Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Nisan '11

 
Kategori
Deneme
 

Yine yine okumaya başlıyorum ben

Yine yine okumaya başlıyorum ben
 

Çiğ düşmüş yaprak gibi... (Sabahattin gencal)


Dün yürüdüm. Doktorlar hep yürümemi tavsiye ediyorlar. Ne yazık ki düzenli yürüyüşlere çıkamıyorum. Fırsat buldukça yürüyebiliyorum ancak. Dün bir fırsat oldu da yürüdüm. Eşimin kan tahlillerini Başiskele Polikliniğinden almam gerekirdi. Minibüsü değil yürüyüşü tercih ettim. Biraz aşağıya doğru meyildi yol. Sağa sola bakmadan, zorlanmadan indim Başiskeleye. 

Tahlilleri aldım. İlk incelemeyi ben yaptım. Şimdiye kadar o kadar çok tahlil sonucu değerlendirdim ki bu konuda doktorların bile takdirini kazandım.Ama ben hiçbir zaman kendi kendime doktorluk yapmadım. Biliyordum ki yarım hoca imandan eder, yarım doktor da candan. Acaba yarim alim nerden eder? Yarım siyasetçi? 

Tahlilleri doktora gösterdim. Sonuç fena değil. Bu değerlendirmeye göre reçete yazdı. Yeni verdiği ilâç ve kullanılmakta olan ilâçlar hakkında soru sordum. Çok güzel bir ifadeyle “Bütün mesele bu” dedi. Ve kendisi dahiliyeci olan doktor kardiyolog arkadaşına telefon açtı. Durumu anlattı. Görüş istedi. Bu görüşlerin ışığında tavsiyelerde bulundu. Çok takdir ettim doktoru. 

Böyle görüş isteyenleri hep takdir etmişimdir. Şimdilerde, aslında her zaman öyle ya bir çok kimse kendilerini âlim zannediyorlar, vaz geçilmez zannediyorlar… 

Gidişim kolay oldu; ancak dönüşüm zor olacağa benziyordu. Yokuşlarda zorlanıyorum artık. Onun için yavaş yavaş yürüyordum. Öyle o kadar yavaşlıktan da hazzetmem. Yolun sağına soluna bakaraktan, sözde inceleme yaparaktan, doğayı okuyaraktan… Valla, yazışımızda bile bir küçümseme, bir mizahi hava var gibi. Oysa ben, daha doğrusu biz doğayı okumasını biliyorduk. Evet, biz Coğrafyacı Prof. Dr. Ferruh Sanır hocamızın öğrencileri az çok da olsa okumasını biliyorduk En azından öyle sanıyorduk Değerli hocamız bizi yanına alır hep beraber Bursa Uludağ’a doğru yürüyüşe çıkardık. Yolun sağında solundaki sarkıt dikit falan filanları geç, taş çeşitlerini, toprak çeşitlerini gösterirdi bize. Bölgenin yaşı konusunda da tartışmaya girerdik. Sınıfta olduğumuz zaman da harita okumasını öğretti bize değerli hocamız. Öğretmenliğim boyunca hem okudum, hem okuttum. Keşke biraz da yazsaydım. İnsan yazarken daha çok öğreniyor da. 

Reçetemizi alarak eve dönerken yolun sağında ve solundaki çayır çimende en çok dikkatimi çeken çiğ olmuştur. Otların her biri inci gerdanlık taktılar sanki. Otların diyorum o kadar çeşitleri var ki, maalesef isimlerini bilmiyorum. İnişte görmemiştim bu muhteşem manzarayı. Şimdi aheste aheste çıkıyorum ya güzellikleri görüşüm ondandı. 

Hem dünden bahsediyorum, hem şimdi diyorum. Eh olacak o kadar. Ben dündeyim, önceki gündeyim. Gördüklerimi nasıl tasvir etsem bilmiyorum. Saat 10 00 – 1030 civarı civarı, hava güneşli, Ağaçlar, çiçekler, çimenler belli ki yıkanmışlar. Ama bazıları kurulanmamışlar. Kurulanmamışlar ifadesi tembellik ithamı gibi oldu.İncilerinden ayrılamamışlar desek daha mı iyi olurdu? Fidanların üst kısımdaki yapraklarında çiğ kalmamış. Alt yapraklarda var. Çayır hep incili. Bu inci benzetmesini kim yaptıysa çayırı görmeden yaptı her halde. Küçük yapraklarda, tamam çiğ inci gibi. Çayıra giren oldu her halde bazı yerler farklı. Eğiliyorum otlara. Büyükleri incileri atıyor gibi. Farklı otlar da var. Güneş ışığı da farklılıkları artırıyor. Çayır yakamozlanıyor resmen. Özetle daha altta olanlar, daha küçük olanlar daha geç çıkarıyorlar çiği, siz yine inciyi deyin isterseniz. O anda değil şimdi aklıma geldi. Bazı kimseler olgunlaşma devrelerinde süslerinden, ziynetlerinden sıyrılıverirler.  

Çevreden bakanlar oldu. Kim bilir ne zannettiler. Onun için yola devam ettim. Birkaç parti ilçe binası gördüm. Kimi kahve gibi, dışarıda masalar kurulu. 10- 15 kişi koyu sohbette. Bazı binalar da kapalı. Bunları da oku dedim kendi kendime. Çok güzel bina, tabela, posterler… Kaynak nerden acaba? Acaba bazı oyları bölmek için mi? 

Okuya okuya, (ne okuduğumu sormayın) eve geldim. Eşime sonuçların iyi olduğu müjdesini verdikten sonra biraz soluklandım ve internetten gazete okumaya başladım. 

Gazete okumasını biliyor muyuz? Her gazetede proje haberleri var. Bir gelişme var. Artık projeden söz ediyoruz. Projelerin perdesini şöyle bir kaldırayım dedim. Demez olsaydım. Arkada olanlar insanın midesini bulandırıyor. 

Yolda yoruldum, ondan mı midem bulandı dersiniz. Eşim çay getirdi. Önceden belirli saatlerde kahve içerdim. Midemde ülser var. Artık kahve de içemiyorum. 

Bu ülserim de çok oluyor. Televizyon izlerken ağırır, gazete okurken ağırır, çarşıda pazarda ağırır. 

Sizin de başınızı mı ağırttım. Valla okumasını az çok bilenlerin başı ağırmaya devam edecektir. “Ne mutlu okumasını bilmeyenlere.”demek var, kendini mesleğe adamış olan bir öğretmen olarak asla bu cümleyi kullanmayacağım. Aksine eski formumu yakalamak için okumasını öğrenmeye çalışacağım. Siyasetten başlayacağımı sanmayın. Bahçemizdeki çiçeklerden başlayacağım. Çiçeklerin dilini öğrenebilsek çiçek gibi olurdu ortamımız. Güzel bir cümle yakalamış olduk. Yazıyı burada noktalayalım da biz yine okumaya başlayalım. 

 

Sabahattin Gencal, Başiskele – Kocaeli, 30. 04. 2011 

 

 

 
Toplam blog
: 181
: 635
Kayıt tarihi
: 29.03.11
 
 

1943'te Trabzonda doğdu. Erzurum Yavuz Selim İlköğretmen okulunu bitirdikten sonra girdiği Bursa Eğ..