Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ağustos '10

 
Kategori
Deneme
 

Yirminci mektup

Ankara, 2 Temmuz 2002

Uzun sayılabilecek bir aradan sonra merhaba Recai...

Hep yazmak istedim sana. Evde yazarım, ofiste yazarım. Hep ertelendi ama hiç aklımdan çıkmadı. İnan çok yoğun ve sıkıntılı bir dönemdi...

Yakın bir arkadaşım çok kötü bir biçimde kolunu kırdı. Dolayısıyla onunla planladığımız projelerin gerçekleşmesi imkansızlaştı. Hem arkadaşımın durumuna üzüldüm, hem işlerin uzamasına, gecikmesine. (Yazarken farkına varıyorum, belki de iki iyi arkadaş değiliz, ben öyle sanıyorum, ilk fırsatta bunu o arkadaşa sormam gerek.)

Bu haber daha da kötü. Senin de tanıdığın biriyle ilgili. Hatırlııyor olmalısın, Safranbolu’ya üç kişi gelmiştik. Onlardan biri kardeşim kadar sevdiğim, insanlara sağ kolum diye tanıştırdığım Mete’ydi. Geçtiğimiz günlerde Mete’nin iki ağabeyiyle, iki de tanıdığını kaybettik bir trafik kazasında. Ankara’dan çıkıyorlar, bir iş için İstanbul’a gitmeleri gerek. Her nasıl oluyorsa, Sakarya’ya yirmi kilometre mesafede kaza oluyor. Önce üçü, ardından dördüncüsü de yaşama veda ediyor. Mete için bunu kabul etmek çok zordu elbette, benim için de. Bu öyle bir durum ki, tanımayanlar bile şaşırdı ve üzüldüler...

Ölüm gidenler için hayattan kopmak demek, ideallerin, işlerin yarım kalması, bir bilinmeze, sonsuza göç... Ve gidenlerin hiç biri geri gelmedi...

Kalanlar için ölüm karmaşık bir şey. O sevdiğin insanı bir daha göremeyeceksin. Onun arzularının, sevgilerinin, düşlerinin bir kısmını gerçekleştirmek için zaman bulamadığını bilmenin sıkıntısını yaşayacaksın.

Eğer ölen senden genç biriyse, neden ben değil de o öldü diye kendinle hesaplaşmalara gireceksin.

Gördüğün bir kitap, çiçek, ağaç, böcek, eşya, günlerce, bir daha, bir daha sana onu hatırlatacak...

Bir şey okuyamayacaksın, yazamayacaksın. Şiirler, türküler anlamsız gelecek sana. Kuşun uçması, çocuğun yürümesi, bile acı verecek sana...

An gelir, kimseyle tartışmak istemezken olmadık tartışmaların içinde bulursun kendini. Sevgileri çoğaltmak isterken korkuların, düş kırıklıklarının yakanı bırakmadığını, bir gölge gibi seni izlediğini görürsün hani...

Acılar, ihanetler, düş kırıklıkları, gerilim, korku, yoğun trafik, karmaşık, çoğu kısa süreli çıkarlara dayalı insan ilişkileri nasıl yorar insanı...

Öte yandan hayatı erteleme gibi bir şansımız da yok. Zorunlu işlerin yapılması gerekir. Yapmaya çalışırız. Kimilerini eksik, yarım yaparız, kimilerini unuturuz bütün bütün.

Kendimizle hesaplaşmalara gireriz sık sık, bir daha bir daha kendimizi sorgularız....

Her şeye rağmen bir yandan çalışmaları sürdürüyorum. Ama onlar da hayli dağınık. “Üç İsmail”, “Her İyi İşte O En Başta”, “Atatürk’ün Gösterdiği Hedef Nerede, Biz Nereye Gidiyoruz?” başladığım, sonuçlandıramadığım çalışmalar. Bunları dergilere yazı olarak hazırlamayı düşünüyorum.

Demiryollarıyla ilgili bir belgeselin ön çalışmalarını yapıyoruz...

Bir Düştür Anadolu, iki yıldan fazla bir zamandır üzerinde çalışmamıza rağmen sahada çekimlere başlayamadığımız bir proje olarak masamda duruyor.

Kafa, beyin, yürek olarak biraz rahatlarsam şüphesiz başka tasarılarım da olacak.

İşin kötüsü bu projelerin hayata geçirilebilmesi için maddi destek bulmak zorunda olmamız. Dışa, başkalarına bağımlılık nasıl yoruyor beni anlatamam...

Benim cephemde ana hatlarıyla durum böyle Recai.

Sen de mektubunda kendi çalışmalarını, neler yaptığını, nelerle uğraştığını anlatırsan sevinirim...

Üretimin hep olduğu, giderek arttığı günlerde de haberleşmek, yarınlarda yine görüşmek umuduyla...

Fuat OVAT

 
Toplam blog
: 54
: 877
Kayıt tarihi
: 30.06.10
 
 

Kamu yönetimi alanında yüksek lisans yaptım. İletişim, medya sektöründe çalışıyorum... Yazmayı se..