Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mart '22

 
Kategori
Deneme
 

Yıldızca düşler

Bu dünya, dar gelmiş yoksun insana. Bir de “öte dünya” bulmuşlar kendilerine. Bu dünyada erişemedikleri, yoksunluğunu çektikleri ne varsa, “öte dünya”ya ötelemişler. Dilden dile, kuşaktan kuşağa yeni fanteziler üretmişler. Bu dünya için pek bir şey üretemeyenler, aradıkları “öte dünya” için durmadan yeni fanteziler üretmeye devam etmekteler.

Oysa donanımlı insanın, yeni bir dünya aramak için bilinmez uzaklıklara gitmeye hiç gereksinimi yoktur. Akıl ve yetenek yoksunu olmayan biri, burnunun dibinde dahi bir “yepyeni dünya” oluşturabilir. Albert Camus, “Sanatçı, kendi hesabına yeniden kurar dünyayı” diyordu bir yapıtında. Gelmiş geçmiş büyük ressamlar yontucular kompozitörler, şair ve yazarlar geçirdim aklımdan. Her biri bir derya deniz… Bir değil, bin değil, yıldızlarca dünya sunmuşlar insanlığa. Define arayan insanlar gibi, arayışları sırasında ölenler, öldürülenler olmuş. Yılmamışlar. Yola devam etmişler. Yıldızlarca düş kurmuş, yıldızlarca aydınlatmışlar yolumuzu.

Yıldızlara bakmış, yıldızlarla söyleşmişler; denizlere bakmış, enginlere açılmışlar; bulutları kesip biçip gökyüzünü giydirmişler; dağları mesken tutmuş, bozkırlarda at koşturmuşlar…

Çoğu insanın aklına gelen, karanlıklara karşı bir ışık yakmaktır. Bu dünyada insanın insana öğrettiği budur. Öyle değil mi? “Karanlığa küfredeceğine bir mum da sen yak!” Doğru mu bu söz? Doğru görünüyor! Yanlış olan, mum yakma döneminin çok eskilerde kaldığıdır. Biri çıkar, “Tünelin ucunda her zaman ışık vardır” der. Başka biri çıkar, ”Tünelin ucunda görünen ışık, üzerinize doğru gelen trenin farı olabilir” der!

Mum eriyip biter, kibrit rüzgârdan söner, ampul patlar, elektrikler arızadan kesilir, bir şekilde ışıklar söner, insan ışıksız kalır, umutsuzluğa sürüklenir.

Amma… Kimin aklına gelir yıldızlara can verip, onları karanlıktan korkanlarla konuşturmak? Çok değerli hocamız, Behçet Necatigil yıldızlara can verenlerden biri…

“Seni karanlıkta yatırıyorlar / Korkuyorsun geceden / Bakıp bakıp pencereden / Yatağına sokuluyorsun / Ben hep eski yerimdeyim, biliyorsun / Hava açık olduğu zamanlar / Beni seyrediyor, seviniyorsun.”

Bu dizeleri okuyan biri, elektrikler kesilince kös kös oturup elektriklerin gelmesini beklemez. Hava açıksa açar penceresini yıldızlarla söyleşir. Gökte hiç mi yıldız yok? Yumar gözlerini, yıldızları düşler.

Nerval, “Düş, ikinci yaşamdır” diyor. “Öte dünya”yı beklemeye gerek yok, yani. Tıpkı baharı yaşamak için cemreleri beklemeye gerek olmadığı gibi… Maviliklerde kanat çırpmak için de kuş olmaya gerek yok. Orhan Veli başarmış bunu. “Gün olur, alır başımı giderim/ Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda/ Şu ada senin, bu ada benim/ Yelkovan kuşlarının peşi sıra.” demiş, takılmış kuşların peşine…

Aslolan, zaman çarkına kafamızı kolumuzu kaptırmadan yola devam etmek… Bize dayatılan kalıplardan çıkıp özgürleşmek… Eski çağların köleci toplum anlayışına karşı çıkarken, akıllı uslu robotlara dönüşmemek…

Robot değiliz ya hani… Bazen hastalanır, güçten düşer, ister istemez zamana teslim de oluruz. Behçet Necatigil, böyle zamanlarda bile umut aşılıyor dizeleriyle…”Beklersiniz, hastalığınız geçsin / Bir şeyiniz kalmasın bahara/ Hayatınızı yoluna koymanın / Sırasıdır ondan sonra!”

“Öte dünya” bu dünyada güzelliklerden nasibini alamamış olanların olsun. Bu dünya, bu yıldızlar, bu gökyüzü, bu dağlar, bu denizler daha fazla örselenmesin, yeter!

 
Toplam blog
: 142
: 969
Kayıt tarihi
: 04.07.08
 
 

Yaşam, sorulardan ve yanıtlardan oluşmuş. Her soru, aynı zamanda kendinin yanıtı... Çift yumurta ..