Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Eylül '13

 
Kategori
Kitap
 

Yitik Parçam / Asuman Soydan Atasayar

“Melek kanadı mı?

Yâr sıcağı mı?

Ana kucağı mı?

Neyi bekliyor içimdeki hisler?

Sırtıma vurulmuş bunca semer…

Varsın olsun deli gönlüm, gene de sen bekleyiver!”

Asuman Soydan Atasayar

Bir mayıs akşamında Ankara’da bir araya gelmiştik güzel bir etkinlik için Asuman Hanımla ve diğer pek çok değerli şiir dostu ile. İşte o akşam imzalayarak hediye etmişti “Yitik Parçam” ismini verdiği romanını değerli dostum Asuman Soydan Atasayar.

Eve gelir gelmez önsüzünü, yazarın  kitabın arka kapağında yer alan özgeçmişini ve hatta rasgele seçtiğim birkaç sayfayı okuyup bırakmıştım bir an önce okumak istememe rağmen. Bırakmıştım çünkü iki arada bir derede değil de gündelik yaşamın düşüncelerinden, koşuşturmasından sıyrılıp daha kendi kendimle kaldığım bir anı yakaladığımda kısaca sakin kafayla tadına vara vara okumak geldi içimden ne zaman elime alıp evirip çevirsem, sayfalarının arasında şöyle bir dolaşsam bile bu kitabın. Nedense onu tatile sakladım.Ve beklenen gün geldiğinde başladım okumaya. Yedi - sekiz gün içinde okuyup bitirdim yaklaşık dört yüz sayfayı.

Öncelikle çok, çok beğendiğimi söyleyerek başlamak istiyorum sözlerime. Mükemmel bir kurgu. Özenle seçilmiş kahramanlar. Kahramanların ön plana çıkan karakterleri. İnanılmaz bir gözlem gücü. Her kahramanı asırlardır tanıyormuş hissi uyandıran yumuşak, akıcı bir anlatım. Öyle bir ifade gücü ki okuru yormadan sakin sakin ama bir o kadar da heyecan uyandıran, yerine göre yüzünü güldüren yerine göre öfkelendiren, hayrete düşüren, böyle de olur muymuş dedirten ama okudukça onayladığınız, aşina olduğunuz olası kendinizden parçalar – her ne kadar romanın adı “Yitik Parçam” olsa da - bulduğunuz satırlar kucaklıyor sizi bu romanla yolculuğunuz boyunca.

"Yitik Parçam" başından sonuna kadar aynı heyecanla sürüklüyor okurunu. Durup düşünmenize neden oluyor çoğu cümle. Tartmanıza, biçmenize yaşamınızı, tanık olduğunuz kareleri,  belki gazetelerde karşılaştığınız belki bir yakınınızdan işittiğiniz  ters lale misali yaşamları.

Verilmek istenen tema özünde “sevgi” olsa da  kadınların farklı sorunlarına değinilerek erkek hegemonyalı bir dünyada yaşamanın güçlükleri, kendilerini unutarak yani özlerini kaybederek sırf kocaları istiyor diye kılık kıyafetlerini bile onlara göre şekillendiren, aldatılmanın değil de aldatılmadan acısını yüreklerinde hisseden, sevgiyi arayan ama sevgisizlikten yakınan kadınlar ve öte yandan  aşk ateşinde hasretle kavrulan yürekler, mesleklerini seven eğitim neferleri, fiziki hırpalama olmasa da ruhsal çöküntünün hezeyanları, çekilen onca şeye rağmen ayakta durabilme, yaşama tutunabilme gücünü güçlü tutmayı başarabilen birkaç kadın ve beraberlerinde sürükledikleri hayat öyküleri.

Kitabın kahramanlarından biri olan Aysun’un dramı da kitapta anlatılan diğer kadınlardan- Canan’dan, Yasemin’den, Sema’dan, Latife’den -  pek farklı değil aslında. Tabii ki her hayat farklı bir öyküdür bu fani dünyada. Benzemez kimsenin yaşadığı bir başkasınınkine. Ve bilmez kimse kimin ne yaşadığını eğer kendi yaşamadıysa. Hayat  kendi ekseni etrafında dönüp duruyor ve dünyadaki tek önemli dert kendininki zanneder işte sırf  bu yüzden.

Sevgiyi ilke edinmiş, sevmeyi başarmış ama ne yazık ki hayat arkadaşı tarafından arzu ettiği sevgi dolu, şefkatli davranışları bulamamış, ruh eşini, diğer yarısını, yitik parçasını bulmaya çalışan ve yalnızlığın kıskacında kendi yağıyla kendi kavrulan, kan kussa bile kızılcık şerbeti içtim diyen, zeki, akıllı, cesur, azimli, kararlı, hayata farklı bir pencereden bakmasına, zaman zaman içinde bulunduğu ortamdan bunalmasına rağmen yaşamını çocuklarının mutlu ve doğru insan olarak yaşamaları uğruna adamış, sabırla ve dahi tahammülle yoğurmuş, kabullenilmiş bir hayat Aysun’un ki.

Sayfalar boyunca Aysun ile birlikte yaptığım yolculukta tanıştığım diğer karakterlerle de arkadaşlık yaptım elbette ama son sayfalara kadar hep Mahmut’tan kurtulmasını bekledim Aysun’un yani kocasından nedense. Ruhu acılar içinde kıvranırken bu kadar duyarsız ve anlayışsız olan bu adamla bir ömür dile kolay. Annesiz, babasız…Mihriban Nine’siz…  Ve hatta kocasız. Varlık içinde yokluk, yokluk içinde varlık çekerek. Temizlik, dağınık toplama, yemek pişirme, alışveriş… Alışveriş, temizlik ve hep aynı şeyler. Kısır döngülerden ibaret bir akış.  Çocukları… Nur’u, Onur’u, Koray’ı. Ya onlar olmasaydı o zaman da katlanabilir miydi  Mahmut’a? Peki ya “Sükunet” adını verdiği, dostu, sırdaşı, hayali varlığına  tutunarak kalemine, kağıdına sarılıp dökmeseydi yüreğini yakan her ne varsayı, boşaltmasaydı yüreğinin katranını günlüğüne. İşte asıl o iç döküşler etkiliyor insanı derinden derinden. Durup düşünmesine… Bir daha, bir daha düşünmesine neden oluyor.

Yasemin ve Ali’nin çektiği hasretle harmanlaşmış çok eskilerde kaldığı sanılırken birden gün yüzüne çıkan yangınlardan daha harlı aşk ateşiyle baş etme çabaları lakin birbirine bağlı üç hayat ki Ali’nin eşi Canan’ın sevilmeme, aldatılma, umursanmama hezeyanları.

Yasemin ve Ali birbirlerinin diğer yarısıyken Canan’ın o yarıma dahil olmaması. Lakin öte yandan Aysun’un diğer yarısı sandığı “Sükunet’in” aslında o olmadığını, her şeyin zıddıyla değer kazandığını bildiği halde uzun zamandır farkına varamadığı bir gerçeğin ayırtına varmasıyla anlam bulan bir şey daha var ki kitapta anlatılan o da hakikatte her şeyin zıddıyla var olduğu ve kaybedilenlerin bir şekilde tekrar kişiye döndüğü. Bu da demek oluyor ki… Aysun yıllarca içinde hissettiği boşluk, aradığı diğer yarısı, ruh eşi yani yitik parçasıyla yaşayarak aslında kendisine tıpa tıp benzeyene kavuşmayı umup durmuştu da kendi yarısının yanı başında olduğundan bihaberdi. Bihaberdi çünkü o bir noktaya odaklanarak diğer yarısına kavuşmayı beklemişti oysa  kendisinin tam da zıddı olan – her şey zıddıyla değer kazanır-  diğer yarısıyla yani Mahmut’la bir ömür sürmüştü.

Mal, mülk, para, pul, lüks eşyalar, kariyer gibi kavramlar zenginlik kelimesi ile özdeşleşmiş olsa da içi boş bu unsurların hiçbir değeri olmadığının altı çizilirken sevgisiz bir yaşamın fakirlikten  başka bir şey olmadığını da vurguluyor anlatılanlar. Sevgi öyle güçlü bir duygu seli ki yokluğu insanı bedbaht ederken varlığı mutlulukla buluşturuyor, yaşama başkalık, cana tarifi imkansız bir huşu katıyor.

Kahramanların yaşam öyküleri su gibi akıp gidiyor sayfalar çevrildiğinde zaman gibi ardı ardına. Duygu seline kapılmamak, mukayese yapmamak mümkün değil. Son sayfalarda gözyaşımı tutamadım desem, inanır mısınız.

Yitik Parçam’ı okumaya başlamadan önce  Asuman Soydan Atasayar’ın okuyucularına merhaba deyişi karşılıyor sizi. Diyor ki Asuman Hanım “ Şiir, deneme, makale, anı ve seyahat gibi edebiyatın diğer dallarıyla ilgili çalışmalarımı okuyan dostlarımın ‘Roman da yazmalısın, yazarsın, başarırsın.’ gibi telkinleriyle yola çıktım.”  Ben de durup düşünüyorum… Demek ki yüreklendirilmeyi, cesaretlendirilmeyi bekliyor an oluyor insan. İyi ki dostları bu cümleleri kurmuş ve edebiyat dünyasına böylesi güzel bir eser kazandırmasına sebep olmuşlar sevgili Atasayar’ın demeden geçemiyorum. Kitapta bir  başka romancının, Erdoğan Baysal’ın da önsüzü bulunuyor.

Mart 2012’de ilk baskısını yapan Yitik Parçam Göl Kitap Yayıncılıktan çıkmış. Kapak tasarımı Emir Tali, dizgi sayfa tasarımı Hasan Demir tarafından yapılmış ancak kitabın kapağındaki resim yazarının yani Asuman Soydan Atasayar imzasını taşıyor. Sayfa sayısı 406.

On parmağında on marifet barındıran değerli dostum Asuman Soydan Atasayar hanımefendiyi yürekten kutluyor ve başarılarının daim olmasını dilerken  henüz okumayan kitap severler varsa mutlaka okumalarını tavsiye ediyorum bu romanı.

GENEL DAĞITIM:

Göl Kitap Yayıncılık  

golkitap@gmail.com

 

Kitap Tanıtım: Sibel Unur Özdemir

 
Toplam blog
: 755
: 776
Kayıt tarihi
: 13.06.07
 
 

Ankara'da doğdum. İlk, orta, lise ve üniversite eğitimimi Ankara'da tamamladım. AÜİF iş idaresi b..