Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Kasım '07

 
Kategori
Psikoloji
 

"Asker gidecek..."

"Asker gidecek..."
 

Askerlik görevine giderken bu genç insanlar ve onların yakınları, geri gelmek ya da gelmemek üzerine de düşünüyor ve konuşuyorlar artık!

Bugünlerde, toplumsal duygu yoğunluğumuzun da artmasıyla asker uğurlamaları daha bir coşkulu ve duygulu olmaya başladı. Son dönemde ülkemizde artarak yaşanan terör ve şiddet eylemlerinin getirdiği acılar, sınırın ötesinde askeri bir harekat yapılması olasılığı ve kabaran milliyetçi düşünce, bu duygu yoğunluğunu artıran en önemli nedenler. İnsanlar çocuklarını, eşlerini, nişanlılarını, sevgililerini, arkadaşlarını, tanıdıklarını askere gönderirken bir ‘hüzün’ yaşanır. Bu doğaldır, çünkü uzunca bir süre ayrılık söz konusudur, hem de bir çoğu için ailesinden, sevdiklerinden ilk ayrılıktır bu. Askeri gönderirken yapılan uğurlama törenlerinde; “asker gidecek, geri gelecek”, “en büyük asker bizim asker” diyerek, bir nebze olsun bu hüzün dağıtılmaya ve askere gidecek olan gence de moral destek verilmeye çalışılır. Bunun tehlikeli olacak davranışlarla ve aşırı abartılı biçimde yapılmasını hiç hoş görmemekle birlikte az önce ifade ettiğim nedenlerle yararlı bir işlevi olduğunu da düşünmekteyim.

Ancak son dönemde artık daha farklı duygular var askerler gönderilirken; öfke, nefret, intikam… gibi. Hüzün duygusunun üstüne çıkmış durumda bu duygular. Uğurlamalarda, uğurlayanların sözleri ve davranışları daha agresif. Askere gidenler de aynı duygu durumu içinde ve “şehit olmaya gidiyorum”, hatta “şehit olmak istiyorum” diyorlar televizyon mikrofonları uzatıldığında. Bir feda olma, feda edilme, adanma psikolojisi hakim zihinlere. Bu durum belki bir yanıyla; insanların ülkesine ve ulusal değerlerine olan bağlılığını, gerekirse ulusal idealler uğruna hayatını bile verebileceğini gösteren yanıyla övülmeye, takdire değer bulmamız gereken bir tavır, ama diğer taraftan da hüzün ve acı verici. Bir insanın çocuğunu vatan için ölsün diye göndermesi veya gidenin ölmek için gidiyor olması, o kadar kolay ve sırf hamasi atıflarla açıklanacak bir durum değildir. Ve ölüm her nerede ve her ne sebeple olursa olsun acı vericidir. Hatta genç insanların ölümü, daha da zordur insana. Neresinden tutarsak tutalım ölümün, elimiz yanar, en kahramanımızın bile. İnsan olmaya dair, inkar edemeyeceğimiz bir gerçeğimizdir ölümden acı duymak.

Politika ve askeri konular uzmanlık alanım değil, dolayısıyla bu yazıda amacım da bu konularla ilgili ahkam kesmek değil elbette; ancak yaşananların insani, psikolojik yanına dikkat çekmektir. Sosyal boyutuyla, algımızın daha derin olması gerektiğini vurgulamaktır. Öncelikle hangi düşünce veya ideoloji kaynaklı olursa olsun hepimizin şiddete, terörizme karşı çıkmamız gerekir. Bunu engelleyecek, önleyecek ne varsa hepimiz kendi alanı içinde elinden geleni yapmalıdır. Özellikle demokrasi, özgürlük, insan hakları vs. söylemlerini dillerinden düşürmeyen bazı malum politikacıların terörü (ki hala tanımlamakta zorlanıyorlar sanırım) açık bir biçimde karşılarına almaları gerekiyor. Irkı, dili, dini, kökeni ne olursa olsun insanı öncelikle insan olarak gören bir anlayışın da ırksal milliyetçiliğin önüne geçmesi gerekiyor. Bir toplum içindeki tüm farklılıkların, birbirinin varlıklarına ve haklarına saygı duydukları sürece, insan olma temelinde ortak bir hoşgörüye sahip olmaları gerekiyor. Bu anlayışın o toplumun ortak aklının zeminini oluşturması gerekiyor.

Dünya da keşke savaşlar, şiddet, terör olmasa, acılar, yoksulluklar olmasa, açlık, sömürü olmasa, haksızlıklar vs. olmasa. Keşke hiç kötülükler olmasa, … olmasa, … olmasa. Ama ne var ki, bunların hepsi var ve belki insan var oldukça da olacak. Bunun karşılığında toplumsal, siyasi, askeri reaksiyonlar olması da doğal. Askerin, silahın var olmasına karşı çıkmak bu bakımdan anlamsız. Askerlik yapmayı da bu bağlamda bir vatandaşlık görevi olarak, bir toplumsal sorumluluk ödevi olarak görmek gerekir tabi. Gerektiğinde ölümü de.

Ancak birer insan olarak; hepimizin, aslında ölümün, öldürmenin karşısında olmamız gerekmez mi? Doğal nedenler dışında, her türlü ölümü engelleyecek önlemleri almamız gerekmez mi? Ölümü istenen bir şey olarak görmememiz gerekmez mi? Bir insan yaşamının çok ama çok değerli olduğunu tekrar tekrar kendimize söyleyebilmeliyiz. Ölüm nihayetinde kaçınılmaz, ayrıca gerekli olduğunda değer verdiğimiz şeylerin uğruna ölmeyi göze almak da takdire değer, ama ölmeyi istememeliyiz, isteyemeyiz; ve öldürmeyi de istememeliyiz. Yaşamı istemeliyiz tüm kalbimizle ve aklımızla, insan doğasının gereği bu aynı zamanda. Yaşamı değerli ve korunması gereken en önemli şey olarak görmüyor musunuz yoksa?

Hepimiz önce bir insan olduğumuzu, ve bu insan olma kavramının içini dolduran unsurların sorumluluğunu da taşıyor olduğumuzu kendimize hatırlatmalıyız. Ve bir insan olarak geliştirdiğimiz iç vicdanımıza yeniden danışarak ve onun sesini duymaya çalışarak, böylelikle ortaya çıkmasını sağlayacağımız toplumsal vicdanımızı tüm öfke ve acı dolu reflekslerimizin önüne geçirmeye çalışarak, yaşamı, yaşamayı ve yaşatmayı istemeliyiz. Askerlerimizin de ölmesini değil, sağ dönmesini istemeliyiz. “Asker gitsin, ama geri gelsin” insan olma onuruyla. Artık hiç kimsenin böyle acılar yaşamaması dileklerimle.

Uzm. Psk. Bülent Korkmaz

https://psikologbulentkorkmaz.com/

 
Toplam blog
: 40
: 3827
Kayıt tarihi
: 02.07.07
 
 

Uzman Psikolog Bülent Korkmaz kuruculuğunu yaptığı KRM Psikolojik Hizmetler'de Danışman Psikolog ve..