Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Aralık '07

 
Kategori
Yapı / İnşaat
 

Zümrüt

Zümrüt
 

Sizlerde o enkazın içinde olabilirsiniz...


Toprak altında kalan kişinin kolunu tamamen dışarıya çıkarttığımızda, bir yüzük ve yüzüğe bağlanmış; kıpkırmızı bir kumaş parçası gördüm. Babam kazmayı bırakarak olduğu yerde dondu kaldı. Ben ise bağırıyordum, “Allah’ım, Allah’ım”

Bardaktan boşanırcasına yağmur yağarken, mahkeme salonunun camlarına dolu taneleri vuruyor; fotoğraf makinelerinin flaşları ardı ardına patlamaya başlarken, yıldırım sesleri mahkeme salonunda yankılanıyordu.

Hâkim elindeki dosyalara bakarak sordu: “Anlat bakalım”

Oturduğu sanık sandalyesinden ayağa kalkan Bülent, ilk önce avukatına; daha sonra da hemen arkasında oturan ailesine, Ayşenur’un anne ve babasına bakıp anlatmaya başladı:

“Aileler arsında bir nişan yapmak istedik; daha doğrusu Ayşenur istemişti. Ben en azından küçük bir düğün salonunda nişanımızı yapmak istiyordum çünkü insanlar hayatlarında bir kere yaşarlardı böyle anları ama Ayşenur masraf olmasın diyordu. O memur bir ailenin kızı, bense öğretmen çocuğuydum. Düğünümüzü, benim istediğim gibi yapacağına dair, söz bile vermişti.”

Hâkim, söze girerek: “Nişan gecesi neler oldu?” dedi.

Bülent, yazıcı bayanın kırmızı renkli kazağına bakarak konuşmaya başladı:

“Ayşenur’un dedesi kıpkırmızı nişan kuşağını keserken, mutluluktan adeta uçuyorduk. İki ailenin tüm fertleri salonu doldurmuştu ve kuşağın kesilmesiyle bir alkış koptu. Annemle göz göze geldiğim zaman ağladığını gördüm. Ayşenur’un annesi de ağlıyordu. Aşkımı alnından öperek, boynuna bir altın kolye taktım.”

Mahkemenin ön sırasında oturan Ayşenur’un annesi elindeki altın kolyeye bakarak ağlamaya başladı. Bu sırada karşı tarafın avukatı ayağa kalkarak itiraz etti. İtiraz gerekçesi ise duygu sömürüsüydü. Mahkeme salonunda bir uğultu duyulurken, hâkim elinde tuttuğu kalemi, üç kere, önünde bulunan masasına vurarak; salonda sessizliği sağladı.

“İtirazınız reddedildi. Konuşmanıza devam edin.”

“Nişan pek uzun sürmedi çünkü hafta içi yapılmıştı. Çaylar içildi, tatlılar yendi ve sohbetler edilerek, bizde evimizin yolunu tuttuk. Artık, ben olan bir yarımı geride bırakmıştım. Bizim oturduğumuz apartmanla, nişanlımın apartmanı yan yanadır. Eve geldiğimdeyse babam beni bir kenara çekip; artık daha fazla sorumluluk alacağımdan ve askerden sonra düğünü yapabileceğimizden konuştu.
Üniversiteyi yeni bitirmiştim, bende babam gibi tarih öğretmeni olmuştum; ilk önce askere gitmem en mantıklısıydı. Bu düşüncelerle odama geçtiğim gibi soluğu pencerede aldım çünkü benim odanla nişanlımın odası karşı karşıyadır. İki apartman arası yaklaşık on metredir. İkimizin de evi, 19’uncu kattadır.

Aşkımın odasının ışığı yanmıyordu. Pencerenin önünde beklerken, Hasan Amca(Ayşenur’un babası) ile yaptığımız konuşma aklıma geldi. Üç şey için benden yemin etmemi istemişti. Birincisi, hayatımın sonuna kadar onu, beni sevdiği kadar seveceğime; ikicisi onu hiçbir zaman üzmeyeceğime ve sonuncusu onunla bir bütünün parçası olduğumu unutmayacağıma...
O da bir babaydı ve kızının hep mutlu olmasını istiyordu; diğer kız babaları gibi...”

Mahkeme salonunda bulunan herkes Bülent’i dinlemekteydi.

“Bir ara karşımdaki odanın ışığının yanmış olduğunu görünce, hemen telefona sarılıp Ayşenur’u aradım. Telefonunu açtığı zamanda pencereye yaklaşmasını istedim çünkü onu özlemiştim. Odasının perdesini tümüyle çekip, pencereye yaklaştı ve benden onun için yazdığım şiiri okumamı istedi. Ben hiç şiir yazamam ama isme göre şiir yazabiliyorum. Şiir sadece kendisini anlattığı için çok seviyordu. Bende şiiri okumaya başladım:

Aşk ile yanıp tutuştuğun zaman

Yaşam sevinciyle dolup taştığın zaman

Şiir ile aşkı, yeniden yazdığın zaman

Ellerine kınalar yakılacaktır işte o zaman

Nur vermiş Allah, o güzel yüzüne

Uzakta arasan da hikmetini, o güzel gözünle

Ruh üflenen ilk meleksin sen, bu rüya özünde

Bana bakarak, seni seviyorum dediği zamansa bir gürültü koptu ve hemen arkasından, Ayşenur’un odasıyla beraber tüm apartman aşağıya doğru; tozu dumana katarak inmeye başladı. Bense bağırmaya başlayarak, odadan çıktığım gibi hole; holden de sokak kapısına doğru koşmaya başladım. Annem ve babam beni durdurduğunda sadece “Ayşenur” dedim.

On dokuz katı koşarak, aşağıya indiğimde her yer toz olmuş, göz gözü görmüyordu. Birileri bağırıyordu yardım edin diye ama her yer tozdu. Nefes alınamıyordu. Ben hemen üzerimdeki kazağı çıkartıp yüzüme bağladım ve tozun içine daldım. Seslerin geldiği tarafa doğru yürürken, bir yandan da bağırıyordum “Ayşenur” diye…
Toz yavaş yavaş dağılmaya başlarken, duyduğum sesin yanına geldim. Yerde belden aşağısı bir beton yığınının altında kalmış birisini gördüm. Betonu ellerimle kaldırmaya çalışırken, beton kırılarak parçalara ayrıldı. Adamın kolunu tutarken, yanıma bizim apartmanda oturan bir polis memuru geldi.
İkimiz birden adamı kurtardık. Ben adamı tanıdım. Ayşenur’ların kapı komşusuydu. İçimde bir umut vardı, o yaşıyordu. Artık tozda tamamen ortadan kalkmışken yüzüme bağladığım kazağı çıkartıp, adeta bir beton yığını haline gelmiş Zümrüt Apartmanı’nın üzerinde nişanlımı aramaya başladım. Adamı çıkardığımız yerin hemen karşısında yürümeye başladım. Bu sırada insanlar da yardım etmek için beton yığınının etrafında bağırıyordu; orada kimse var mı diye…
Uzaktan ambulans ya da itfaiye sesi gelmeye başladığı zaman, yerde bir dirsek gördüm. Vücudun geri kalan yerleri kumun altında idi. Beton kum olmuştu. Ellerimle kumları kazarken, yanıma babam geldi. Annem, uzaktan bana bakarak ağlıyordu. Babamla beraber toprağı kazmaya başladık. Toprak altında kalan kişinin kolunu tamamen dışarıya çıkarttığımızda, bir yüzük ve yüzüğe bağlanmış; kıpkırmızı bir kumaş parçası gördüm. Babam kazmayı bırakarak olduğu yerde dondu kaldı.
'Allah’ım, Allah’ım' diyerek bağırmaya başladım ve ellerimi bir kürek gibi kullanarak nişanlımı kurtarmaya çalıştım. Yüzündeki kumları temizlediğimde, masmavi gözlerinin açık olduğunu fark edip; ağlamaya başladım.”

Bülent’in gözlerinden yaşlar akmaya başlarken, mahkeme salonuna sessizlik hâkim olmuştu. Ardı ardına şimşekler çakmıyor, dolu taneleri camlara vurmuyor ve bir tek flaş bile patlamıyordu. Elindeki yüzüğüne bakan Bülent, konuşmasına devam etti:

“Ölmüştü. Onu kucakladığım gibi, yürümeye başladım. Hiçbir ses duymuyor ve hiç kimseyi görmüyordum. Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm. Her zaman gittiğimiz parka gelip; bir banka oturdum. Sadece onunla geçirdiğim anları düşünüyordum. Sabah ezanıyla kendime geldim. Zaten bir polis ekibi, beni bulmuştu. Nişanlımı, morga kadar kucağımdan indirmedim. Bir ara hastaneye gittik, ayaklarımda oluşan kesiklerden dolayı. Ayakkabımı giymeyi unutmuştum.
Babamla konuşup, Zümrüt Apartman’ının eksik malzeme kullanılmasından yıkılmış olduğunu öğrendim. Herkes bunu konuşuyormuş. Yusuf Amca, Zümrüt Apartmanı’nın müteahhiti, karakolda ifade veriyormuş. Babamın çocukluk arkadaşıdır. Ayrıca bizim kapı komşumuzdur. Hemen bir karar verdim ve karakol çıkışı yanımda getirdiğim bir bıçağı Yusuf Amca’nın kalbine saplayıp bağırmaya başladım:
“Sen yaratılmayı hak etmeyen bir varlıksın diye…”
Şimdi ise sizlere soruyorum; sizce ben, yaratılmayı hak eden bir varlık mıyım?”

 
Toplam blog
: 27
: 890
Kayıt tarihi
: 27.12.07
 
 

İletişim fakültesi mezunuyum. Medya sektöründe çalışmaktayım. Yazı yazmayı seviyorum ..