Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ağustos '11

 
Kategori
Deneme
 

Zamanla iyileşmez hiç bir yara

Zaman hızla akıp giderken başını kaldırmadan ayak uyduruyordu zamana. Saçlarını rüzgâr mı tarıyordu zaman mı belli değil, tel tel yaşlanıyordu artık, aklar eskisinden daha bir kalabalık. 

Zamanın akıp gitmesine yutkunduğu oluyordu, daha yapılacak o kadar iş, erişilmemiş o kadar murad vardı ki. 

Suyun boğaza durması gibi zaman boğazına duruyordu. Akmıyordu bazen. Dağlar yeşerip sararıyordu da zaman bir türlü geçmek bilmiyordu o anlar. 

Hayalleri vardı, gerçekleşmesini istemediği, gelip musallat oluyordu başına. Yanı başında duruyordu işte el pençe divan. 

Hayalleri vardı bir türlü gerçekleşmek bilmeyen. El pençeydi karşısında, kımıldamıyordu lakin gerçekleşmiyordu. 

İstemesini bilmediğimden diyordu, gerçekten istemeyişimden… 

Kaldırıp başını göğe neden? Diye soramıyordu. Sorular düğümleniyordu dualarda. Aceleyle edilmiş ve kabul olması için seferber olmamış duaları vardı. Kabul oluyordu. 

Dört başı mamur duaları da vardı secdelerde edilen. Kabul olmuyordu. 

Zaman hiçbir derde derman olmazken, ayak uydurmakta zorlanmıyordu zamana. 

Zamanı sinesine çekip de hissederek yaşıyordu tüm acıları, sevinçler kursağında boğum boğum, acıtıyordu içini. 

Zamanla iyileşir yaralar, diyorlardı ya? İnanmıyordu. Haklıydı. Onulmaz yaraları vardı çünkü. Sadece ölümün unutturacağı acıları… 

Hafif bir rüzgâr alevlendiriyordu içinde küllendiğini sandığı ateşleri. Üzerine zaman basılan acılar acıtıyordu içten içe. 

Alışmıştı belki de, ayakta durabiliyordu, ayakta durduğu içindi zaten zamanın akıp gitmesi, zamanla akıp gitmesi acılarının… 

Su aktıkça berraklaşıyor, zaman aktıkça bulanıklaşıyordu. 

Çığ oluşturması bu yüzdendi dağdan kopan bir kartopunun. Her şeyi sinesinde saklıyordu, atmıyordu dışarıya, vücuda giren mikropların damarlarda dolaşması gibi hiçbir antibiyotik yok etmiyordu sakladığı acılarını. 

Soğuğun şiddeti aynıyken herkesten daha çok üşüyordu, ruhuna yediği darbeler herkesten daha çok acıtıyordu. 

Heybenin ön yüzü de arka yüzü de doluyordu, lazım olanları da alıyordu içine olmayanları da. 

Daha çok benimsiyordu, kendisinden bir parça gibi, ayrı yaşamak istemiyordu acılarıyla. 

Tutunduğu dallarıydı belki, belki ayakta kalmak için yaslandığı bir dağ. 

Benimseyemiyordu kimseyi, kimseyi kendinden bilmiyordu, güvenmiyordu kimseye de. Unutsa daha zor olacaktı, umutlansa daha çok zor! 

Umutlanmayı unutuyordu en çoğu da. 

Acılarıyla bir kale inşa edip, tepesinden bakıyordu insanlara, kuşanmıştı zırhını, oysa kimse gelip de delmeye tenezzül etmezdi. Biliyordu! 

Uzak tutuyordu bu yüzden herkesi kendinden, kendisi izin verdiği kadar yaklaşıyordu herkes. 

Tüm umudunu zamana yıkıp zamanla cebelleşmek istemiyordu. 

Zamanın değil, ecelin sileceğini biliyordu tüm izleri. 

 

 

mustafasus@hotmail.com 

 

 

 
Toplam blog
: 394
: 178
Kayıt tarihi
: 17.09.09
 
 

Bir kurumda yönetici olarak çalışmaktayım, 1974 Kayseri doğumluyum. Son demine varmadan hayatın h..