Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mayıs '18

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

“Onları Tanıdım”

“Onları Tanıdım”
 

Hüseyin Yurttaş’tan anılar ve nükteler…

Gazanfer ERYÜKSEL

Hangi şiirimdeydi o “anılar zamanın yağmasından kurtardıklarımız” demişti.

Anılar, bireyden/bireyselden topluma doğru giderek genişleyen bir açıyla zaman tüneli gezginleridir.

Hüseyin Yurttaş ile yüz yüze görüşmemiz 10-11 Haziran 2016 tarihlerinde, Antalya Sanatçılar Derneği (ANSAN) tarafından düzenlenen 15. Akdeniz Şiir Günleri’ne oldu. Hüseyin Yurttaş etkinliğin onur konuğu idi. İki keyifli günün anılarını belleğimize kayıt düştük. Bu etikliğe katılan Halim Yazıcı, Hülya Deniz Ünal ve genç şair Abuzer Gülpınar ile zenginleştik.

Hüseyin Yurttaş “Onları Anlattım, anılar portreler” adlı anı kitabında edebiyatımızın ve sanat dünyamızın nice insanı ile kesişen hayatının belleğinde biriken fotoğraflarını paylaşıyor bizlerle… (Tekin Yayınevi, 2014)

Kitaptaki nüktelerden seçmeleri sizinle paylaşmak da bana düştü.

Sofokles'in Telif Hakkı!

1961 yılı... Bir gün Devlet Tiyatroları Edebi Kurul toplantısı sırasında muhasebeci içeri girmiş, Özdemir Nutku'ya:
Efendim, demiş, Bay Sofokles'in adresini bulamıyoruz. Telif hakkını ödeyeceğiz de...
Gülmüş Özdemir Nutku:
Bulamazsınız, demiş, ne yazık ki Bay Sofokles adres bırakmadan çekip gitmiş..."


"Ben Tiyatro Doktoruyum..."
Sonradan çok ünlenecek olan bir aktrisimiz, o sıralarda gençliğinin en güzel yıllarında... Bir gün bir yerde, Özdemir Nutku ile tanıştırılmış. Tanıştıran kişi "Doktor Özdemir Nutku" diye tanıştırmış onu. 
Aktrisimiz, dekolte giysisiyle eğilip göğüslerini adamakıllı ortaya çıkararak, "Ah doktor" demiş, "Benim buralarımda alerjik kabarcıklar oluyor. Bir bakar mısınız?"
Özdemir Nutku, "Özür dilerim" demiş, "Ben tiyatro doktoruyum."

Mühendis, doktor ve filozof…

“Bir gün biri, mühendis, biri doktor, biri de filozof olan üç kişi yamyamların eline düşmüşler. Yamyamlar üçünü de yemek üzereyken mühendis, teknik becerilerini göstererek, doktor da hastaları iyileştirerek kurtulmuşlar.

Yamyamlar filozofu göstererek “Bunun da bir marifeti var mı? “diye sorunca mühendis ve doktor  “Hem de çok, o bilge kişidir” demişler.

Yamyamların, “pekiyi, söyleyin bakalım o ne işi yarar?” sorusuna filozofun arkadaşları, “O gerçekten çok yararlı bir kişidir, hepimize yol gösterir” yanıtını vermişler.

Ancak yamyamlar, “Olmaz öyle şey, onun hiçbir becerisi yok” diyerek filozofu yemişler.

(Ekrem Akurgal’dan aktaran Hüseyin Yurttaş, Onları Tanıdım, 2014)

“Ben görevdeyken içmem…”

Attila İlhan 1940 kuşağı olarak tanınan toplumcu gerçekçi sanatçılarımız için “fedailer mangası” ifadesini kullanmıştır.  Bu anekdot Orhan Kemal ile Rıfat Ilgaz’a ait…

Bir gün Orhan Kemal ile Rıfat Ilgaz Sirkeci Garı’ndaki lokantada yemek yiyorlarmış. Hemen arkada onları izleyen bir sivil polis… Rıfat Ilgaz yüksek sesle konuşmayı pek sevmediğinde sivil polis sandalyesini çekip, ne konuştuklarını anlamaya çalışıyormuş.

Sivil polisin gittikçe masalarına yaklaştığını gören Rıfat Ilgaz garsonu çağırarak bir bardak istenmiş. Bardağa rakı dolduran Rıfat Ilgaz adam iyice masaya yaklaştığında kadehi ona uzatmış “Buyurun…”

Adam boş bulunarak, “teşekkür ederim” demiş, “Görevdeyken içmem…”

İki Adam, Bir göz…

Bu nükteyi de Rıfat Ilgaz’ın oğlu Aydın anlatmış Hüseyin Yurttaş’a…

İstanbul’a gelen Âşık Veysel’e Yaşar Kemal yardımcı olurmuş. Bir gün bu ikili, Cağaloğlu Yokuşu’ndan aşağı doğru iniyorlarmış. Rıfat Ilgaz da bir iki arkadaşıyla yukarı doğru çıkmaktaymış. Onları görünce:

“Şu işe bakın”, demiş, “Biz iki gözle bir kişi idare edemiyoruz; bunlar iki kişi tek gözle idare ediyorlar…”

Bu sözler nasılsa Yaşar Kemal’in kulağına gitmiş. Yaşar Kemal, uzunca bir süre –galiba beş yıl- Rıfat Ilgaz’la konuşmamış.

Ben talihsiz adamım…

Babıâli’nin cimriliğiyle ünlü gazete patronlarından Ahmet Lütfü Dördüncü’den alacağı olan Aziz Nesin, iş uzayınca bir gün yanına bir arkadaşını da alıp Dördüncü’nün kapısına dayanmış.

“Efendim” demiş, “Alacaklım kapıda bekliyor. Verin şu benim paramı da adamı savayım.”

Dördüncü, “Cuma güne gel…” demiş. Aziz Nesin de “Neden Cuma günü?” diye sormuş ve eklemiş, “Bakın alacaklım kapıda…”

Ahmet Lütfü Dördüncü, “O güne kadar sen ölürsün, arkadaşın alacağını istemekten vazgeçer; o ölür sen, sen borcunu ödemekten kurtulursun… Hele bir Cuma gelsin, görelim…” demiş.

Aziz Nesin anında yanıtı yapıştırmış, “Ben talihsiz adamım. Siz ölürsünüz, ben ortada kalırım…”

Samba no, la bora si…

İzmir Alsancak’ta bir yemek… Tatlı bir söyleşi ortamı… Fıkralar birbirini izlemektedir.

Sözü Erdal Öz alır:

Fidel Castro Küba’da devrimi başarmış. Zafer sonrası, bir alanda çok büyük bir kalabalığa konuşmaktadır. Büyük bir coşku içindeki halk yerinde duramaz bir hâldedir. Herkes dans etmekte, samba yaparak devrimi kutlamaktadır. Fidel Castro, en vurucu ses tonuyla, sözcüklerin üzerine basarak şöyle seslenmektedir halka…

Samba no, la bora si… “Sambaya hayır, çalışmaya evet!” ya da “Samba yok, çalışma var!”

Gülümseyen Erdal Öz, “Halkın büyüklüğü azizim” der, “Meydandaki kalabalık bu kez başlar, ‘Samba no, la bora si’ diyerek dans edip samba yapmaya…

Anekdotu aktaran Hüseyin Yurttaş şunları söylemektedir. Erdal Öz’de halk sevgisini ve halka inancı görüyordum, gülümseyip bunları söylerken kıstığı gözlerinde…

 

 
Toplam blog
: 227
: 584
Kayıt tarihi
: 16.12.15
 
 

1952 Yılında İstanbul'da doğdu. Pertevniyal Lisesi'ni ve İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akad..