Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mayıs '08

 
Kategori
Öykü
 

Yüreğimdeki babam

Yüreğimdeki babam
 

"Dünyam benim"


Kurumun kreşi idari binasının en üst katında tam anlamıyla biçimseldi. Çalışan anne ve babaların çocuklarını, buraya teslim etme mücadeleleri ise, bir başkaydı. Soğuk, sabahın köründe gözleri acıtıyordu. Uykusunu henüz tamamlayamayan çocuklar kreşe bırakılmalarının bilmezliğini yaşıyorlardı. Ayrılıkların ardından ağlayan çocuklar, yöneticilere direktif veren anne ve babalar, idarecilerin sitemleri, sonrada koridorlardaki çığlıklar avaz avazdı…

Kreşin son günleriydi. Neşe içinde bir yıl daha geride kalmış, sabah ailemle kahvaltıyı güzel yapmıştım. Babamın gergin, annemin ise suratının hiç gülmediği salonumuzda oturuyoruz. Annem, babama; “ Şu çayını içte öyle işe git” dediğinde bende çok şaşırmıştım. Bugün, nasıl olduysa ikisi de neşeliydiler. Babam da, “ İyi günler” diyerek, evden mutlu ayrılmıştı. Annem ise yıllık iznini almış, benimle birlikteydi. Babama eve erken gelmesini istediğinde, babam da bu soruya bıyık altından gülerek, “daha çok beklersin’ anlamında yanıt vermişti. Hemen balkona koşup, işe giden babama el sallamıştım. Annem, her zaman olduğu gibi kendisini, özenle takip ettiği televizyon dizisinin karşısına atmış, bense, yapacak bir şey bulamadığımdan, oyuncaklarımın başındaydım. Televizyonun yüksek çıkan sesinin birden kesildiğine kulaklarım istemeyerek misafir olmuştu. Telefonun başında, annemin heyecanlı ve yüksek sesle annesiyle konuşmasına şahit oldum. Annem Telefonun kapanmasıyla annemin kapıda belirmesi ani olmuştu.

“ Biraz sonra anneannenler gelecek. Aydın’a gideceğiz. Çabuk hazırlan!” dediğinde,

“ Babamın haberi var mı?” soruma, ani bir çıkışla;

“ Yok! Hem olsa ne fark eder ki? Hadi, konuşmayı bırak da çabuk hazırlan!”

Bense, mahzun ve bir o kadar da boynu büyük ve yavaş sesle,

“ Onunda haberi olsa, daha iyi olmaz mı anne?” dediğimde, yine sertçe,

“ Boş ver onu! Nasıl olsa evi arayacak! Hem nereye gittiğimizi de tahmin eder!”

“ Ben sizinle gelmek istemiyorum. Babamı da çok seviyorum. Onu çok özlerim. Siz gidin.” dediğimde, gözyaşlarımda sicim gibi akıyordu. Annem ağlamamı gördüğünde, sinirleri iyiden iyiye gerilmişti. Bavulları öylesine hızlı hazırlıyordu ki, şişman bedeninden süzülen teri, topladığı elbiselerimin üzerine gözyaşlarım gibi damlıyordu.” Uğur, uyandığında gerçekle, kâbus arasında bir süre bocaladı. Gözlerini boşluğa bıraktı. Yatağından kalkıp çocuğunun odasına baldırı çıplak geldiğinde, oğlu tatlı uykusundaydı. Oğlunu öpüp, mutfağa geçti. Soğuk suyu bir çırpıda içtiğinde yüreği henüz soğumamıştı. Saatine baktı. Sabah olmadığına sevindi.. Tekrar yatağına uzandığında dalması da fazla uzun sürmedi.

“ Araba evimizin önüne yaklaştığında kornası da acı çalıyordu. Aceleyle arabaya oturtuldum. Arabanın penceresine yaklaşan mahalle arkadaşlarım şaşkınlık ve üzüntü içinde bana bakıyorlardı. En yakın arkadaşım Tuncay ise, nereye gittiğimi, ardından, “ baban gelmiyor mu?’ sorusuna, dilimin kilitlendiğini, bir şeyler söyleme cesaretini kendimde bulamadım. Ancak kafamı sallamakla yetindim. Arabamız hızla hedefine giderken, anneannemin ‘ Karnın acıkmadı mı? Poşette simit var. Yer misin?’ sözlerine aldırış bile etmeden, dışarıyı seyretmeye devam ettim. Yol kenarındaki yemiş ağaçlarının meyvesi benim gibi körpe, dalında olgunlaşmayı bekliyordu. Onların güneşi ve suyu var. Benimse güneşim olan ve onsuz hayatı hiç düşünemediğim biricik babam, şu an benden uzaktı. Dedemlerin evi İki katlı, dış cephe boyası atmış, bahçesinde ağaçların boldu. Eşyalarımızı arabanın bagajından çıkarmaya başladığımızda telefonun sesi de susmak bilmiyordu. Anneannem iri cüssesine rağmen hızla koşarak telefonunu açtığında, karşısına çıkan babamdı. ‘Neden benden habersiz çocuğumu götürdünüz. Ona sordunuz mu? Bakalım sizle gelmek istiyor muydu?’ sözlerinden başka bir şey konuşulmamıştı. Çünkü anneannem, telefonu çoktan babamın suratına kapatmıştı.

“ Uğur! Uğur! Uyan artık, ne bu halin?”

“ Hııııı …”

“ Biraz ileri git. Yatağın her tarafını kaplamışsın. Bende uzanacağım. Kanepede belim iki büklüm oldu. Işık bir kez daha söndüğünde, gece de bölük pörçüktü…

“ Dedem, ‘ kim di o ?” sorusuna anneannem; “ Uğur’du. Alican’ı neden götürdüğümüzü ve ne zaman getireceğimizi soruyor.” Dediğinde Dedem de; “Çıkmaz ayın son Çarşamba’sında” sözlerinin ardından bembeyaz pos bıyıkları altındaki dar dudaklarından beliren alaylı gülümsemesiyle “ Kızıma az mı çektirdi o hınzır. Evde boşluğu bir kez görsün de inşallah adam olur.” Sözlerine dayanacak gücüm kalmamıştı.

Günler geçtikçe babamı her saniye düşünmekten hasta olmuştum. Onunla en kısa zamanda görüşmek arzusu içimi kemiriyordu. İsteğim çok bir şey değildi. Yalnızca, idam mahkûmlarının ölmeden önce istedikleri son arzusuydu. Bu arzum, aile meclisinde kabul görmeden, hemen kesin hükümle ret yanıtını savcı kılığındaki dedemle, onun işbirlikçileri kararlarını vermişlerdi. Yüreğimin parçalandığını, damarlarımın büzüldüğünü, göz damarlarımın azalan gözyaşları içinde ne yapacağımı bilemiyordum. Burada on günüm ızdırap içinde geçmişti. On ikinci günü babamın Aydın’a geldiğini, dedemin; ‘ Uğur buradaymış! Hemen kapıları kilitleyin! Camlara da yaklaşmayın, perdeleri de kapatın! Sakın sesinizi çıkartmayın, evde olduğumuzu anlamasın!’ Ardınca sıralanan emirlerden sonra, dedemin söylediklerini yapmak zorunda kalmıştık. Evin içinde tekrar telaşlı bir hareket başlamıştı. ‘Acele edin, babası ortalıkta görünmüyor. Hep beraber Nazilli’ye gideceğiz. Babamın olmadığı bir boşlukta eşyalar tekrar arabaya yüklendi. Uzaklaştığımızda, babamın bir ajan gibi bizi takip ettiğini hissediyordum. Yanımıza yaklaştığında;

“ Sizi insafsızlar sizi!.. Utanma yok mu sizlerde? Oğlumu ciğerimden nasıl kopartırsınız!”

“ Uğur! Uğur! Uyan !”

Uğur, sırılsıklam ter içinde doğrulduğunda şaşkınca,

“ N’oldu!” Karısı,

“ Yine mi kâbus? Gecenin bir yarısı ne bağırıp duruyorsun?”

“ Yok, bir şey. Ayının teki beni mağaraya kapattı. Bir türlü çıkamadım. Bağırdım ama sesimi duyan olmadı. Ne bitmez kâbustu Allah’ım!” Uğur, saatine belli belirsiz baktığında, gecenin dördü bile değildi. Hayret etti. Kısa zamanda bu kadar kâbus. “ Dedemle babam, yolun kenarında hararetli tartışmalarına yoldan geçenler hayretle bakıyordu. Babam, dedeme bağırarak, ‘Neden çocuğumu benden kaçırıyorsunuz!” dediğinde, anneannem bana, ‘ babanı görünce hemen ağlıyor, yumuşuyorsun’ diye söyleniyordu. Bu arada, babama koşmak istediğimde arabamızın kapıları da otomatik kilitlenmişti. Babama arabanın arka camından baktığımda gözyaşlarım akarak bir nokta, daha sonra da filmin kopukluğu gibi gözlerinin önünden kaybolup gitmişti. Soru işaretleri arabanın içinde anlamsızca dolaştığında, arabamız da son sürat Nazilli’ye yol alıyordu. Giderken, Emine teyzem de bizimle gelmişti. Durumu hemen anlayan teyzem, anneme ; ‘ bu senin yaptığın kaçıncı?’ diye çıkışmasına rağmen, annem, umursamaz tavrıyla kafasını önüne eğip, hiç yanıt vermeden öylece dinliyordu…

Yatak odası küçük ve sessizdi. Sessizliği bozan yalnızca duvar saatinin tik-taklarıydı. Uğur, bir kez daha uyanmanın gerginliği ile tek gözünü ancak açabildi. Önce ben nerdeyim diye düşündü. Sırt sırta yatan karısına döndüğünde, karısının dudaklarının bir aşağı bir yukarı motor hızlılığında horlamasına kafasını taktı. Sinirlendi. Karısını ne görmek ne de horlamasını duymak istemiyordu. Gecenin sessizliğine fazla direnemeden gözkapaklarını tekrar birleştirdi. “Babam, benim özlem saçtığım frekanslarımdan, gideceğimiz yeri tahmin etmişti. Nazilli’de otel odası tutmuş, saat on civarında kapımızı tekrar çalmıştı. Esaretten kurtulacak bir esirin şaşkın hareketleriyle, kapıyı ben açtım. Karşımda babam, zafer kazanmış komutan edasıyla dik ve cesurdu. Eğilen sımsıcak boynuna sarıldım. Unutmadığım teninin kokusunu içime çektim. Babamı görmek, ona dokunmak hastalığımı bile bir an unutturmuştu. Sevinç halimi, annemle Emine teyzem fark etmişlerdi. Teyzem, annemi mutfağa çekip, ‘ sen çocuğuna baktığını mı zannediyorsun! kusura bakmada sen geri zekalının tekisin!’ azarlaması, büyüklüğün verdiği avantajı iyi kullanmaktı. Babam evde biraz oturduktan sonra, beni çarşıda dolaştırmaya çıkartmıştı. Uğur, oğlunun ‘Ben burada kalmak istemiyorum! Seninle gelmek, seninle beraber olmak istiyorum!...’ Haykırışlarına yanıt bile veremeden sabah ezanını, yatağının içinde gözlerini tavana dikerek dinledi.

<ı>Ertuğrul ERDOĞAN

<ı>2003- Bursa

 
Toplam blog
: 300
: 466
Kayıt tarihi
: 06.05.08
 
 

Ertuğrul Erdoğan, 1958 yılının sonbaharında Ankara'da doğdu. 1968 -1980 yılları arasında babasını..