Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ekim '12

 
Kategori
Öykü
 

''Benim adım Eftalya''

''Benim adım Eftalya''
 

internetten alıntı


Kim bilir kaç saattir mıhlanmıştı oturduğu yere. Gözleri takılı kalmıştı ufuk çizgisinde.  Bir yakın, bir uzak. Çılgın fırtınalar, deli dolu rüzgârlar, esir olup uçuşmuştu anılar. Kimi hasret, kimi acıyla burkan anılar.

Denizin laciverti, turkuazı, bir açılıp, bir koyulaşan maviliğinde; sonsuzluğa doğru kanat çırpan göçmen kuşlar geçti birer birer… Giden döner miydi? Ya da gittiği diyarlara ulaşabilir miydi? Bilinmez…

Yine bilinmezlikler sarmaladı ruhunun derinliklerini. Derindi her bir hece, derindi her bir kelime. Saymamıştı ne vakit olmuştu, saçlarını karlara teslim edeli. Sevdiklerini bir bir, sonsuzluğa göndereli ya da meçhule!

Hep kovaladı yelkovan akrebi. Tam buluştuk dedikleri an, kaçıp gidivermişti zaman. Kim kimi kovaladı? Ya akrep ne haldeydi? Yitip giden yıllar da bilemedi. Takvimler eskidi, sarardı, soldu. Dökülen yaprakların her biri hazandı. Hüzündü. Elemin son çırpınışlarıydı.

Bağ bozumu hayat! Bakıra çalan renkler, bin bir yeşile inat, ağıt yaktı… Ağladı haykıra haykıra. İçinden içinden bağırdı, içinde ağladı. Sessiz sessiz…

Yine daldı denizin enginlerine… ‘’Ah Eftalya’’ neredesin şimdi? Kim bilir ne haldesin? Anılar, dizildiler gözünün önüne…

Onu ilk gördüğünde; henüz işe başladığının ilk günüydü. Babasının odasında, sanki tüm oda onun sarayı imişcesine, kurum kurum kurulmuştu sandalyede. Çok güzel bir kadındı. Bembeyaz teninin ışıltısında, yanıp yanıp sönüyordu, neon lambası gibi yosun yeşili gözleri. Kuzguni siyah saçlarına, taktığı tacı kraliçeliğini kanıtlar gibiydi. Son derece şuh bir kahkahanın eşliğinde çıktı o şen şakrak, bülbülü kıskandıran sesi.

-Hoş geldin şirin kız. Hadi tanışalım senle.

Şaşkın ve anlamsız bir ifadeyle baktı kız, kadının yüzüne. Annesi belirdi hayalinde. O da çok güzeldi ama yoktu bu denli bir cazibe. Mütecessis bakışlarla süzdü uzun bir süre. Sustu…

-Benim adım Eftalya… Senin ki ne?

Yine sustu. Şaşırmış hatta belki de kıskanmıştı babasını. Hani kızlar hep kıskanırlardı ya babalarını! Gözlerini babasına doğru yöneltti.  O an binlerce soru sordu bakışlarıyla.

Babası, sevgi dolu bakışlarla, babacan tavrı ile sessizce cevapladı sorularını. Geçiverdi bir an kıskançlığı, şaşkınlığı. Çoğu kez hiçbir kelimeye ihtiyaç olmadan konuşurlardı babasıyla. Gözleri anlatırdı.

‘’Ya hayat!’’ diye geçirdi içinden.

Yine dalıp gitti yıllar öncesi yaşadıklarına. Eftalya’ya kilitlendi anılar. İlk tanıştıkları andan sonraki günlerde öğrenmişti Eftalya’nın kim olduğunu. Nam-ı diğer Hatice abla…

Epey bir süre geçti. Kimi kez yemekhanede, kimi kez asansörün içinde karşılaştılar. Eftalya’da kulakları çın çın çınlatan şen kahkahalar. Düşmana haset gömleği giydiren. Ve… Bir zaman sonra aynı birimde çalışmaya başladılar. Yeni işe başlamasına karşın, terfi etmişti çabucak. İşler yoğun, zaman bile yok nefes alacak. Kimsenin değil sohbet, yok hali birbirine hal hatır soracak!

Öğlen saatlerinde; kaynatan vazgeçmez dedikodu kazanının altına ateş atmaktan. Dillerinde Eftalya’nın maceraları, fırsatçılar kol gezer… Dedikodulardan, kelimeler, cümleler bile ballandırılmaktan nefret eder! Ne çare?

-          Havalar ısınınca bir hoş olur bizim Eftalya!

-          Biliyor musun? Bir gün kocaman bir kamyon süte yatırmış tüm maaşını! Tüm işyerine dağıttı şişe şişe!

-          Fena mı? Hayır, yapmış işte!

-          Yaaaa… Demeyin öyle!

-          Hayırsız kocasının yüzünden düştü bu hale…

-          Hangisinin?

-          İlki ölmüştü. Bu çok peşinde gezdi, kandırıncaya kadar da vaz geçmedi. Ama bak kadın ne hale geldi?

-          İşsiz, güçsüz, madde bağımlısı… Hayırsızın teki işte!

Ansızın bir gün tüm katta çalışanlar, yöneticinin avaz avaz bağırtısıyla hop oturup hop kalktılar. Adam, çılgın gibi haykırıyordu.

-          Çabuk gelin! Diye

Herkeste bir telaş, bir koşuşturmaca. Birbirine çarpan çarpana.  Eftalya, oturmuş masada, gayet sakin bir durumda. Kimseyi duymadan çalışmakta. Amma üzerine sadece iç çamaşırları. Etek, bluz yerlerde fora. Sanki giyinik de yönetici boşuna çırpınıp, bas bas bağırmakta! Fütursuzca, baktı insanlara… ‘’Ne oluyor?’’ gibilerinden soran bakışlarla.

‘’Ah be Eftalya! Bu denli mi kötü davrandı hayat sana? Ahhhh…’’

Usulca örttüler üstünü.  Gelen sağlık ekipleri, iğneyi bastırdılar kolundan.

-Hadi gidiyoruz…

Eftalya’da hiç ama hiç tepki yok. Yosun yeşili gözlerinde buğulu bulutlar dolaşıyor.

-Hadi sen de git onunla hastaneye. Refakatçi diye… Yönetici görev verdi kıza.

Emir büyük yerden. Kız çaresiz, Eftalya’nın koluna girip sürükleyen sağlık görevlilerinin ardından seğirtti, ambulansa. Sonra da… Hep birlikte hastanenin deliler koğuşuna. Gençliğinin o en taze günlerinde; 18 yaşının baharında; hayatın çılgına döndürdüğü hastaların arasında… İlk kez yaşadı, gördü. Hayatın acımasız yüzünü ve direnemeyenlerin acıklı halini. Hiç unutmadı.Kılıcın keskin tarafıydı, an meselesiydi aklını yitirmek ya da yitirmemek! Ya da ruhunu esir etmek !  Eftalya hastanede kaldı.

Duydular ki birkaç gün sonra, bir başka şehirde, bir başka hastaneye göndermişler. Kaç aylar geçti bilinmez? Eftalya çıka geldi, bir gün işyerine! Yine şık, yine tüm güzelliği üstünde…

Kocası parasız pulsuz kalınca; imza atmış, almış getirmiş geri. Raporlu kalmıştı bir zaman.

Bir başka gün yine, Eftalya; çırpındı, ağladı, haykırdı. Yine bütün işyeri ayağa kalktı. Yine kız yanında refakatçi. Yine hastane yollarına koyuldular. Revirdekiler alışkındı yıllardır da kız çok üzülüyordu, Eftalya’nın bu hallerine. İğne ilaç derken, bu kez yatırmadılar. Sağlık görevlileri ile bu defa evine götürdüler!

Kapıyı on dört, on beş yaşlarında bir kız açtı. Şaşkın, korku dolu gözlerle bir annesine baktı, bir yanındakilere! Hiç ses etmeden annesini içeri aldı.

Uzun zaman kızın, Eftalya’nın ve kızının hali gözlerinin önünden gitmedi. Geceleri kâbuslar görmeye başladı. Eftalya’yı, hastanedekileri görüyor ve korkuyla sıçrıyordu uykusundan kan ter içinde. Ve… Zaman zaman Eftalya’yı ziyaretlere başladı. Kızı ile ilgilendi. Derslerine yardım etti. Onlarla üzüldü, onlarla ağladı, yeri geldi onlarla neşelendi. Eftalya’nın hayırsız kocası hiç ortalıkta görünmedi ya da o görmedi. Adam maaş zamanı parayı alıp ortadan kayboluyordu.

Eftalya’nın işyeri, hastane ve ev arasındaki bermuda üçgeni gibi, gidiş gelişleri hiç bitmedi. Sonunda, doktorlar malulen emekli olmasına karar verdiler.

Emekli olduktan sonra da onları hiç bırakmadı. Fırsat buldukça yanlarına gitti.

Ve… Yine bir gün, rutin ziyaretlerinden birini yapmaya gittiğinde; evin boşaltılmış olduğunu gördü. Komşularına, esnafa, herkese, rastladığı, tanıdığı ya da tanımadığı her bir kişiye Eftalya ile kızını sordu. Hiç kimse nereye ya da neden gittiklerini bilmiyordu. Sadece bir gece vakti, kamyona eşyaların yüklendiğini görmüşlerdi. Yılmadı. Kızın okuduğu okula gitti. Nafile! Okuldakiler de bilmiyorlardı.

Eftalya, bir gece kızı ile birlikte sır olup kaybolmuştu. O zamandan sonra, bir daha hiçbir haber alamadı. Ama… Ne Eftalya’yı, ne de kızını asla unutmadı…

Hayat bir masaldı. Bu masalı bazıları acı, bazıları hüzünlü, bazıları tatlı yaşardı belki de masalın esas kahramanları çoğu kez mutluluğa teğet yaşarlardı.

Hiç unutmadı… Unutamadı…

Ne zamandır anılara çakılı kalmıştı fark etmedi. Gün batmış, Ay pırıl pırıl parlarken, denizin üzerinde yanıp sönen yakamozlara takıldı gözleri.

Denizkızı Eftalya…

Ya çıkıp gelse denizin derinliklerinden. Sarılsa boynuna… ‘’Bak buradayım’’ dese…

Nerde!!!

Hayatın acımasızlığını sorgulasa ne fayda, sorgulamasa kime ne!

İnsanların her biri kendi derdinde, kendi masalının yazgısında belki de çoğu biçare…

 

 

Ayşen Arslangiray Kura

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 533
: 1375
Kayıt tarihi
: 14.11.10
 
 

Aydoğdu; kızgın güneşinde Ağustos'un, sararmıştı altın sarısı başaklar. Kırlangıçların göç dansın..