Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Mart '22

 
Kategori
Dünya
 

Zehra ile Muhtar'ın öyküsü

GAZZELİ iki küçük çocuktu onlar. Ablası Zehra ile kardeşi Muhtar. Bir süredir, elli renkli bir balon gibi yuvarlanan o sihirli tepeyi izlemişlerdi. Ardında dönüp kayan, sönüp yanan ışıkları pek merak etmişlerdi. Orası neresiydi! Yakın gibi görünen bir İsrail şehri miydi! Yoksa uzaklarda insan yutan bir cehennem miydi! Yeni bir akşam; yaşanmış eski günü alıp götürürken, gizlice ve sessizce çıktılar perişan evlerinden. Kız çocuğu yanına, tek kollu amcasının ağzını da kullanarak yaptığı çuval bebeğini almıştı. Erkek kardeşi de yanmış bir tanktan edindiği yağlı bilyeleri, misket niyetine cebine atmıştı. Bunlar ikisinin de uğurlarıydı, neredeyse canlarıydı. Yanlarından ayrı tutmazlardı, onlar olunca da korkmazlardı. Omuz omza verip elele tutuştular, uzunca yürüyüp ara sıra da koşuştular. Bir ara Muhtar yavaşlayarak döndü ablasının yüzüne; “Dikkat et Zehra” dedi “Gökyüzüne”. Kız baktı ve tümünün yıldız olduğunu açıkladı. Kardeşi ise bilgiç bilgiç, kendinden emin yanıtladı: “Ben de biliyorum bunu. Ama aklıma hiç gelmedi yıldızların altın olduğu.” Ablası şaşırdı ve kolunu üzerinden aşırdı: -“Onu da nereden çıkarttın şaşkın? –“Baksana ablacığım hepsi de pırıl pırıl altın.” –“Peki diyelim ki öyle Muhtar. Ne yapacaksın? Zıplayıp onları mı tutacaksın?” –“Yok” dedi kara gözlü çocuk: - “Olgunlaşıp teker teker düşmelerini bekleyeceğiz. Sonra da ceplerimize doldurup eve götüreceğiz. Çok para eder bunlar, satarız. Kendimize bol bol oyuncak alırız. Hem kuma düşecekler, kırılmazlar. Fırtına da yok, çevreye savrulmazlar.” Ablası tam -“Elma mı bunlar canım!” diyecek oldu, o sırada bir uğultu duyuldu. Farlar yolu tarayıp aydınlattı, motor homurtusu yürek hoplattı. –“Hey çocuklar!” diye seslendi sürücü amca, koca kamyon yanlarına ulaşınca: –“Gözlerime inanamıyorum, bu saatte ıssızda iki çocuk görüyorum. Hemen araca binin, evinizi de tarif edin.” Ancak kardeşler “Olmaz” dediler. “Oradaki ışıklara gidiyoruz. Rüya gibi bir yer olduğunu biliyoruz. Ayrıca çok da merak ediyoruz.” Sürücü amca çenesini direksiyona dayadı, elleriyle kavradı ve bakışlarını o yöne yolladı. Sonra dönüp yanıtladı ama bunu yaparken yüreği de sızladı: -“ Yavrum, evet. Orası çocuklar için!” Abla ile kardeş neşeyle havaya zıpladılar, sevinçle ellerini çırptılar: - “Yaşasın! Biz de çocuğuz!” Adam - “Ama öyle değil işte.” diye kekeledi, sonra da utançla ekledi. –“Anlatsam da siz şimdi bunu anlamazsınız. İyi niyetlerinizle bu çirkinliği kavrayamazsınız.” Zehra önce yutkundu, sonra yosun yeşili bakışlarını çevirip sordu: -“ Pekiyi orası neresi, amca?” Sürücü –“Lunapark!” derken gözleri nemlendi, elleri terledi. Bir süre sessizce bekledi, sonra çekinerek ekledi: - “Orası İsrail toprakları, eğlenen de onların çocukları!” Bu arada motorun sesi susmuştu, araç da bir kenarda durmuştu. Üçü de içeride yan yana oturuyorlardı. Bu özel gecede bir çözüm arıyorlardı.  

NE OLUR, BİZİ ORAYA GÖTÜR ŞOFÖR AMCA. NE OLUR?

Zehra daha fazla dayanamadı, “Haksızlık bu” deyip sıraladı: “Bize terörist diyorlar, evimize füze atıyorlar. Okulumuzu beşe böldüler, öğretmenimizi öldürdüler. Geceleri korkuyoruz. Uyku bile uyuyamıyoruz. Mahallede hasta çok. Derde deva ilaç yok. Babamız iki de bir işsiz kalıyor. Akşam elleri boş geliyor. İstediğimizi bulamıyoruz. Bulduğumuzu yiyoruz. Çoğu gece karanlıkta yaşıyoruz. Titreyerek birbirimize sokuluyoruz. Okulda o toprakların da bizim olduğunu öğrenmiştik. Bir gün yine gerçek sahiplerinin olur diye sevinmiştik. Şimdi bizi oraya götür şoför amca!...”

(Masum çocuk heyecanını yansıtmaya çabalayan bu şiirsellikten sonra yazı, artık doğal anlatıma dönebilir)  

 

ÇOCUKLAR YAŞAMLARINDA İLK KEZ NE YEDİLER; BİLİN!

BİRKAÇ dakika sonra aynasından “BM izin belgesi” sallanan; karnabahar ile havuç taşıyan kamyon, iki çift küçük avuçtan yükselen alkış sesleri ile yola çıktı. Gecenin sıcağında kızgın kumlu araziyi yalayan serin rüzgar ‘tozdan şeytanlar’ oluşturuyor, bu da iki çocuğu kahkahalarla eğlendiriyordu. Kırk beş dakikalık “beşik sarsıntılı” yolculuk iki kardeşi baş başa uyutmuştu. Bir ara Zehra’nın ellerinden kayan bez bebeği alan adam onu aracın göğsüne özenle yerleştirdi. Muhtar göz kapaklarını rengarenk ışıklarla açtığında rüyalarını süsleyen lunaparkın olduğu yerleşim birimine kavuşmuşlardı. “Burası Gazze sınırına en yakın küçük bir İsrail kenti” dedi adam. Kamyondan indiklerinde sürücünün bacaklarına ürkekçe yapışıp, minik elleriyle nasırlı avuçlarına sarıldılar. Artık kalabalığa karışmışlardı. İlk karşılaştıkları devriye gezen üç “BM askeri” oldu. Zehra sordu: -“Şurası neresi amca? Hemen şu. Bize en yakın olan koskocaman bina?” Bu arada pamuk şekercinin önünde durup onlara birer tane aldıktan sonra yanıtladı adam: -“Orası büyük bir düğün salonu. Anlaşılan o ki bu akşam önemli bir tören var.” Ve sonra rüya gibi dakikalar başladı iki çocuk için. Işıktan, kalabalıktan hem ürkmüşler, hem de insanlığın kendilerinden esirgediği güzelliklere hayran olmuşlardı. Pembe renkli pamuk şekerini burunlarına yanaklarına bulaştırmış, katılırcasına gülüyorlardı. “Şaşkınım” dedi Zehra: -“Birkaç gün önce askerleri bize bomba yağdırmış, bu insanlar da karşı tepelerden ellerinde dürbünler, ağızlarında patates kızartmaları, halkımızın nasıl can çekiştiğini keyifle seyretmişlerdi. “Cola” kutularıyla… ” Giriş kapısına yönelirlerken adam bunu nereden öğrendiğini sordu kıza. Yanıt hazırdı: “Babam anlattı! Ayrıca biz de bombaları gördük amca. Külleri bile hala sıcak. Gel de birgün; tanık ol!” Sonra paraya benzer renk renk plastik yuvarlaklar aldı amcaları onlara ve önce dönme dolaba ilerlediler.  

“PAHALI DÜĞÜNE PAHALI ARMAĞANLAR HA!

DÜĞÜN salonu binasını; şık giyinmiş, bakımlı ve sağlıklı görünen kadınlı erkekli insan grupları doldurmuştu. Saat başına tam beş kala meydanda, farklı caddelerden gelerek art arda sıraya giren tenteli iki kamyon beliriverdi. Dorseleri kapalı araçların tente ve kaporta üstleri renkahenk çiçeklerle özenle bezenmişti. Sarı simli kordon ve metal düğmelerin süslediği kıpkırmızı kadife üniformasıyla öndeki kamyonun yanına geldi binanın karşılayıcısı: - “Pahalı düğüne pahalı armağanlar ha! ” dedi. Kamyonun kapkara renkli sürücü camı yavaşça aralanırken içeriden dalgalanan bir mırıldanma işitti. Yakından tanıdığı ancak anlamadığı “o” dille, yoksa ilahi bir yakarışta mı bulunuyordu içerideki ses. Veeee! İki saniye içinde yer gök, birbirinin üzerine düştü. Meydanda bulunan koca havuz, bir yemek tabağı gibi havaya fırlamış, içinde bulunan sular tutuşmuştu. Yanıcı olan olmayan her nesne ateşten birer siluetti adeta. Mavi beyaz boyalı düğün salonu binası kum rengine bürünmüş, oyulan gözlerinden duman ve alevler fışkırıp can çekişen masal canavarlarını andırıyordu. Elektrik tellerinden çıkan korkunç çatırtılar, nereden geldiği belirsiz, değişik bir uğultunun içine girip tekrar çıkıyordu. Binlerce feryat birbirine yapışmış, inletecek yer gök bile bulamıyorlardı neredeyse. Yıkıntıların içinden kanlar içinde insanlar fırlarken yanık et kokusu kara dumanlarla yükseliyordu. Çevredeki yapılar birbirinin üzerine devrildi, domino taşları gibi. Dünyanın tam içinden lav türü bir öz fırlamıştı yeryüzüne. Yolun altından dolaşan gaz boruları da patlayınca alev ve dumanların çok uzaktan bile göründüğü kuşku götürmez bir gerçekti. Yardım edecek durumdaki insanlar da sağır olmuş, işitemiyorlardı. On beş dakikada askerler, sağlık görevlileri, itfaiye erleri, oğul veren arı kovanlarına döndürmüşlerdi bölgeyi.

Hırçın kum bulutlarının arasında “durum saptama uçuşu” yapan İsrail askeri helikopterinin pilotu, yanındaki yüzbaşıya şunları söylüyordu: - “ Kaç ton TNT patlattılar kimbilir! Bakar mısınız efendim! Önceki akşam küçük kızımı getirdiğim lunapark bile erimiş!...”

* YAKARIŞ:“Tüm dünyaya bir iletim var / Ben Filistinli bir çocuk, çölde bir kum tanesiyim / Ama bedenimde can, yüreğimde heyecan var / Sizin çocuklarınız gibi / İnsanlığın ortak utancı, bir uygarlık yarasıyım / Durmadan kanıyor, kabuk bile tutamıyorum / Hiç olmazsa sessiz bombalar atın amcalar / Minik yüreğim ile dayanamıyorum / Çok korkuyorum!” (Öykü ve dizeler / Levent ÜSKÜDARLI)

* ATATÜRK ÇOCUKLARI:İyi ki ‘23 NİSAN’ınız var. Aklınızdan çıkartmayın ancak keyfini çıkartın. (L.Ü.)

 
Toplam blog
: 86
: 39
Kayıt tarihi
: 09.12.08
 
 

1951 / İstanbul. Öğretmen bir ailenin tek çocuğu. Sade bir düzen içinde soluk alıp veren o "eski ..