- Kategori
- Güncel
‘PES’ DER MİSİN YOKSA ‘REST’ Mİ ÇEKERSİN?

‘Bir tiran, zenginlik; kralsa onur özlemi içindedir. Tiranın korumaları paragözler, kralınkiler de yurttaşlardır’ demiş Aristoteles! Herhalde yüzsüzlüğü yüz edinenlerin, sahnelenen tiranlık oratoryosu önünde şapka çıkartıp şakşaklarıyla destek verdikleri günümüzde yaşasaydı çok daha ileriye götürürdü yorumlarını.
Günümüzün farkı ne mi? Kurumların, insanların, sanatın, siyasetin, ahlakın, iş bitiriciliğin kısacası her şeyin ‘özel’leştirildiği yerde fark bulmak zor olmasa gerek. O dönemlerde hiç olmazsa bir parça ‘ayıp’ olgusu, ‘vicdan’ çekincesi varmış. Ayıp, utanmayı bilen için geçerli bir kavram… İnsaf da vicdanı olan için! Bu ikisinden çoktan vazgeçilen yerde hâkimiyet, yalanla güçlenen zorbalık ve tilkiliğin. Rest çekmekten aciz olanların dünyasında, zorbalıkla pes ettirmenin tadına varanlar, kafalarında kırk tilki çevirenlerle atbaşı yol alır… Kimse de ‘Hop dedik’ diyemez!
Sizi gidi dayak arsızları…
Haberlere bakarsınız… Zorbalık ve restleşme diz boyu. Doktorlardan sonra sıra eğitimcilerin dövülmesine gelmiş. Samsun’da bir Beden Eğitimi Öğretmeni, evinin önünde öğrenci yakınları tarafından öldüresiye dövülür. Sen misin öğrenci kızımızla tartışan? ‘Pes’ der misin yoksa ‘rest’ çekip sopayı yer misin? Vurun, çocukları eğitmek için kendilerinden daha çok özveri beklenen öğretmene… Vurun, eşlerinden, ailelerinden ayrı düşürülmeyi sineye çekerek dersliksiz bölgelerde bir harf öğretip bedenlere, beyin katmaya çalışan eğitimcilere… Madem onlar ‘pes’ etmiyor elleriniz dert görmesin. Dikenli zihniyetle yetişen velinin vurduğu yerden gül biter! Tevekkelli değil ortalık kokudan geçilmiyor.
Sen benim kamyonumu nasıl sollarsın?
Bir başka habere takılır gözümüz ve nedense hiç şaşırmayız. Balık baştan kokar… Cemaate bilmem ne yemek düşer ya… Niye şaşalım ki! Haberin içeriği, kamyon şoförüyle ambulansın hikâyesi… Bize çocukluk günlerimizden öğretilmişti, ambulansların geçiş üstünlüğü. Ehliyet alırken trafik kitabında da yazılıydı. Ama demek ki ‘özel’in yükselişe geçmesiyle birlikte, geçiş üstünlükleri de ‘kişiye özel’ hale getirilip bu kural değiştirilmiş. Baksanıza kendini çok ‘özel’ gören bir kamyoncu, ambulansın arkasında kalmayı hazmedememiş. Basmış gaza ve haddini bilmez ambulansın yolunu kesip 112 Acil Yardım Servisi’nin şoförüne ‘Sen benim kamyonumu nasıl sollarsın’ diye sitem etmiş. Hatta sitemini daha yakından iletmek için, kendilerini araca kilitleyen sağlık görevlilerini aşağıya davet etmiş. Devreye polis girince yolların hâkimi kamyoncu da pes ettirmenin keyfini sürememiş. Vah, vah, vahh… İstanbul’a gelseydi gün ortasında, istediği gibi ‘özel’ sürüş yapar; şeritleri işgal ederdi.
Siz kendinizi ne sanıyorsunuz?
…Ve restleşmeyle pes ettirmenin kendini gösterdiği bir başka haber; Kendilerine ‘Siz kendinizi ne sanıyorsunuz’ diye sorulan tayfayı pes ettirmek için çekilen ‘özel’ rest! Evvel ezel kıl olunan bu zat-ı oyuncu takımına, oyundan para kazanmayı zorlaştırmanın ve dahi süreç içinde imkânsızlaştırmanın vakti geldi de geçiyordu bile. Var mı öyle twitter’dan kampanyalar filan başlatmak. Hem dünyanın neresinde devlet destekli tiyatro görülmüş, demeyeceğim çünkü dolu… İngiltere’de ‘Art Council’, en büyüğünden küçüğüne bütçe veriyor. Fransa’da tiyatro salonları ya devletin ya belediyenin. DRAC denilen kültür müdürlükleri tiyatrolara bütçe dağıtıyor. Almanya’da her eyalet kendi içinde desteğini düzenliyor. Avusturya’da devlet tiyatrosu da mevcut, şehir tiyatrosu da. İtalya’da bütün sanat faaliyetleri kamu destekli. İsveç’te Kraliyet Tiyatrosu var. Rusya’da sanatçılar devlet maaşlı. Hollanda’da hem devletin hem özelin tiyatrolar devletten fon alıyor. Yani örnek pek çok!
Bizim ‘özel’ merakımıza gelince… Aslında resim-mesim, heykel-meykel, sinema-minema, tiyatro-miyatro, bale-male kökten kalkmalı! Bunların hepsi oldum olası muzur neşriyat. ‘Sanatçının olduğu yerde siyasetçilerin çekinmesi gerektiği’ gazıyla dolduruşa gelenler çatlasa da patlasa da bu konuda ‘pes’ etmek, devletin desteği olmazsa tiyatro-opera-bale gibi kültür ve beyin geliştirici sanatların yok olacağını bilenlere düşecek! Zaten amaç da o değil mi? Yasama-yürütme erklerini kullanıp çekersin resti… Bir iki vızıldanır millet… Üç-beş yazılır çizilir… Sonrası, bir zamanların Tonton’unun dediği gibi: ‘Alışırlar… Alışırlarrr’!
Restleşmek için elde koz olması gerek. Üstelik ‘özel’leştirme restinin arkasında Anayasal dayanak da var. Anayasa’nın 64. Maddesi ‘Devletin sanata, sanatçıya değer vermesini’ söylüyor. Büyüklerimiz de bu maddeyi çok ciddiye aldıklarını söylüyorlar ve kaliteli işler yapılması adına sanatı ‘özel’leştiriyorlar. ‘Hangi tiyatro, kendi olanaklarıyla ayakta kalabilir? Kalsa bile kaç oyuncuyu bünyesinde besleyebilir?’ gibisinden sorularla boşa kendimizi yormayalım. ‘Özel’ itinayla destek kaldırılır… Ölen ölür kalan ‘özel’ler bizimdir!
Eskiden devlet ya da şehir tiyatrosu mu varmış? Oyunun ve oyunculuğun kurallarını iyi bilenler Padişah ya da Kral’ın hoşuna gidecek şeyler üretip kese kese altını kapar, iltimaslara mazhar olurlarmış. ‘Özel’ olmayı bilemeyenlere duyurulur. Dizilerden, magazinsel şovlardan başını kaldırmayan, gazete dahi okumayanların çok da umurundaydı, tiyatroların ‘özel’ oyunla Türkiye’den silinmesi, vurgusuyla ‘özel’ olmayı bilemeyenlere duyurulur.
Anibal GÜLEROĞLU