların mesajlarını yayıyordu. Bu gelişmeler ikinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte bir süreliğine durakladı. Bloch, elli üç yaşında olmasına rağmen 1939 yılında orduya katıldı. İşgal rejiminin politikaları Bloch’un Annales dergisinin yönetiminden uzaklaştırılmasını gerektirdi. Marc Bloch, Nazi işgal yetkililerinin koşullarıyla ya da İsrailoğullarıyla ilişkisi olmayan Fransızların yönetiminde olması şartıyla derginin çıkartılmasına karşıydı ve derginin yayımına son verilmesi gerektiği kanısındaydı. Bloch, hizaya getirilmiş görünümünü asla kabul edebileceğimi sanmıyorum derken Lucien Febvre Annales’in çıkması gerek, şart bu diyerek buna karşı çıktı. Melanges d’histoire sociale adını alan dergi 1944 yılına dek bu adla çıkmaya devam etti. Bununla birlikte, Marc Bloch dergiye takma adla katılmaya devam etti. Lyon bölgesinde işgalcilere karşı aktif direnişe katılan Bloch, yakalandı ve 1944 yılında kurşuna dizildi.

Orduya katılamayacak kadar yaşlı olan Febvre bu dönemi Fransız Rönesans ve reform Hareketi hakkında kitaplar ve makaleler yazarak geçirdi. Burke, Febvre’nin bu dönemde yazdığı “ On altıncı Yüzyılda İnançsızlık Sorunu: Rabelais’in Dini ” başlıklı kitabın sorun-odaklı tarihin kalburüstü bir örneği olduğunu, Bloch’un “Kralın Dokunuşu” isimli kitabı gibi bu kitabında tarihçiler üzerine kayda değer bir etki yarattığını ve 1960’lardan itibaren ortaya konulmaya başlanılan “Zihniyetler Tarihi ” için emsal teşkil ettiğini yazmaktadır.

Savaştan sonra Febvre toplum bilimleriyle uğraşan Altıncı Şubenin başkanı ve şube içindeki bir şubenin yöneticisi oldu. Anahtar konumlara müritlerini ve arkadaşlarını yerleştirdi. Düşünce devrimcileri, Febvre’nin önderliği altında, Fransa’da tarih disiplinindeki Egemen Örgütü ele geçirdi. Bu iktidarın varisi ise Annales’in ikinci kuşağının lideri olan Fernand Braudel olacaktır.

Braudel’ci tarih, Annales’ci birinci kuşağın mirasını üstlendi. Tarihin emeli, insani olguların bütünlüğünü yeniden oluşturmaktır, bu olgulara kendi yerlerini yalnızca tarih verebilir, tüm kısmi bilgilerin etkisini yalnızca o ölçüp biçebilir. Toplumsalın bütününü tek bir hareket içinde kavramak, Braudel’ci tarihin en büyük özlemidir. Braudel’ci söylemin anahtar sözcüğü “karşılılık” tır; her şeyin her şeyi etkilemesi, hem de karşılıklı olarak.

1929 yılında Annales kurulduğunda Fernand Braudel yirmi yedi yaşındaydı. Sorbonne’da tarih öğrenimi gördükten sonra gittiği Cezayir’deki bir okulda hocalık yaparken bir yandan da tezini yazıyordu. Tezi, II. Felipe’nin dış siyasetinin bir analizi olarak tasarlanmıştı. Tezi için yaptığı araştırmalar 1935 yılında Sao Paulo Üniversitesi’nde verdiği Fransızca dersleri yüzünden kesintiye uğradı. Braudel, kendisini fikri evladı olarak benimseyen ve tezinin “II. Felipe ve Akdeniz Dünyası ” başlığını “ Akdeniz Dünyası ve II. Felipe ” ye dönüştürmesine ikna eden Lucien Febvre ile Brezilya’dan dönüş yolculuğu esnasında tanıştı.

Dosse, “ II: Felipe ve Akdeniz, güzel konu. Ama neden Akdeniz ve II. Felipe değil? Bu da çok önemli bir konu değil mi? Çünkü bu iki başoyuncu, Felipe ile Akdeniz arasındaki mücadele denk değil.” diyen Febvre’nin önerisi üzerine Braudel’in tarihin konusunu II. Felipe’den yana değil Akdeniz’den yana değiştirmesi, bir tarihçi için coğrafi olan bir konuyu seçmesi Braudel’in Lucien Febvre’nin önerisini ve mirasını alarak gerçekleştirdiği çok önemli bir dönemeç olduğunu yazmaktadır.

Braudel’in bu incelemesi Fransız tarihçiler camiasında kısa sürede heyecanlı bir ilgi uyandırdı. İncelemenin ünü öbür disiplinler ve dünyanın öbür bölgelerine gitgide yükselen dalgalarla yayıldı. “Annales’e, bu derginin öğretisine ve verdiği ilhama borçlu olduğum şeyler, toplam borcumun en büyük kısmını oluşturuyor ” diyen Braudel’in kitabı şaheser bir tarih incelemesi olarak nitelendirildi.

Burke, Braudel’in 1947 yılında jüri önünde savunarak 1949 yılında yayımladığı tezini Febvre’e ithaf ettiğini, Akdeniz Dünyasının, her biri geçmişe farklı bir yaklaşım tarzının örneğini sunan bu çalışmasının, ön sırada “insan” ile “çevre” arasındaki ilişkinin “neredeyse zaman dışı” tarihi, sonra ekonomik, toplusal ve siyasi yapıların tedrici değişen tarihi, en sonunda da olayların hızlı gelişen tarihi olmak üzere üç bölümden oluştuğunu ve kitabı, kitaptaki sunum düzeninin tersinden giderek tartışmanın daha faydalı olacağını söyleyerek kitap hakkında özetle şunları yazmaktadır:

Kitabın tarih yazımındaki teamüllere en uygun düşen kısmı siyasi ve askeri olayların anlatıldığı üçüncü kısımdır. Bu bölümde profesyonel bir siyasi ve askeri tarih örneği sunan Braudel II. Felipe’ye kadar tarih sahnesinde önde gelen simalara ilişkin kısa ama özlü taslakları çıkarır. Bunu yaparken de olayların önemsizliğini ve bireylerin eylem özgürlüğü üstündeki sınırlarını defalarca vurgular. Braudel bireyleri ve olayları bağlamlarına, ortamlarına yerleştirmeye uğraşır ama bireyleri ve olayları, bunların asli bir önem taşımadıklarını açığa çıkarma pahasına kavranabilir kılar. Braudel’e göre, olaylar tarihi her ne kadar “insani ilgiler bakımından zengin ” olsa bile yüzeyseldir. Daha derinlerde akan sakin sular kitabın “Ortak Kaderler ve Bütünsel Hareketler ” başlıklı ikinci kısmın konusudur ve yapıların tarihiyle – ekonomik sistemlerin, devletlerin, toplumların, medeniyetlerin ve değişen savaş biçimlerinin tarihiyle – uğraşır. Bu tarih olaylar tarihinden daha yavaş bir hızla yol alır. Gelişimi kuşaklar, hatta yüzyıllar boyunca izlenebilir; bu yüzden bu tarihin içinde yaşayanlar bile gelişimin pek farkına varmaz. Bu tarihin altında, toplumsal eğilimlerinin altında başka bir tarih daha yatar. Bu tarih, tarih denizin en dip akıntılarıdır. “ Neredeyse tüm algılamaların ötesinde geçip giden bir tarih. Değişimin çok yavaş cereyan ettiği bir tarih, sürekli bir tekerrürün, hep yeniden meydana çıkan çevrimlerin tarihi” . İncelemenin en dipteki hakiki katmanı bu tarihtir, “insanın kendi çevresiyle ilişkisidir” ; bir çeşit tarihsel coğrafya ya da Braudel’in tercih ettiği terimle “jeo-tarih ” kitabın birinci kısmının konusudur. Burada amaç, coğrafi özelliklerin kendi tarihi olduğunun, daha doğrusu coğrafi özelliklerin tarihin birer parçası olduğunu ve gerek olaylar tarihinin gerekse genel eğilimlerin bu özellikler hesaba katılmaksızın anlaşılamayacağını göstermektir.

Burke, “ ele aldığım asli sorun, çözmek zorunda olduğum tek sorun, zamanın farklı hızlarda hareket ettiğini göstermekti” diyen Braudel’in bu eserinin, okurlarını, tarihte mekânın taşıdığı önem konusunda başka hiçbir kitabın yapamadığı kadar bilinçlendirdiğini belirterek tarihçiler açısından daha önemli olanın Braudel’in zaman konusundaki orijinal yaklaşımı , “tarihsel zamanı; coğrafi zaman, toplumsal zaman ve bireysel zamana ayırma” ve o ünlü makalesinin 1958 yılında yayımlanmasından itibaren, la longue duree terimiyle bilinen zamanın önemini vurgulama girişimi olduğunu ve Akdeniz Dünyası’nın temelinde longue duree anlayışının yattığını yazmaktadır.

Tarihsel açıklama içinde, sonunda baskın çıkan şey daima uzun zamandır ve bir yığın olay onunla inkâr edilmiş olmaktadır diyen Braudel bu makalesinde (3) şöyle demektedir:“… Lucien Febvre’nin hayatının son on yılında, şu sözleri sık sık tekrarladığı söylenir: “Tarih geçmişin ve bugünün incelenmesidir.” Sürenin diyalektiği olarak tarih de kendi tarzında, toplumsal yaşamın tüm gerçekliğinin bir açıklaması değil midir? Ve böylelikle de, bugünün açıklaması olmaz mı? Bu açıdan, bize uyarıcı bir ders veriyor – olaya karşı tetikte olmalı, yalnızca kısa dönem çerçevesinde düşünmemeli, en çok gürültü çıkaran aktörlerin en gerçek aktörler olduğunu sanmamalıyız; daha sessiz başkaları da var….Yöntem şu: kısa-dönemden pek kısa olmayan-döneme, oradan da çok uzun-döneme geçmek, sonra, bu noktaya varınca durup her şeyi yeni baştan değerlendirmek ve her şeyin kendi etrafında dönmesini izleyerek, yeniden inşa etmek: bir tarihçi, bunu pekala çekici bulabilir. Ama bu hayali kaçışlar, tarihçiyi tarihsel zamandan tamamen koparamaz. Tarihsel zaman her şeye egemendir, çünkü geri çevrilemez ve dünyanın dönüşleriyle aynı ritim içinde akar. Aslında, bizim birbirinden ayırdığımız zaman dönemleri bir bütün oluştururlar: bizim zihnimizin ürünü olan, sürenin kendisi değil, parçalarıdır. Çalışmamızın sonunda bu parçalar yeniden birleştirilir. Uzun-dönem , “konjonktür” ve olay, rahatlıkla bir araya gelir, çünkü hepsi aynı ölçeğe göre hesaplanmaktadır. ”

Braudel’in uzun süresi coğrafyacıların standartlarına göre kısa süre olabilir ama bilhassa “coğrafi zaman ” üstünde durması birçok tarihçinin gözünü açmıştır diyen Burke’ye göre la longue duree incelemesini çevre, ekonomi, toplum, siyaset, kültür ve olaylar arasındaki karmaşık etkileşimle birleştirmek Braudel’in kişisel başarısıdır ve tarihçilerin toplum bilimlerine yaptıkları özel katkının, ne kadar yavaş olursa olsun, tüm “yapılar”ın değişime tabi olduğu bilincini kazandırmak olduğunu düşünen Braudel, şeyleri her zaman bütün olarak görmeyi, ekonomik, toplumsal, siyasi ve kültürel tarihi bir “total” tarih halinde bütünleştirmek istemiştir.

Annales’in ikinci kuşağı kültürel tarih, zihniyetler incelemesi, psiko-tarih aleyhine iktisada ayrıcalık tanımıştır. Çağdaş toplumu olduğu kadar antikçağı da araştırma alanı olarak bir yana bırakır. Annales’in kahramanlık döneminin sancağı olan bu ekonomi tarihi, istatistiğin, nicelendirmenin gelişimiyle birlikte altmışlı yıllara kadar ihtişamlı bir dönem yaşar. Bu dönemde tarih, demografinin, iktisadi eğrilerin ve toplumsal ilişki analizlerinin karışımıdır. Uzun süreye dayalı nicelendirmeler, antikçağı ve çağdaş dönemi geride bırakarak, ortaçağın ve modern zamanların istatistik öncesi dönemini öne çıkartır.

Febvre’nin 1956 yılında vefat etmesinden sonra Annales’in yöneticisi olarak onun yerini alan ve 1972 yılında Altıncı Şube Başkanlığından emekli olan Braudel 1985 yılındaki ölümüne kadar yalnızca Fransa’nın öncü bir tarihçisi olarak kalmayıp, aynı zamanda Fransa’nın en güçlü tarihçisi olarak yaşamıştır.

Dosse’ye göre Braudel kavşak noktasındaki adamdır, Annales’ci iki soy arasındaki orta adamdır; bu orta imparatorluğun kralı, ana halkasıdır, hem doğrudan mirasçı hem de yenilikçidir; yönelimleri sayesinde, tarih alanının günümüzdeki parçalanmasına varacak bir kaymaya imkân tanımış kişidir aynı zamanda. Dosse, Braudel’in doğallaştırılmış bir tarihi ve uzun süreyi öne çıkartarak, hareketsiz bir tarihin yolunu açtığını yazmaktadır.

1950 ile 1970 yılları arasında hareketin içinde şekillenen nicel tarih anlayışı yükselişe geçmeye başlamıştır. Öncelikle ekonomi çalışmalarında gözlenen bu yöntem daha sonra toplum, nüfus, din ve zihniyet alanlarında da kullanılmaya çalışıldı. Ekonomik alandan toplumsal tarihe, bilhassa nüfus tarihine yayıldı. Son olarak, yeni eğilim, üçüncü kuşakta kültürel tarihe-din tarihine ve zihniyetler tarihine - sızdı.

Birçok tarihçi; bölge, kent ve kır incelemelerinde farklı bakış açılarını ve disiplinler arası yapıyı ortaya koymaya çalıştı. Dizisel tarih (bir dizi verideki süreklilik ve kopuşları inceleyerek yapılan analiz) yaklaşımıyla kaleme alınmış eserler ortaya konuldu. Bunun yanında bambaşka yaklaşım ve bölümlemelerle de eserler yazılmakta ve Annales hareketi kendi içinde farklı gelişmeler sergilemekteydi. Bölgesel ve dizisel tarih üzerine yapılan incelemeler Annales okulunun 1960’lı yıllardaki en etkili başarılarını temsil etti ve bu incelemeler Annales ile bağdaştırıldı. Böylece Annales’in üçüncü kuşağı ortaya çıkmış oluyordu.

Annales’de üçüncü kuşağın yükselişi 1968’den sonraki yıllarda gitgide daha belirgin hale geldi. Bu kuşakta Febvre ve Braudel gibi herhangi bir kişinin egemenliğinden söz edilemediği için Dosse, Annales’te bir düşünsel parçalanmışlık olduğunu yazmaktadır. Burke ise bir düşünsel parçalanmış olarak nitelendirilmese bile birçok - merkezlilik geçerlidir diyerek grubun bazı mensuplarının Lucien Febvre’ün programını daha ileri götürerek tarihin sınırlarını çocukluk, rüyalar, beden ve hatta kokuları dâhil ederek genişlettiğini, başkalarının programı zayıflatıp siyasi tarihe ve olaylar tarihine geri döndüğünü, yine bazılarının nicel tarih uygulamasına devam ederken bazılarının buna tepki duyduğunu yazmaktadır.

Burke’ye göre Annales Okulu hakkında belki de en önemli suçlama siyaseti ihmal ettikleri varsayımıyla isnat edilen kusurdur. Burke bu konuda şunları yazmaktadır: Gerçektende Febvre ve Braudel siyasi tarihi tamamen ihmal etmemiş olsa da, bu konuya çok büyük bir öncelik vermemiştir. Sorun odaklı tarihe önem veren Febvre olaylar tarihini bir kenara bırakmış, Marc Bloch olaylar tarihini yadsımamakla birlikte bu tür bir tarih yazmamış, Braudel ise olaylar tarihini hem kınamış hemde bu tür bir tarih yazmıştır. Daha doğrusu, olaylar tarihinin yalnızca tarihin yüzeyinden ibaret olduğunu ilan etmiştir. Braudel açısından olaylar, yalnızca yapıların tarihini yansıtan birer aynadır.

Braudel kuşağında zihniyetler tarihi ve kültürel tarihin öbür biçimleri büsbütün ihmal edilmemiş olsa da marjinal düzeyde ele alınırken 1960 ve 1970’li yıllarda önemli bir ilgi değişikliği cereyan etti ve ekonomik temelden kültürel üst yapıya geçildi. Zihniyetler tarihinin Annales’in ikinci kuşağında marjinal bir konuma itilmesinin tek nedeni Braudel’in bu alanla ilgilenmemesi değildi. Her şeyden önce, ekonomik ve toplumsal tarihin geçmişin diğer boyutlarından daha önemli ya da daha temel olduğuna inanılıyordu. İkinci olarak yeni nicel yaklaşımlar ile rakamlarla ifade edilmeye pek elverişli olmayan zihniyetler, ekonomik ve toplumsal yapılar kadar kolay bir şekilde manipüle edilemezdi.

1970’li yılların sonuna gelindiğinde bu tarih çeşidine ve genel olarak Annales’in temsil ettiği şeylerin birçoğuna, bilhassa toplumsal tarihin ve yapısal tarihin egemenliğine karşı daha genel bir reaksiyon belirdi ve üç eğilim ortaya çıktı: Antropolojiye kayış, siyasete geri dönüş ve anlatının canlanması. Üçüncü kuşakla birlikte düşünsel parçalanmışlık içine giren hareket çok merkezli bir hal almış, siyasi tarihe geri dönüşler görülmüş, olay anlatısına duyulan ilgi yeniden canlanmıştır. Burke, hal böyle olunca hareketin fiilen sona ermiş olduğunu söylemenin abartı olmayacağını yazmaktadır.

Annales tarihçileri uzun süreli yapıların tarihleri ile uğraştı, nicel metodlar kullandı. Sorun odaklı tarih, karşılaştırmalı tarih, tarihsel psikoloji, jeo-tarih, uzun sürenin tarihi, dizisel tarih, tarihsel antropoloji Annales tarihindeki en önemli gelişmeler oldu. Burke’ye göre Annales hareketinin üç kuşağı birden kapsayan en göze çarpan başarısı, tarihin geniş alanlar yelpazesinde hak iddia etmesini sağlamak olmuştur. Grup tarihçinin gezindiği toprakları genişletti. Tarihin gezindiği toprakların bu şekilde genişletilmesi yeni kaynakların keşfedilmesine ve bu kaynakları kullanırken izlenecek yeni metotların geliştirilmesine eşlik etti. Bunlara, coğrafyadan dilbilime, ekonomiden psikolojiye dek insanı konu eden öbür disiplinlerle yapılan işbirliği eşlik etti. Bu disiplinler arası işbirliği geçen yıllar boyunca geliştirilip güçlendirildi. İşte bu nedenlerle Burke’ye göre Annales sonrasında tarih disiplini artık bir daha eskisi gibi olmayacaktır.

Annales hareketinin tarih alanında açtığı yeni ufuklar ülkemizde de karşılığını bulmuş, Prof. Dr. Mehmet Fuat Köprülü (1890 - 1966) , Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan ( 1902 - 1979 ), Prof. Dr. Halil İnalcık (1916, -) gibi önde gelen tarihçilerimiz Annales’in önde gelen tarihçilerinin yöntemlerinin, yaptığı çalışmalarının somut karşılıklarını Osmanlı-Türk toplumunda araştırmışlar ve çok önemli çalışmalar ortaya koymuşlardır.

B. Sıtkı Gürler 01.07.2008

Kaynaklar:

(1) François Dosse, Ufalanmış Tarih, Çeviren Işık Ergüden, T. İş Bankası Kültür Yayınları, 2007

(2) Peter Burke, Fransız Tarih Devrimi: Annales Okulu, Çeviren Mehmet Küçük, Doğu Batı, 2006

(3) Tarih ve Tarihçi, Annales Okulu İzinde, Kırmızı Yayınları, Eylül 2007, sf. 115–163

 
Toplam blog
: 27
: 12794
Kayıt tarihi
: 12.03.07
 
 

1960 Tefenni doğumluyum.Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümü 1..