- Kategori
- Hayvanlar Alemi
"Ne istediler de, vermedik mi?"

Onlar bizim en sıkı dostlarımız arasında olup. can yoldaşımızdır da. Senden benden iyi konuşan dilleri de vardır üstelik. Kuyruğunu titretmesi, apayrı bir lisandır. Gözlerini iri iri açarak bakması, apayrı bir nefestir. Dudaklarını büzerek gözleri üzerinden bakışları bile, apayrı bir lisandır. Her biri çok dil bilir ama, belli etmezler. Gururları mani olur. Onları en iyi anlayan, sahipleridir.
İzmir’in koskoca belediyesi, yememiş, içmemiş, büyük bir incelikle sesleniyor: “Can yoldaşlarımızı unutmadık” demiş. Ve onlara ferah manzaralı, dayalı döşeli dubleks daireler yapmış. Çiçekler arasında, çimenler arasındaki yuvalar yapmış. İnsan bakıp bakıp imreniyor “ Tam da hayalimde yaşamak istediğim evdi” diye.
Aynı belediye, şimdi de hayvan mezarlığı yapmış. 43 dönümlük araziyi parsellemiş. 4 bin mezarlık yeri belirlemiş.
Ya, ya, bayramlarda, seyranlarda, atalarımızı ziyaret ettikten sonra, hatırları kalmasın diye bu yeni mezarlığı da ziyaret edeceğiz. Öyle ya canım. Onlarla az mı vakit geçirdik. Onlarla az mı pikniklere gidip körebe oynamadık. Onlarla şakalaşıp kasıklarımız ağrıyıncaya kadar gülüp neşemizi bulmadık mı?
Evin haylaz oğlu laf dinlemezken, dostumuz hayvan dizimizin dibinden, sözümüzden hiç ayrıldı mı? Ne istedilerse aldık. Hem, “O köpeklere, ne istediler de, vermedik mi?” Yemedik, yedirdik. Giymedik giydirdik.Kediler de öylesi. Di mi?
Kola’ları biz içmedik, onlara içirdik. kolalar içire içire müptelası oldukları için, suyu istememelerine bile gıkımızı çıkarmayıp, katlandık. Hep gözümüzün içine içine bakmadılar mı? Onlar da ailenin bir ferdi oluyor işte.
Şimdi de yeni bir karar alındı. Kedi ve köpekler, artık petshop’larda satılamayacak. Belli bir merkezden satılacak. Böylelikle parmaklıklı esaretten kurtulan kediler köpekler, daha hür olacaklar. Bizim varsa, onların da hayvan hakları mercileri var. Bütün yaz, yazlıkta besle besle, sev sev, yaz bitti, yapı paydos misali sokağa atmak yok hayvanları. Atana da ceza geliyor şimdi.
Belediye şimdi onlara barınaklar yaptırdı. Başlarında hekimler. Hasta, yaralı yaşlı hayvanlar, burada tedavi ediliyor ve barınıyor.
Bir gün bir bakmışsınız, sirenler acı acı çalarken, “n’oluyor” demeğe kalmadan bir ambulans, yol isteyecek yollarda. Öndeki arabalar, sağa sola kaçışacak ki, ambulansa yol versin. Eğer böylesi sürücü o memlekette kaldıysa tabi.
Hastamız orta boy bir fino, alkanlar içinde taşınacak acil girişe ve sedyesiyle ameliyathaneye uçurulacak. Beyaz elbiseli, eldivenli hekimler, narkozcular, saf tutacak hastanın başında.
Eh, bu sırada yaralı finomuz, bir ara kendine gelip etrafına baktığında “ Ne de güzel insanlarımız var” derse, mutluluktan yüreklerimizin yağı erimez mi? Gözleriniz yaşarmayacak mı bu tablo karşısında.? Di mi?
Bunca yıl hayvan hakları dedik dedik, kendimizi avuttuk. Tavukları baş aşağı taşımayı, marifet bildik. Ama, onları, para etsin diye sınıflara ayırarak köy tavuğu, yumurta tavuğu, gezenti tavuk, ayağını altına alıp da oturan tavuk diyerek adlandırdık. Etlerini de bin bir kılıklara sokarak sattık.
Bir yerde okumuştum. Sahibinin mezarı başından günlerce ayrılmayan köpeğinden bahsediyordu gazeteler. Günlerce kabristana muntazaman giden o köpek, sonra da ortalıklardan kaybolmuştu. Köpeğin sahibinin, yattığı yerden, gözünden yaş sızmıştır muhakkak, o ziyaretçisini hissettiğinde.
Bizler, ebeveynlerimizin mezarını yılda kaç kere ziyaret ediyoruz. Yahut edebiliyor muyuz? İşte “olmak veya olmamak.” Hepsi bu.
Ört ki, ölem.
Kısacası: “ To be, or not to be”
TİTANİK Çİ KEDİLER
BÖYLE DE YATILMAZ Kİ...
HINZIR KEDİLER
MEZARLIKLARI BİLE HAZIR.