Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ekim '07

 
Kategori
Gelenekler
 

Yıkılmış bir babaya mektup

Yıkılmış bir babaya mektup
 

Yağmur olanca hızıyla yağıyordu. İliklerine kadar ıslanmış, suların çamurlu ayakkabılarının içine girmesine aldırmadan umutla kızını aramaya devam ediyordu adam. Aramadık yer, dolaşmadık şehir bırakmamıştı. Kızının yarı ıslak fotoğrafı yer yer bazı yerlerinden kopmuştu avucunda sıkmaktan. Zaman zaman yorgun vücudunu dinlendirmeye çalıştığında ise gözyaşlarına boğularak kızına yaptığı hakaretler yankılanıyordu kulaklarında. Biricik yavrusunun, 17 yaşında düşürüldüğü aşk oyunu tuzağından sonraki korkusunun ve çaresizliğinin bile kaskatı olmuş yüreğini, nasılda yumuşatamadığını kahrolarak hatırlıyordu talihsiz adam. Son söylediği "sen benim gibi bir babanın şerefini iki paralık ettin, senin gibi bir evladım yok benim" dediği 20 yaşındaki yavrusunun o an kimlerin elinde, ve ne durumda olduğunu bilememenin acısının içini alev alev yaktığını hissediyordu.
Oysa her defasında izin alarak çıkmışlardı gidecekleri yerlere. Kendisiyle kızının tam bir arkadaş olduğunu düşünerek bunu herkese anlatmaktan gurur duyardı. Benim kızım diğerlerine benzemez diyerek övünürdü. Hatta kızına diğer çocuklarından daha yakın hissederdi kendini. Peki başına gelen bu felaket nereden çıkmıştı bir anda. Nerede yanlış yaptığını düşündü. İnançlı, dürüst ve örnek gösterilen bir aileydi onlar. Onu böylesine çıldırtan ve aşırı baskısıyla kızının evinden uzaklaşmasına neden olan lanet neden buydu belkide diye düşündü. Çevresinden gelecek tepkileri düşünerek, bencilce, şerefinin lekelendiği için onu böylesine saldırgan yapan sebepler ona yavrusunu kaybettirmişti şimdi.

Çocukluktan yeni çıkmış, herşeyi toz pembe gören bir kız çocuğunun, daha anlamını tam anlayamadığı bir yaşta işlediği suçun ezikliği ve korkusuyla onu başbaşa bırakmanın yanında, psikolojik destek alması gerektiği bir ortamda onu uçuruma itmenin vicdan azabını yaşıyordu adam. Ağıza alınmayacak ağır hakaretlerde bulunarak ona belkide ilk defa babasından duyduğu sözcükleri sarfetmekten kaçınmamıştı. Çünkü o çok şerefli bir babaydı. Yakıştıramamıştı o lekeyi kendine. Oysa kaç kere üstünü çamura bulaştırdığı için gülüp geçmişlerdi yavrularına bir kaç sene evveline kadar. Pekala aradaki fark neydi onları böylesine değiştiren. Minik kızlarını bir anda koskoca bir insan kılığına sokan minicik bir et parçasının yok oluşumuydu acaba? Bu kadar kolaymıydı onları kaybedecek ve uçuruma itecek lafları savurarak onu aşağılamak.

Adam başını çaresizce gökyüzüne çevirdi ve diz çöktü çamurların üstüne. Sonra yavrusunu ilk kucağına aldığı günleri canlandırdı hayalinde. İlk defa nasıl yürüdüğünü, annesiyle gizli gizli paylaştığı ilk ergenliğini ve onun büyüdüğüne asla inanmak istemediği için kucağına almaktan çekindiği günlerini düşündü gözyaşlarıyla. Sonra başını hafifçe yere ıslanmış toprağa yasladı. Saçlarının sırılsıklam olduğunu farketti. Ve bir elin kafasına kadar çektiği yorganı usulca aşağıya sıyırdığını farkederek irkildi. Gözlerini tavana dikti ve her zamanki yerinde duran avizesini farketti buğulu gözleriyle. Yanında yatan eşinin ne oldu iyimisin sorularına aldırmadan aniden yataktan kalktı ve akşam avazı çıktığı kadar bağırarak aşağıladığı, hakaretler savurduğu kızının, yatak odasına koştu. Odanın kapısına geldiğinde derin bir oh çekerek gözlerinden akan yaşları doyasıya özgürlüklerine bıraktı. Yavaşça odaya girerek, kızının sarı saçlarını sessizce okşadı. Onun yaptığını düşündüğü hatanın herkesin dersi olduğunu düşünerek ona tekrar kavuşmanın mutluluğuyla Tanrıya şükretti. Adam, içinde babalık görevinin asıl şimdi başladığının inancıyla yeniden yatağına yöneldi.

Nelere malolacağını bilemediğimiz felaketleri ölçüsüz tepkilerimiz sonucu kendimiz davet ederiz çoğu zaman farkında olmadan. Düşünmeden, haklılıklarımızın abartılı haksızlığında ezeriz yavrularımızı ve onları uçurumların eşiğine getiririz. Günümüzde yüzlerce kız çocuğu boşlukta kaldıkları ve kendilerini kötü insan olarak gördükleri için tuzaklara düşerler çaresizce. Bencilce, şerefimiz adına yaptığımız savaşlar yüzünden evlatlarımızı şerefsizlerin kucağına iteriz genç yaşlarında. Bizler bu dünyadan göçtüğümüzde onlar hala sonu görünmeyen boşluklarda çırpınıp dururlar, bir annenin ve bir babanın özlemiyle...


METİN ÖZKAYA

 
Toplam blog
: 116
: 3217
Kayıt tarihi
: 15.01.07
 
 

İstanbul' da doğdum. Antikacı, saray restoratörü ve eksperim. Antika konusunda 50’ye yakın belgesel ..