Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ekim '17

 
Kategori
Sinema
 

"Kış Uykusu"nda Hayat Bulmak

"Kış Uykusu"nda Hayat Bulmak
 

Kış Uykusu’nu gösterime girdiği sırada sinemada izlemiştim. O günden beri hâlâ da ara ara izliyorum. Ve her izleyişimde her iyi filmde olduğu gibi, üzerinde durulmaya değer, her biri ayrı bir yazıya konu edilebilecek farklı detaylar yakalıyorum. Dolayısıyla bu yazıda da Kış Uykusu’nun yalnızca bir yönünü ele alabileceğim. Zira bu filmi barındırdığı bütün problemleriyle ele almak, belki ancak bir kitap hacmiyle mümkün olabilir.

Kendinizi, içinde yaşadığınız dünyayı, bizi, bütün günahları ve sevaplarıyla bu meşum hayatı, yabancısı olduğunuz birilerinin dışardan seyretmesi gibi seyretmeye çalıştığınız oldu mu hiç? Bütün filmler, romanlar, tiyatro oyunları, asırlar boyu ağızdan ağıza anlatılan hikâyeler insanın, çoğu zaman kendi kendine kapıldığı bu, kendini dışardan görebilme hissini tatmin etme ihtiyacının bir tezahürü olarak görülebilirdir. Bu yaklaşımın gerçeğe en yakın hâli de uzaylıların varlığı ile ilgili yapılan türlü spekülasyonlarmış gibi geliyor bana. Sanki uzaylılar, başka âlemlerden gelen birileri tarafından izleniyor olma ihtimâlimizin veya daha temelde böylesi bir ihtiyacın bir tezahürüymüş gibi. İnsan tam da bu ihtiyaçla milyonlarca dolar bütçeli filmler yapabildiği gibi, yıllar süren bir göz nurunun mamûlü romanlar da yazıyor, bizi gözetleyen uzaylıların varlığına da Allah’ın varlığına inanır gibi tam da bu ihtiyaçla inanıyor.

İnsan geçmişe de bu ihtiyaçla bakar. Tarihi bu amaçla okur. Geçmişi okurken, bu zamandaki kendini geçmişte arar gibi, bu zamandaki kendine dışardan bakar gibi olur. Geçmişi bugüne benzetir. Yaşadığı bugünü de aynı yöntemle geleceğe benzeterek bir müneccim gibi bu şekilde görmeye çalışır.

Kış Uykusu filmi ile ilgili “aydın yabancılaşması” üzerinden yapılan değerlendirmeleri okuduk. Nitekim söz konusu filmde ana karakterin adı bile “Aydın Bey” olarak belirlenmiş.

Filmde Aydın Bey (Halûk Bilginer) yıllarca tiyatro oyunculuğu yapmış bir turistik otel işletmecisi olarak çıkıyor karşımıza. Otel işletmeciliğinin yanı sıra yerel bir gazetede yazı da yazan Aydın Bey, hayatın otel dışındaki acı gerçekliğinden kendini izole etmiş, amiyâne tabirle “topluma yabancı” bir aydın profili çiziyor. Bu yönüyle genellikle yadırganan tipte bir burjuva aydını olduğu da söylenebilir.

Paradoksal olarak aydın kavramı ile ilkelliğin birlikteliği Aydın Bey’in kişiliği ve etrafı özelinde ele alınıyor Kış Uykusu’nda. Aydın Bey’in mağara oteli bile bu tema ile ilişkilendirilebilir. Aydın Bey okuyan, yazan eski bir tiyatro oyuncusudur. Bu tür hususiyetlerine rağmen o bile içinde yaşadığımız modern çağın acımasızlığına nasıl ayak uydurabildiğimizin bir kanıtı gibi görünüyor. O bir burjuva aydınıdır. Ve bu yönüyle burjuva toplumunun acı gerçekliğine gözünü yummuş, hayatın gerçekleri, çelişkileri karşısında mağarasında kış uykusuna yatmıştır. Kış Uykusu’na bu açıdan bakınca, Nuri B. Ceylan’ın bu filmle “entelektüelliği burjuvaziye kurban ettiği” yorumu yapılabilir.

Yanında çalıştırdığı kişiler, dâhil olduğu mekânizma, Aydın Bey adına yoksulluğu haczederken, Aydın Bey tesadüfen karşılaştığı bu durumu bile görmezden gelmenin çarelerini aramakta ve bulabilmektedir. Bu şekilde sergilediği sinizm gerçekten de tipik bir günümüz aydın tavrıdır aslında.

İsmail (Nejat İşler) ise serseri, alkolik, fakir ama buna rağmen öfkeli, cahil özellikleriyle Aydın Bey’in tam karşısındaki avamı temsil ediyor. Bu açıdan bakıldığında İsmail yoksulluğu ve cehaleti, Aydın Bey’in ise müreffeh bir yaşamı ve entelektüelliği temsil ettiği söylenebilir. Ne var ki Aydın Bey’in aksine olan bitenin daha farkında görünen İsmail acı gerçekliğin kahrını çekmektedir. Aydın Bey karakteri, hikâyede konu edilen ihtilafın müsebbibi bir entelektüel olarak meselelere yabancı kalmayı marifetten sayarken, İsmail karakterinin hem mağdur hem cahil olarak her şeyin idrakinde görünmesinden kaynaklı paradoks senaryoya özgü bir başarı olarak kayda değer. Ve Kış Uykusu’nda alegorik birer karakterle somutlaştırılan bu iki kesim arasında dengeleyici bir unsurun “din” kavramını simgeleyecek bir din adamı, Hamdi Hoca (Serhat Kılıç) olması kaçınılmaz olur. Hidâyet’in (Ayberk Pekcan) ise kraldan daha kralcı ücretli bürokrasiyi ve yer yer de faşizmi simgelediğini düşünmek fazla zorlama olmaz sanırım.

Kış Uykusu bu gibi sembolleriyle ele alındığında Kapadokya yöresinin fon olarak seçilmesinin de sağladığı görsel bir avantajdan öte bir işleve sahip olduğu düşünülebilir. İçinde bulunduğumuz uzay çağının bireyleri tarafından yadırganması bir yana fazlasıyla kabûl gören “zengin-fakir ayrımının, aslında bütün bu görünümünün aksine temelde bir ilkelliği yansıttığı gerçeğini” sinematografik zeminde ifâde etmeyi kolaylaştıran bir fon bu. Modernizme özgü bütün makyajının altında mağara dönemi yaşamdan aslında pek uzak olmayan bir hayatı yaşadığımız, sinemaya özgü bir görsellikle anlatılsa anlatılsa ancak bu kadar anlatılabilirdi. Hem seçilen atmosferde bir ilkelliğin vurgulandığı, hem de seçilen Kış Uykusu ismiyle yaşanılan bunca acı ve acımasızlığa bir entelektüel bakış açısıyla yabancılaşma, “gözü kapatma” hâlini imâ ettiği, zaten kapitalizmin vahşiliği nedeniyle de “Kış Uykusu”na benzediği söylenebilir. Bir de tabii Aydın Bey’in kendi müreffeh hayatının duygusal sorunları bu çelişkiye dâhil ediliyor ve bu da Çehov’dan hareketle ayrı bir değerlendirmeyi hak ediyor.

Nuri B. Ceylan bu son filmiyle günü bugünden alıyor, geçmişi bugüne değil de bugünü geçmişe benzeterek ne denli bir ilkelliğin içinde yaşadığımızı vuruyor yüzümüze. İçinde nefes alıp verdiğimiz bugünü, insanlığın bir ilkelliği yaşadığı binlerce yıl öncesine, en bilgili olanlarımızı da mağaralarda kış uykusuna çekilmiş alık hayvanlara benzetiyor. Biz gün içinde anlaşamadığımız insanları yabancısı olduğumuz hayvanlara benzetirken, oysa hepimizi, hayvanlara özgü bir vahşetin içinde gösteriyor.

 

 

 
Toplam blog
: 33
: 122
Kayıt tarihi
: 25.10.17
 
 

lisans mezunu edebiyatçı sinema yazarı ..