Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Temmuz '13

 
Kategori
Anılar
 

( Manyak) Çavuş

( Manyak) Çavuş
 

ASTSUBAY


12- 13 yaşlarında tarlada çalışırken onun adı kulağıma gelmişti.

Tarlada ırgatlık yapan kızlar, ona özeniyor, Kökten Ağa'nın oğlu Memet Askeri Okulu kazanmış, diyordu.

"Ne olacakmış orayı bitirip ? "

"Astsubaylık okuluymuş, bitirip astsubay olacakmış" diyorlardı. Sadece adını duydukları Memet'i öve öve bitiremiyorlardı. Belki de Memet gibi ordudan biriyle evlenmenin ve bu hayattan kurtulmanın hayalini kuruyorlardı.

Ne de olsa o zamanlarda okuyup rahata kavuşan kişi sayısı çok azdı.. Hele hele kızları okula göndermek çok ayıp sayılıyordu.  Ortaokula giden oğlan ve kızların başında şapkalar bir övgü simgesiydi. 

Aradan beş on yıl geçmiş, ben liseyi bitirmiştim. Bazen de kış günleri kahvede babam ve arkadaşlarının masasında oturur sohbetlerini dinlerdim.

İşte bu günlerden birinde yan masalardan birinde saçı bir numaraya verilmiş birisi dikkatimi çekti. Askerden gelse bile birinin saçı bu kadar kabak olmaz, diye içimden geçirip duruyordum. Bu yabancıya fazla bakmışım ki birden: "Fazla bakma, aşık olursun sonra!" demez mi?

Kıpkırmızı olmuştum. Ayıp ettim galiba, acaba kimin nesi derken günler geçip gitti ve bu yabancının adı toplumda fazla dolaşmaya başladı. Meğer bu otuz yaşlarındaki genç, astsubay okulunda okuyarak astsubay olan ve bir süre çalışıp ordudan atılan Memet değil miymiş !

1970'li yıllar idi. Kasabamız küçük ve şirin ama halkı da hem okumaya karşı  çok ilgisiz, hem de siyasi ortam nedeniyle  kılık kıyafete göre bile kişiyiler  yargılanabiliyordu.

Öyle yıllar ki, neymiş efendim Ziraat Bankası'nda bir memur varmış. Dulukları (faülleri) çok uzunmuş. Bu kesinkes komünist ve bu nasıl buralarda böyle dolaşırmış ! Uzun faullü olanlar kesinkes solcu !

Bu memur, ilden kasabaya geliş gidiş yapar  ama neredeyse bu faül işi için linç edilecek.  İlçenin kendini bilmez  kişileri, çoğu da yaşlı başlı adamlar, sonunda zavallıyı araya alır yakalar bir berbere zorla sokarak  faüllerini keserler. 

Aradan epey  zaman geçmişti ki Ordudan atılan Memet'e halk, gıyabında Manyak Çavuş demeye başlamıştı.

Niçin ? Çünkü orduyu bırakıp gelmişti . Ordunun maaşı ve görevi bırakılıp gelinir miydi ?

Acaba ne suçu vardı da atıldı?

Belki de komünist faaliyetlere katılmıştır, falan diyenler vardı.

Fakat o, kimseye aldırış etmiyor, koltuğundan gazete eksik olmuyor, o günlerde yaygın olan tartışma masalarında tartışıyor. Buna rağmen toplumun dilinde "Manyak Çavuş" aşağı "Manyak Çavuş" yukarı dolaşıp duruyordu.

Babası zavallı da olanlara üzülmüştü ama ne yapabilirdi ki? Bir kez oğlu Ordudan atılmıştı. Ne kadar tazminat almış, bu tazminatları ne yapmış, bilen yoktu. Kimisi kumar oynayıp batırdığını bile söylüyordu.

Böyle işsiz güçsüz arada gezen Çavuş, sonunda Belediyede Elektrikçi olarak çalışan küçük kardeşinin yanında görülmeye başladı. Kasabaya elektrik yeni gelmiş, tesisat çektiren çoktu. Çavuşun kardeşi elektrik su işi alıyor, haftasonları birlikte çalışıyorlar ve Çavuş da elektrik su işlerini öğreniyordu.

Ben de ufak elektrikçi dükkanımda malzeme satıyor, evlere tesisat da çekiyordum. Çavuşla tanışmamız burada başladı. Malzeme almaya geldiklerinde Çavuş, küçük kardeşi için "Benim patronum bu, ben de sömürülen işçiyim" der, gülerdi. Yeni işe başladığından ne de olsa kaba saba kırım işlerini o yapıyor, önemli bağlantıları da kardeşi yapıyordu.

Neyse kısa sürede işi kavradı. Bir süre sonra da kardeşinden ayrılarak elektrik-su işlerini kendisi yürütmeye başladı.

Her nedense Çavuşun müşterisi birdenbire artmıştı. oysa halk ona Manyak Çavuş diyor ama o hiç boş kalmıyor, sürekli çalışıyordu. Bazen de malzemeleri benden alıyordu.

Bir gün sordum Çavuş, ordudan niçin ayrıldın?

"Kendimi attırdım." dedi. o da.

"Niçin ?" dedim.

"Ordu insanı robotlaştırıyor, bana göre değil, hep siyasi kitaplar okudum, askerlere siyaset anlatırdım, bir kaç kez ihtar ettiler, dinlemedim. Sonunda sepetlediler be çocuk !" dedi.

- Peki bu durumundan memnun musun?

- Tabii ki memnunum ve hiç değilse halkımla iç içeyim, onları eğitmeye çalışıyorum, Türkiye zaten devrime gebe bir ülke." 

Bir şey anlamamıştım.

- Peki, kısa sürede nasıl bu kadar müşterin oldu? Çok para kazanmış olmalısın. Dedim.

O da: "Yok be, ben para için kimseyi sıkıştırmıyorum. Ne verirlerse o, borcunu soranlara borcun şu, diyorum. Adam ne varsa çıkarıp veriyor. Geri kalanına da Allah kerim veririz diyorlar. Canınız sağ olsun diyorum. Öyle gidiyor işte. Arada karşılaştıkça para verirlerse alıp tütünümü alıyorum. Vermeyene de bir şey demiyorum.

Koltuğundaki siyah çantasında en az iki kitap, izolabant, pense tornavidası olurdu. Bir soru sorulduğunda bilimsel cevaplar verirdi. Ayaklı kütüphaneden farkı yoktu. Sanki İstanbulda doğup büyümüş gibi İstanbul Türkçesiyle konuşması da dikkat çeken bir yönüydü. Bir yaşlı  köylüyle konuşsa dahi kitap Türkçesini kullanınca, hele sorun da siyasiyse "Valla ben senin dediklerinden hiç bir şey anlamadım Çavuş." derlerdi kendisine.

Gerçekten de izlediğim kadarıyla Çavuş paraya önem vermiyordu. Kahvede masada kimseye çay parası verdirmiyor. Lokantaya gitseniz de elinizi cebinize attırmıyordu.

Bazen ihtiyarlarla güreş tutar, onlarla konuşur sohbet eder, bazen gençlerin masasında onlarla memleket meselelerini tartışırdı. Büyükle büyük çocukla çocuk misali...

Kasabada herkesin yardımına koşan Çavuş ne yazık ki bazılarınca hala, tehlikeli adamdı. Çünkü çantasında kitap taşıyordu,okuyor, okutuyor, eğitim görmeleri için uğraşıyordu. Ama kimilerinin gözünde belki de  gençleri zehirliyordu . .                

Yaşı kırkı geçmiş olmasına rağmen o, çalışmasına devam ediyor , bazen de köylerde elektrik çekiyordu. Bir seferinde ben de yoksul bir köylünün elektriğini çekerken ona yardıma gitmiştim.

Akşam saatlerini geçti. Tesisat işi bitti ve köylünün elektriğini verip odayı aydınlattık. Adam, karısı ve çocukları çok sevinmişti. Adamın 7-8 çocuğu vardı. Borcunu soran adama Çavuş borcunu söyledi ve adam da çıkarıp verdi.

Köylü çok memnun kalmıştı. Bu arada yemek ve meyve derken sohbet biraz uzadı. Kalkıp gidecekken Çavuş adamdan aldığı paranın yarısını tekrar çocuklara harçlık olarak dağıttı. Adam karşı çıksa da vermiş oradan uzaklaşmıştık bile. Ben de:

"Yahu Çavuş, Adamdan aldığın parayı neredeyse tekrar çocuklara dağıttın, sana da para gerekmez mi ? Niçin böyle yapıyorsun? " dediğimde.

Boş ver yahu, adam o kadar yoksul ki hiç almasam mı diye bile düşündüm. Diye cevap verdi.

Hakikaten de bir paket sigara alan bile Çavuşa işini yaptırırdı. Belki de onun için seviliyordu.

Ben ise bir süre gurbete gitmek zorunda kalmıştım.

İşte o yıllardaki bir yaz günü, Çavuş sokağın birinden geçerken bir kadın, "Çavuş abi elektriğimiz yanmıyor, bir bakabilir misin ?" diye yardım istemiş.

Çavuş da orayı burayı kontrol ettikten sonra elektriğin direkten gelmediğini anlamış. Demir elektrik direğindeki kabloları sıkıştırmaya çalışırken akıma kapılmış ve düşerek oracıkta can vermişti.

Belki de bir sigara parasına canından olmuştu. Kasabada ise çavuşa borçlu bir sürü insan...

Bana gelen mektupta Çavuş'un bu şekilde öldüğü yazıyordu ve ben bir taraftan yolda yürüyor bir taraftan da mektubu okuyordum. Birden gözümden yaşlar süzülmeye başlamıştı.

Çünkü Çavuş, artniyetli biri değildi. Samimiydi. Dostça davranırdı.

 Genç kızlar belki subay astsubay hanımı olmak isterdi . Fakat o bir kere ordudan atılmış ve hiç evlenmemişti.

Hırsızlık yapmamış, Kimseyi aldatmamıştı. Hele bir kadınla konuşurken kesinlikle başını kaldırıp da bakmazdı. Tek suçu kitap okumaktı, solcu derlerdi. Komunist derlerdi ama namussuz diyemezlerdi. Hayatı boyunca  kimseyi incitmeyen ve çalışarak onurlu bir yaşam sürdüren ve 1992 yılında hayata daha evlenmeden veda eden (Manyak) Çavuş'u kasabalı ve ben asla unutmadık.  

 
Toplam blog
: 123
: 1874
Kayıt tarihi
: 02.07.12
 
 

68 kuşağındakileri iyi bilirim. Çalışmam ziraat üzerine. İnsanların ana dilleri ile konuşmalarını..