Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Kuşkayası (Turgut Erbek)

http://blog.milliyet.com.tr/kuskayasi

01 Şubat '08

 
Kategori
Öykü
 

Yüreğime Kor Ateşler Düşürme...

Yüreğime Kor Ateşler Düşürme...
 

www.kuzeyanadolugazetesi.com


Murat, şafak sökmeden uyandı. Esneyerek gözlerini yarı aydınlanmış odada gezdirdi. Üzerinde desenler oluşarak buz tutan pencere camından içeri sızan cılız ışığın yardımıyla, cisimler açıkça seçiliyordu. Odanın soğuk havası ürpermesine neden olduysa da, kalkması gerektiğinin bilincindeydi. Uyurken yanına koyduğu elbiselerine uzandı. Pantolonunu, kazağını ve birinin burnu yırtılmış yün çoraplarını giydi. Bir gözü de anasının yattığı yataktaydı. Elbiselerini çıkarmadan, yatağın üstüne kıvrılarak uyuya kalmıştı. Kardeşlerinin üzerinden dikkatli bir şekilde atlayarak, yorganı çekip anasının üzerini örttü ve odanın kapısını açarak avluya çıktı...

Dış kapıyı açar açmaz, önüne kardan bir duvar örülmüş olduğunu gördü. Karı yararak ilerlemeye çalışması boşunaydı. Ayaz bıçak gibi keskindi. Ağzından çıkan sıcak nefesi, buhar gibi göğe yükseliyordu. Bedenini bir ürperti sardı. Bir süre çaresiz gözlerle etrafına baktıktan sonra ahıra yöneldi ve küreği alarak kapıyı tamamen kapatan karı temizlemeye koyuldu.Aylarca açılmayacak köy yolları, her yıl olduğu gibi yine kapanmıştı. Dağlar, tepeler birbirinden seçilmiyordu. Sabaha kadar aç kurtlar gibi uluyan tipi nihayet susmuş, etraf ürkütücü bir sessizliğe gömülmüştü. Ağaçlar, gelinlik giymiş gibi beyaza bürünmüşlerdi. Canlıları canından bezdiren zemheri ayının başlangıcı ve yöre insanlarının yüz yıllardır değişmeyen kör olası yazgılarıydı. Amansız kış, Azrail gibi çöreklenmişti tepelerine... Tuzağa yakalanmış av gibi çırpınmaktan başka bir şey gelmezdi ellerinden. Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerdeydiler. Dışarıdan yardım gelene kadar birbirlerine omuz vermekten ve hayatta kalmaktan başka şansları yoktu.

Etrafta ne bir karartı vardı, ne de bir ses. Yuvasız kuşlar havada donup, patır patır yere düşerek kara gömülmüşlerdi... Bazı evlerin bacasından çıkan duman, kavisli bir şekil alarak hızla göğe tırmanıyordu. Otlukların üstünde gümüş kılıçları andıran buzdan sarkıklar oluşmuştu... Önündeki dağ gibi karı hızla sağa-sola savurdu. Samanlığa gitmek için yol açması gerektiğinin bilincindeydi. Ne pahasına olursan olsun, anasını uyandırmadan işleri yapmayı kafasına koymuştu. Parmakları uyuşmuş, gözlerinden akan yaşlar yüzünde yuvarlanamaya başlamıştı. Biran, jilet gibi keskin ayazın, yüzünü çizik çizik ettiğini sandı. Soluk soluğa kalmıştı. Yılmadan çalışmasını sürdürdü... Babası harman sonu gurbete giderken:

“Bak Murat, Memed Ağabeyin askerde, artık evin erkeği sensin, anan ve kardeşlerin sana emanet,” demişti. Ama yükünün bu kadar ağır olacağını bilmiyordu. Büyüdüğünü, her işi başarıp, herkesi memnun edeceğimi sanarak gururlanmıştı. Açmaya çalıştığı yolun ortasında kaybolmuş gibiydi. Karın yüksek oluşundan hiçbir tarafı göremiyordu. Kendini yaptığı işe öylesine kaptırmıştı ki, aradan ne kadar zaman geçtiğinin ayındında değildi. Son bir gayretle varmak istediği yere geldiğini görünce, zeytin karası gözleri çakmak taşı gibi parladı. Başarının verdiği gurur ve hazzın etkisiyle dudaklarından başlayıp yüzüne dalga dalga yayılan gülümseme soğuk havaya karıştı.

Samanlıktaki sepeti otla doldurup ahıra yöneldi. İçeri girer girmez, gübre kokulu sıcak hava yüzünü yaladı. Hayvanlar otu görünce yerlerinden doğrulmaya başladılar. Yemliklerin her birine göz kararı ot yığdıktan sonra çalı süpürgesini alarak ahırı süpürmeye başladı.

Dışarıdaki işini bitirdikten sonra, sırtına yapışan cehennem soğuğuyla, yarı aydınlanmış odaya daldı. Herkes yatağındaydı. Soğuktan uyuşup keçeleşen elerini birbirine sürterek canlandırmaya çalıştı. Çelimsiz bedeni sıtmaya tutulmuş gibi, önlenemez bir şekilde titriyordu. Sonra kimseyi uyandırmamaya dikkat ederek, dışarıda kırıp getirdiği tezekleri sobaya doldurdu. Bir parça tezeğe gazyağı dökerek kibriti çakıp ateş verdi. Oda biraz ısınınca yavaş adımlarla anasının yattığı yatağa yaklaştı. Hiçbir kıpırtı yoktu. O saate kadar yatakta görmediği için hastalandığını düşündü. Dudağına oturan gülümsemeyle,

“Biraz daha uyusun, nasıl olsa işlerin çoğunu yaptım,” dedi içinden. Bir süre odanın ortasında kararsıza dolaştıktan sora tekrar gelip anasının ayakucuna ilişti.. Çaresizliğin acısı küçücük yüreğine çöreklendi. Fısıltılı bir sesle:

“Aç gözlerini de yüzüme bak n’olur! Bir şeyler söyle... Acı çektiğini, yorganın altında kıvrandığını biliyorum kara gözlü anam. Yüreğime kor ateşler düşürme. Ne acılarını dindirmeye, ne de seni doktora götürmeye gücüm yeter. Şimdi hastalanmanın sırası değil güzel anam! Beni tek başıma bırakma. Ne yapacağımı şaşırdım... Senin yardımın olmadan bunca yükün altından kalkamam...”

Tam o sırada küçük kardeşi yatağından doğrulup, gözlerini ovuşturarak Murat’ın yüzüne baktı ve:

“Anam gece haberleri izlerken, Memed ağabeyimin adını duyunca yığılıp kaldı. Ben de televizyonu kapatıp uyudum,” dedi.

Murat, hızla yorganı anasının üstünden atıp silkelemeye ve seslenmeye başladı. Ne bir kıpırtı vardı, nede bir ses... O anda kulakları sağır eden bir çığlık attı:

“Anaaaaaaaaaaaaa!...

Turgut ERBEK / MaviADA dergisi

 
Toplam blog
: 72
: 1492
Kayıt tarihi
: 23.07.06
 
 

Edebiyata ortaokul yıllarında şiirle merhaba dedim. O yıllarda şiirlerim ve yazılarım yöresel gezete..