- Kategori
- Kitap
"Deniz ikimizin olursa artar bereketi..."

“Türk tarafını tutup, Yunanlılara küfretmek kolaydır. Böyle bir kitap da yazabilirsin. Ama böyle kitaplar kiloyla satılıyor! Yunan tarafını tutup Türk tarafını suçlayabilirsin. Kolaydır. Zor olan iki tarafın da iyiliğini kötülüğünü görmek, yazabilmektir.”
Böyle diyor İstanbullu Hristo Samoğlu. Mübadillerin hikayesini anlatıyor Kemal Yalçın, Emanet Çeyiz isimli kitabında. Çekilen acıları, terk edilen vatanları anlatıyor. Yıllardır içimize işletilen düşmanlığın aslında ne kadar da manasız olduğunu vuruyor yüzümüze. Ne kadar aynı olduğumuzu hatırlatıyor, ortak bir kaderden geldiğimizi…
Kendisi de çok acı çekmiş, 12 Eylül’de ülkesinden uzaklaştırılmış Kemal Yalçın 1998 yılında ilk baskısını yapan Emanet Çeyiz’de, babasının kendisine vasiyet ve emanet ettiği çeyizi, asıl sahiplerine, Minoğulları’na ulaştırmaya çalışıyor. Bunu yaparken Yunanistan’daki ve Türkiye’deki mübadillerle konuşuyor, onların dertlerini dinliyor.
Kitapta belki de en dikkat çekici şey şu. Mübadele veya savaş sebebiyle evlerinden koparılıp da başka yerlere gönderilen bu insanların hepsi bıraktıkları yerleri “memleketimiz”, “vatanımız” diye anıyorlar. “Ah bir görsek” hepsinin dilindeki cümle… Rumlar, Türkiye’yi vatan bellemiş, Türkiye’dekiler de Yunanistan’ı. Geldikleri yerlere ısınamamış hiçbiri neredeyse, hepsinin aklı vatanlarında. Rumlar, Rumca bilmiyor, Müslümanlar Türkçe…
Bu kitap yine içindeki hikayelerle anlatılır en doğru şekilde sanırım.
O dönem konuşulanlar bağlamında Eskişehirli demirci Petro Kabasakaloğlu şöyle demiş. “İzmir’e gittim, köylerini dolaştım. İnsanlar kardeş gibi kucakladılar beni. Ama Malatya tarafları çok kötü. Türk ve Yunan hükümetleri yalan söylüyor. Halkı kışkırtıyor. İşsiz, fakir insanlar açlıklarını unutsunlar istiyor…”
Bugün de öyle değil mi? Yunanistan’daki krizi insanlara unutturmak için hükümetleri savaş çığırtkanlığı yapmıyor mu, yapay bir tehdit üzerinden insanların dertlerinin üstüne perde çekmiyor mu? Bu devir biter mi bilmem, ama iki halkı kendi haline bıraksalar o kadar iyi anlaşacaklar ki aslında.
Lazaro var, hayatını kaybetmiş. Elefteria, Lazaro’nun çocuğu. Babası Kayserili’ymiş, gitmiş Kayseri’ye bulmuş evlerini. Bir torba toprak, bir şişe su doldurmuş götürmüş babasına. Babası, getirdiği toprağı yastığının içine koymuş ve bir ömür o toprağın üstünde uyumuş.
Bir yumru takılıp, kalakalıyor boğazınızda. Amasyalı Yordan Amca, türkülerin diliyle konuşuyor. Türkçe türküler aklında hala, anlattıklarının arasına katıyor bol bol.
“Konaklar yaptırdım dururum diye / Pencere koyverttim vururum diye / Hiç aklıma gelmiyor ölürüm diye / Alim Alim oy Alim / Çaydan mı geçtin? / Yanakların kızarmış / Konyak mı içtin?...”
Sonra savaştan kaçarken, çocuklar kendilerini ele veriyor diye insanların çocuklarını öldürmesi… Yazarken bile dehşet verici, yazarken bile o acıyı içimde hissediyorum. Hepsi aynı şeyleri söylüyor, “iyiydik” diyorlar, “ayırdılar bizi…”
Rumların ortak fikri, “İngilizler kışkırttı, Yunanlılar girdi İzmir’e. Sonra böyle olduk.” Yunanistan’da savaş çıkınca Yunan çeteleri, Türkiye’de savaş çıkınca Türk çeteleri saldırmaya başlıyor köylere. Aynı hikaye tekrarlanıp duruyor anlayacağınız.
Burdurlu Tanasis’e kulak verelim bir de. “Sen geldin, kafamız denk gitti birbirine. İyiydik, sonra ayrıldık. Diyorum, iyi günler gelsin gayrı, iyi sabahlar gelsin. Bu dünyada ölüm değil, zulüm var!”
Baba Yorgo’ya verelim şimdi de kulağımızı: “Mustafa Kemal büyük adam. Ama bizi buraya göndermeyecekti. (…) Biz Türkiye’nin bereketiydik. Geldik Yunanistan’ı kalkındırdık. Yıllarca bekledik, Mustafa Kemal affeder, geri ister, döneriz diye…”
Öyle hayıflanıyor ki, “Türkiye’yi kalkındıramadığına” öyle üzgün ki Baba Yorgo, üzülmemek elde olmuyor. Baba Yorgo sonra diyor ki, “Türkçe, benim vatanımın dilidir. Unutmam!”
Bizi birbirimize düşman edenlere lanet ediyorsunuz. Giritli İsmet Hanım da diyor ki “Oranın her şeyi güzeldi! Vatanımız çok kıymetli bir yerdi. İnsanları insandı!”
Kimse bulamamış belki de aradığını gittikleri yerde. Hep geri bıraktıkları yere vatanımız demişler, hep oraları özlemişler, özleye özleye ölmüş birçoğu.
Giritli İsmet Teyze kızıyor bir de, “koruyamadınız Cunda’yı” diye. “Girit hala bıraktığımızı gibi duruyormuş” diyor. Haklı, hak vermemek elde değil. Tarihi korumak konusunda hiç de sicili temiz bir toplum değiliz. Cunda’ya yapılan yol oradaki doğal hayatı mahvetmiş diyor Cunda halkı, ada da popülerleştikçe doğasından uzaklaşıyor, ama bu başka bir yazının konusu.
Son sözü yine İsmet Teyze’ye veriyoruz.
“Artık Ege’de barış olsun istiyorum! Görüşelim. Birlikte iş yapalım… Kim fayda görmüş düşmanlıktan? Bu deniz sadece Türklerin olsa Türklere yetmez… Yunanlıların olsa Yunanlılara yetmez… Ancak ikimizin da olursa artar bereketi.”
Bir de Zülfü Livaneli, yine o şarkı…
“Deniz bile acı çeker ah agapi mou…”