Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ekim '11

 
Kategori
Öykü
 

Yolculuk

Oh, nihayet bu ucube yerden bir haftalığına uzaklaşabilecektim. Dört aydır bu  küçük kasabada tıkılıp kalmıştım. Oysa kurayı çektiğim gün nasıl da sevinmiştim  Güneydoğu'da bir yer çekmedim diye. Doğu Karadeniz’de bulunan bir ilin köyüydü. Ne kadar kötü olabilirdi ki? Mutlaka  yemyeşil, şipşirin bir yerdir diye düşünmüştüm. Ben de cin gibi zeki Karadeniz çocuklarının öğretmeni olacaktım.

Ama haritaya baktığımda ilk düş kırıklığımı yaşadım. Bu köy kıyıdan epeyce içerdeydi. Kasaba yarım kalmış izlenimi veren çatısı ve sıvası olmayan sevimsiz  evlerle dolu, toz toprak içinde ağaçtan ve ormandan nasibini almamış bir  madenci kasabası idi.

İnsanlar asık yüzlü, çocuklar ise çelimsiz  ve hastalıklıydı. Köydeki çocuklar okula  zorla geliyorlar  ve bir şeyler öğrenmemek için adeta direniyorlardı.

 Neyse ki imdadıma bu tatil yetişti. Yılbaşı, bayram derken bizim tatil iki haftayı  buldu. Bu fırsat kaçmaz diyerek ilk otobüse attım kendimi.

İstanbul’a varır varmaz Sevgi’ye gideceğim. Bizimkilere de haber vermedim ki şöyle  doya doya Sevgi’yle hasret gidereyim. Önce güzel bir yemek yeriz sonrada bir bara  atarız kapağı. Sabaha karşı eve varırız (Gerisi  sizin  hayal  gücünüze  kalıyor  artık. ) .

Bir kaç saat içinde otobüsümüz kıyı yoluna saptı. Buralar gerçekten de çok güzel, doğa adeta coşmuş. Keşke buralardan bir yer çekmiş olsaydım diye düşünürken  korktuğum başıma geldi. Boş olan yan koltuğa konuşmaya meraklı fakat ne  dediğini şivesinden dolayı anlayamadığım bir amca oturdu. Boş bulunup da  baştan uyuyor numarasına yatmadığım için de peş peşe gelen soru  yağmurundan  kurtulup kitabımı çıkartma fırsatı yakalamam bir saatimi aldı. Amcaya da çocuklara  anlatmam için tatilde bu kitabı okuyup bitirmem gerektiğini söyledim. Benim  yanımda durmaktan canı sıkılan amca arka taraftaki boş koltuğa geçerek  oradakilerle sohbete başladı.

Bu arada benim içim geçmiş epey bir uyumuşum. Uyandığımda Bolu Dağı’ndaydık. Polis zincirsiz geçişe izin vermediği için durduk. Şoför, muavin ve benim gibi sigara içme hevesiyle yapıp  tutuşan birkaç kişi hemen aşağıya indi. Ama bu zincir  takma  işi umduğumdan da kısa  sürdü. Çünkü şoför tek tarafa zincir takmıştı. Polisin  göreceği  arafa. Bu yeterliymiş! Zincir delikanlı şoförü bozuyor anlaşılan.

Apar topar sigaraları bitirip yola devam ettik. Çok az yol almıştık ki araba aniden  sağa doğru kaymaya başladı. Otobüs şöyle bir sallandı sonra doğru şarampole  yuvarlandık. Önce öldüğümü düşündüm ama ayağımdaki ağrıdan anladım ki  ölmemişim. Sadece ayağım kırılmış. Epey bir uğraştıktan sonra diğer yolcuların  da  yardım etmesiyle kendimi dışarı atabildim.

Baktım her çıkan cep telefonuna saldırıyor ben de çektim cep telefonumu. Şarjı  bitmiş meretin. Zaten ne zaman lazım olsa ya şarjı biter ya da kapsama alanı  dışındadır. Hem telefona hem de yola çıkmadan şarjı kontrol etmeyen kendime  okkalı bir küfür savurdum. Bu arada ayağımın zonklaması ve şişliği de giderek  artıyordu.

Cep telefonu çalışan mutlu azınlık sayesinde olay yerine bir saat içinde ambulans  geldi. Beni de Bolu Devlet Hastanesi’ne götürüp ayağımı alçıya aldılar. Mal canın  yongasıdır derler ya ayağımın ağrısı hafifleyince aklıma valizim geldi. İçinde  Sevgi’ye Rus Pazarından aldığım yılbaşı hediyeleri, giyisilerim ve bir miktar da  param vardı. Oraya geri dönmemin ve otobüsü düzeltip valizimi almamın  imkansızlığını düşününce içim sızladı. Alçılı ayağımla kendimi zar zor başka bir  otobüse attım. Üç beş saat rötarla da olsa nihayet İstanbul’a varmıştım. Sevgi’nin  zilini çaldığımda saat gece yarısını çoktan geçmişti. Sevgi  “Kim O? ” sorusunun  yanıtını alınca bembeyaz bir yüz ve kıpkırmızı, şiş gözlerle kapıyı açtı. Meğer  televizyondan bizim otobüsün kaza yaptığını öğrenmiş, beni de cepten arayıp  ulaşamayınca ölen dokuz kişinin içindebenim de olduğuma kanaat getirmiş. Ah  canım benim meğer beni ne kadar çok severmiş.

Onu uzun uzun öperek yaşadığımı kanıtladım. Daha sonra da hain cep telefonuma  tekrar sövdüm.

Sevgi bu arada annemleri aramam gerektiğini söyledi. Kaza olduğunu öğrenince  panikleyip onları aramış. Gel de bir daha kızma şimdi şu cep telefonuna. Mecburen  aradım. Kapının zili o kadar çabuk çaldı  ki; ben karşı yakadan buraya  ışınlandıklarını düşündüm. Annem iki gözü iki çeşme: ” Yavrum benim! ” diye bir  boynuma atıldı ki; az daha beni o öldürüyordu.

Ağlaşma faslı bittikten sonra sitem faslı başladı. İnsan onca yoldan gelecek olur  da hiç annesine haber vermez miymiş, evlenmeden önce ilk olarak nişanlının  evine gelmek de neymiş…

 “ Kalk hemen eve gidiyoruz .” dedi annem. Sevgi de bizi geçirmek için boynu bükük  aşağıya indi. Üzerimdeki talihsizlik bulutu dağılmamış olacak ki bu sefer de buzda  kayıp kafa üstü yere çakıldım. Yine ambulans geldi ve ben yine hastanedeydim. Tarih tekerrürden ibarettir diye boşuna demiyorlar. Neyse ki bu sefer yanımda  Sevgi var. Eh bu da bir şey. Kafatası röntgenimi çektiler. Bu sefer de kıramamışım  kafayı. Sevgi de benimle dalga  geçti: ”Senin bu kadar taş kafa olduğunu bilseydim  seninle nişanlanmazdım. ”diye. Ona da bozuldum. Ben canımın derdine  düşmüşüm o dalga geçiyor.

Doktorlar sabaha kadar hastanede müşahede altında tutulmama karar verdiler. Bizimkileri eve yolladık. Sevgi ile nihayet baş başa kalabilmiştik ama hangi  koşullarda. Biraz sonra etraf biraz sessizleşti. Nöbetçi doktor herhangi şüpheli bir  durum olursa hemşireye haber vermemiz gerektiğini söyleyerek gitti. Odada  bizden başka kimse kalmadı. Ya da biz öyle sandık. Çünkü biraz sonra şeytan bizi  dürttü. Sevgi üzerindekileri çıkartıp yanıma uzandı. Şimdi ne yaptık ne yapmadık  orasını hatırlayamayacağım ; uyumuşuz. Bir çığlıkla uyandık. Hemşire bağırıyor, ben bağırıyorum. İkimizin çığlıkları birbirine karışıyor.

Bağırıyorum, bağırıyorum. Bacağımda müthiş bir yanma hissi var. Gözümü bir  açtım ki hala otobüsteyiz. Amca eski yerine yani yanıma geri dönmüş, elindeki  kaynar çayı da otobüs fren yapınca üzerime döküvermiş. Amcaya canımı yaktığı için  kızayım mı yoksa beni o kabustan uyandırdığı için teşekkür mü edeyim bilemedim.

Bu arada muavin koşup yanımıza geldi. Aynı anda “ Ne oluyor? ”diye birbirimize  sorduk. Ben çay olayını anlattım o da polisin zincir takmamız için bizi durdurduğunu. Hemen arkasından da ekledi:”Merak etme fazla uzun sürmez abi. Bizim şoför  delikanlıdır. Zinciri bir tek polisin göreceği tarafa takar.                   
 

 
Toplam blog
: 12
: 343
Kayıt tarihi
: 02.10.07
 
 

1966 Doğumlu olup şu gençliği anlamaya çalışan biriyim. 1995 doğumlu bir oğlum var. Öyküler okuma..