Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Mart '07

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Yusuf Halaçoğlu: Bugünden bihaber olan tarihi nasıl bilecek?

Yusuf Halaçoğlu: Bugünden bihaber olan tarihi nasıl bilecek?
 

Belli mevkilere gelmiş adamların, makam, ünvan sahiplerinin Tanrı vergisi olağanüstü yeteneklerle, biz sıradan fanilerden çok üstün bir kavrayış gücüyle donatılmış olduklarına inanırdım eskiden. Ta ki, Rahmetli Bülent Ecevit’in meşhur Gazi olaylarıyla ilgili bir yorumunu dinlediğim güne kadar. “Ne alaka?” diyeceksiniz; açıklayayım: Biliyorsunuz, 12 Mart 1995’te İstanbul’un Gaziosmanpaşa ilçesine bağlı, Gazi Mahallesi’ndeki bazı kahvehane ve birahaneler kurşunlanmış, bu saldırıda bir kişi, ertesi gün de saldırıya tepki gösteren halkın polis karakoluna yürümesi nedeniyle çıkan çatışmalarda da yine aynı mahalle ve Ümraniye’de toplam 22 kişi hayatını kaybetmişti. Mahallenin özelliği, sakinlerinin çoğunun Alevi kökenli ve sol görüşlü yurttaşlardan oluşmasıydı. Saldırganlar belli ki, kafalarındaki amaç her neyse orayı sırf bu özelliği yüzünden hedef seçmişti.

Bu kısa hatırlatmadan sonra esas söylemek istediğime geçeyim: Türk siyasetinin duayenlerinden, yıllarca bakanlık, başbakanlık, parti başkanlığı yapmış, bilge kişilik Bülent Ecevit olayların akabinde hemen kameraların karşısına çıkmış ve saldırıdan mahalleli gençleri sorumlu tutmuştu. Buna kanıt olarak da, mahalleli bazı gençlerin elleri sopalı fotoğraflarının kameralara yansımasını göstermişti. Yani sayın Ecevit’e göre, mahalleli kendi kendine provakasyon hazırlamış, hatta bunun için sopalar mopalar yontup istiflemiş, saldırıyı gerçekleştirdikten sonra da onlarla ortaya çıkmıştı! Aman yarabbim! Ne keskin bir detektif zekasıyıdı bu!! Ama ne yazık ki, gerçekle zerre kadar ilgisi olmayan bir sonuca varmıştı işte. Yani sayın Ecevit, bu mantık yürütme biçimiyle eğer olayı soruşturan bir polis müfettişi ya da davaya bakan bir hakim olsa tam bir hukuk cinayetine imza atacak ve gerçek katil dışarda gezerken masum birinin idam edilmesine neden olacaktı.

Peki nerden çıkmıştı o birörnek sopalar? O mahalleyi iyi tanıyorum. Taranan kahvehanelerin hemen bitişiğinde birkaç tane kereste atölyesi vardı. Hatta biri hâlâ faaliyettedir. Saldırıyı duyan çevre halkı tamamen spontane biçimde olay yerine toplanmış ve o atölyelerden kereste parçalarını kapıp ne yapacağını, kime saldıracağını bilmeden beklemeye başlamıştı. O fotoğraflar da bu esnada çekilmişti. O olaydan iki yıl önce meydana gelen ve yine aynı kesimdeki insanları hedef alan Sivas olayları büyük bir öfke birikimine neden olmuştu. Kamunun hemen hiçbir nimetinden doğru dürüst yararlanamayan mahalle halkı üstüne bir de böylesi bir saldırıya maruz kalınca tepkilerini kontrol edemez hale gelmiş ve çoğunluğunu 12-13 yaşındaki çocukların oluşturduğu kitle Sünni kökenli ve sağ partilere oy verdiklerini düşündükleri esnafın işyerlerini tahrip etmişti. Tamamen çaresizliğin doğurduğu bir tepkiydi bu. Camı çerçevesi kırılmış dükkanların tabelalarının, boş duvarlarının tekmelendiğini, yumruklandığını gözlerimle gördüm. O dönem orada görev yapan bütün gazeteciler de çok yakından tanıktır bu söylediklerime.

Yani rahmetli Ecevit, bütün ülkeyi sarsan bir olayı yorumlarken olay yerine gitmeden, olan biteni hiç araştırmadan, olay hakkından kimseden doğru dürüst bir bilgi almadan, sadece bir fotoğraftan yola çıkarak ayak üstü mantık yürütmüş ve saldırıya uğrayan mahalleleyi hemen oracıkta mahkum etmişti. Bir hatırlatma daha: yine meçhul saldırganlar tarafından katledilen taksi şoförü hariç, olayda hayatını kaybedenlerin tamamı o hedef seçilen kesimden insanlardı.

Ecevit’in o talihsiz açıklaması benim devlet adamlarına inancımın bitmesine neden oldu. Demek ki o gözümüzde büyütüp hayatımızı, geleceğimizi, vergilerimizi emanet ettiğimiz kişiler hemen her konuda benzer bakış ve akıl yürütmelerle saptamalarda bulunuyorlardı. Ondan sonra politikacıların söylediklerine farklı bir gözle bakmaya başladım ve böylece onların aslında ne kadar yetersiz, basit, sıradan ve öngörüden yoksun olduklarını gördüm.

Şimdi bütün bunları neden hatırladım? Şu yüzden: Sonunda “Hepimiz Hrant’ız Hepimiz Ermeniyiz” sözünden derin anlamlar çıkaran zehir hafiyeler korosuna Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu da katıldı. Geçen Pazar günü bir toplantıda yaptığı konuşmada, Hrant Dink’in cenazesine katılıp malum sloganı atanları belli ideolojilerin mensubu olmakla suçladı; Türkiye’deki Ermeni nüfusuyla cenazeye katılanların sayısını karşılaştırıp buna ilişkin manidar yorumlar yaptı. En sonunda Ecevit’in Gazi olaylarındaki tespitine benzer biçimde, cenaze töreni fotoğraflarına bakıp her şeyi bir anda çözüme kavuşturdu! Efendim, cenazeye katılanlar aslında yirmi-otuz bin kişiymiş de ellerinde taşıdıkları kafa resimleriyle sayılarını iki- üç katı gibi göstermişler! Ayrıca bu resimlerin nerede nasıl basıldığının araştırılması gerekirmiş! Vay vay vay! Bu ne şahane bir mantıktır? Hayran olmamak, kıskanmamak elde değil! Dikkat! Bu sözleri bir profesör, hem de Atatürk’ün kurup miras bıraktığı bir kurumun başındaki biliminsanı söylüyor.

Peki acaba sayın Halaçoğlu, o olayı yerinde izlemiş mi? Hayır! Yüksekçe bir yere çıkıp cenazaye katılanların sayısını göz kararıyla da olsa kestirmeye çalışmış mı? Hayır! Cenazeye katılanlardan birini bulup o sloganı niçin attıklarını, Dink’in katledilmesine niçin bu kadar tepki gösterdiklerini sormuş mu? Hayır! O resimlerin nerede, nasıl, kim tarafından bastırıldığını sorup öğrenmeye çabalamış mı? Hayır!

Belli ki, değerli tarihçi başkanımız, bir biliminsanın bir konuda görüş oluştururken başvurmak zorunda olduğu en temel bilimsel yöntemlerden hiçbirini uygulamak zorunda hissetmemiş kendini. Yani genel gözlem, araştırma, soruşturma, ölçme falan gibi... Bunların hiçbirini yerine getirmemiş ama konuşma yaptığı toplantıyı izleyenleri söz konusu cenaze töreni ve slogan hakkında aydınlatmayı da ihmal etmemiş!

E peki, adama sormazlar mı, sayın başkan; siz halen gözünüzün önünde olan biten en güncel olayları yorumlarken dahi en basit bilimsel disiplin kurallarına bile uymayı aklınızdan geçirmiyorsunuz, koskoca Türk tarihini nasıl araştırıp da bizi aydınlatacak, rakip tarihçilere geçerli yanıtlar vereceksiniz? Her zaman, herkes sizi o toplantıda dinleyenler kadar söylediklerinizi peşinen kabullenmiş olmayacak ki! Pardon ama, siz temsil ettiğiniz kurum dolayısıyla bazen bütün ülkeyi bağlayıcı niteliği olan görüşlerinizi de aynı şekilde mi oluşturuyorsunuz? Kitaplarınızı, makalelerinizi de aynı masa başı akıl yürütme yollarıyla mı yazıyorsunuz? Bunu retorik soru olarak da sormuyorum; gerçekten merak ediyorum.

Politikacılara, bazı bürokratlara, akademisyenlere, her türden makam, mevki, yetki sahiplerinin icraatlarına, entelektüel birikimlerine, bilimsel disiplin anlayışlarına baktığım zaman kendimi derin bir umutsuzluğa kapılmaktan alamıyorum. Her alanda korkunç bir negatif seleksiyon var. Galiba bu yüzden hiçbir sorunumuzu kendimiz çözemiyoruz. Biriktirip biriktirip ya IMF’nin ya ABD’nin ya AB’nin, ya da deprem gibi bir felaketin çözmesini bekliyoruz. Sanırım herşeye rağmen bizi bu negatif seleksiyonun kötü sonuçlarından koruyan bir güç var! Yoksa yanmıştık çoktan.


 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..