Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mart '07

 
Kategori
Psikoloji
 

"Acı" önünde saygıyla eğiliyorum senin

"Acı" önünde saygıyla eğiliyorum senin
 

Acıyı hissetmemek adına tüm kaçışlarımız...Kimiz de bu kaçış "paylaşmak" adı altında bize acı veren konuyu içimizde saklamak yerine birilerine anlatmak şeklinde oluyor. Kimiz ise haza doğru gözü kapalı koşuyor...Her ikiside o anda yaşananı uyuşturabilmek adına. Bu kaçış isteği başladığında, kendinizi gözlemleyin: Ya tanrı ve inaç sistemlerine, ya alkol ve uyuşturucuya yada sekse doğru bir kaçış başlatıyoruz. Yada telefona sarılıp halden anlamasını beklediğimiz bir kaç dosta sığınıyoruz.Hepsi uyuşturlmak isteğinin uzantısı. Ve acının yok-var-sayılması adına, boşuna çaba...

Kendimi bir kaç saat önce, yoğun bir acıyı hissetmeye başladığım bir anda sabit , öylece kalakalmış buldum. Sanki zaman dondu. Ve vipassana da öğrendiğim şeyi deneyimlemeye çalıştım. İçimde usul usul kıpırdanmaya başlayan, ufak ufak oluşan duygulara odaklandım.

Ve o an yıllardır görmeyip, esgeçmiş olduğum şeyi fark ettim: Ben bu acıyla kalmayı deneyimlemek dışında her şeyi yapmaya meyilliyim. Ve o anda, sanki yeni bir bilinç düzeyinin kapısı önümde aralanıverdi. Şimdi bu kapın aralğından görebildiklerimi sizinle paylaşmayı istiyorum:

Acıya neden olan "zaman" ...
Çünkü o anda var olduğunu hissettiğim acı bana zarar verebilecek ölçüde olamaz.
Bu bakış açısının en basit biçimde ispatı da şu: O acı hissettiğim kadar büyük değil. Öyle değil ki hala yaşıyorum... O halde, acının yoğunlaşması git gide büyümesi ve kaosa varacak denli beni esir alımasında ki tetikleyici neydi? Hangi korkuydu? diye sordum. Ve çözüm de geldi. Yanıt:"Zaman" dı..." Acıya asıl sebep olan an da ki kısmı değil gelecekte ki devamlılığına duyduğum endişeydi. Azken yoğunlaşan bu korkuyu, onu varken yok varsaymama, kaçışa meyletmeme ön ayak olan bu endişeydi. "Ya bu acı gelecek zamanda da devam ederse?" Asıl mesele buydu. Hayata karşı korku dedim önceleri. Ama değildi...Bu değildi sebep. Asıl sebeb kendime güvensizlik. Evrene teslimiyet eksikliği, yaratanın, seçenin, oluşturanın "ben" olduğuma dair inançsızlık...

Bilmem farkında mısınız? An da ki acı taamül edilemez değil.
Acı yok değil, elbette ki var. Ancak an da olabileceği kadarıyla sınırlı. Onun içine girip, yüzyünü yüzünüzün önüne alıp, adam akıllı kendinize çektiğinizde; o kadarda korkulacak bir şey olmadığını da fark edebiliyorsunuz. O anı, sonuna kadar yaşamayı bir defa göze alabildiğimizde ise, acı da kendini tüketmeye başlıyor.

Acı içsel bir şey....
Dışarıdan kaynaklanmıyor. Bu aslında bir tür kodlanma...Bir çoğumuz ailelerimizin, atalarımızın, hatta insanlık tarihinin tüm acılarını genetik miras olarak almış vaziyetteyiz. Bunu kabullenebildikten sonra geriye kalan, bununla yüzleşmek olacaktır.

Birinin ölümü bize acı vermez...
Bize acı veren, onunla hala paylaşmayı istediğimiz fakat artık paylaşamayacağımızı bildiğimiz duygularımızın olmasıdır. Gerçekleşemeyeceğini kabullenmemiz gereken beklentilerimiz, hayalini kurduğumuz doyuma ulaşmayacak olan isteklerimizle kalakalmış olmamızdır. Ve buna duyduğumuz isyanın adıdır "acı"...

Acı sevgi ve ölüm bir üçlü...
Acı varsa sevgi de vardır. Sevmeden acı duyamazsınız. Bu ikisi hep biraradadır. Yokluğuna tahamül gösteremeyecek olduğunuz sevgi, sizde kendini acı olarak gösteriri. Ölümse sevginin bitişidir. Çünkü sevgilerimizde sahiplenme vardır. "Benim" dedikçe acı ve sevgi birbirinin yanından ayrılamaz.

Acı sevgi ve ölümün ortak ürünü: Yaratıcılıktır...
Dünya edebiyatın da hemen hemen tüm klasikler, sevginin kaybı(ölümü) yada ona hiç ulaşılamaması (acı) üzerine yazılmıştır. Ve doğuştan herbirimizde olduğuna inandığım yaratıcılık dürtüsünün uzantısı olarakda, ama az ama çok hepimiz acı duymayı seçeriz ve bazılarımız bununla besleniriz. Müzikle uğraşan bir çok kişi içinde sonuç aynıdır. Kendini gerçekleştirmedeki ürünü; heykel yada resim olan bir çok dostumla da bu konu da görüş alış verişinde bulunduğumdan durmun onlarda da aynı olduğunu gözlemleyebildim.

Son söz...
İnsan olmanın gereği kanımca varlığı tamamen tüketilemez olan acıyı; sınırsız boyuta taşımadan; var oluşuna saygı duyarak, kaçmak yerine sahip çıkıp içine girerek usul usul bitirmek gerek. Tüketmek yada boğmak çabası olmaksızın, böyle bir gaye gütmeden acı duyduğumuz şeyin gözlerinin içine doğru bakabilmek... Ama tehtitkar bakışlardan çok, bizim bir parçamız olana duyduğumuz o özsel saygıyla...

Simdilik kapının ardından sıza ışık bu kadarını aydınlattı...

Sevgi ve ışıkla

Ayna

05.03.07

 
Toplam blog
: 268
: 1969
Kayıt tarihi
: 15.09.06
 
 

Var olan her oluş ve bozuluş hakkında gözlem, tahlil ve sonuca varma sürecindeki yolculuğumu, siz..