Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Aralık '10

 
Kategori
Kitap
 

“Şafak Sancısı”

“Merhamet ışınlı yıldızlar veya bir avuç toprak” 

II. Bölüm 

Bölüme başlarken Cengiz Aytmatov insanın büyükleri ana-baba, küçükleri kardeş görerek vatan topraklarında yaşayanlara karşı vefa borcunu ödemesi gerektiğini vurguluyor. Muhtar Şahanov da nesillerin birbirini ve birlik beraberliklerini anlamamanın değil, anlamaya çalışmamanın büyük suç olduğunu söylüyor. 

Bölümün ilk konuşmasına Cengiz Aytmatov samimi duygularını Muhtar’la paylaşıyor. Tanıdığı bütün ileri gelenleri rüyalarında devamlı gördüğünü söyleyen Cengiz Aytmatov’a Muhtar Şahanov yarı şaka yarı ciddi, onların yapamadıklarını Cengiz Aytmatov’dan bekliyor olabileceklerini söylüyor. 

Bu şakaya Aytmatov; “İlyada ve Odisse’nin yazarı Homeros hakkında yunan düşünürü Platon, ‘Bu Şair bütün Yunanistan’ı eğitti.’ demişti. Ulu şahsiyetler bütün bu ülkenin, halkın muallimleridir. Onların çabaları olmasaydı, kimbilir bugün bizim kaderimiz hangi istikamette olurdu.”(1) diyor. 

Bir sanatçı çağının öğretmenidir. Bu öğretmen yarattığı/yaratacağı kaynakları kullanılacak duruma getiremiyorsa, kendi de başkaları da yararlanamıyorsa devlette de hükümette de sorun var demektir. Sanatçının işi yazmak, devletin işi de yazılanı değerlendirmek olmalı, diye düşünüyorum. Oysa yazar veya şair, yazdıklarını yayınlatamadığı gibi, bin bir güçlükle yayınlattıklarının dağıtımını yapamıyor. Yayınlanmasını gerçekleştirdiği yapıtının dağıtımını kendi yapıyorsa, kendi satıyorsa, bir toplumun toplumsal değerlerini işleyen eserler yayınlanmıyor da gündelik yıkım yapan eserler yayınlanıyorsa sanatçı neyle kimi eğitecek? 

Yazar ve şair bir iş değil, iki iş yaparak ailesini geçindirmek zorunda kalıp, dinlenme ve uyuma vaktinin o dar zamanını yazmaya ve okumaya ayırıyorsa, hangi zaman aralığında toplumu eğitecek, hangi zaman aralığında topluma zarar veren unsurlarla mücadele edecek? 

Sanatçı sanatı dışında hiçbir işle meşgul olmadan sanatını kendine meslek edinmeli, bunu da devlet desteklemeli. Yazar veya şaire ihtiyaç hissettiği maaş verilip, yalnızca yazarlıkla uğraşması sağlanacak ki, bu kişi toplum öğretmeni olabilsin. Her yere kaynak ayıran devlet, toplumun öğretmenine kaynak ayırmıyorsa görevini yerine getirmiyor demektir. 

Aytmatov 1952 yılında Manas Destanı’nın Pan-Turkizm kalıntısı olarak SSCB’nde kabul görmesi, neredeyse yasaklılar listesine girmesine sebep olacağını ve Muhtar Avezov’un esere sahip çıkmasıyla bu tehlikenin ortadan kalktığını söylüyor. Tehlikeli görünen her şey yasaklanıyor. Bu durumun Muhtar Avezov için de hayati tehlike arz ettiğini, tam tutuklanacakken bir dostunun haber sızdırmasıyla Kazakistan’dan Moskova’ya kaçan Muhtar Avezov’un Rus dostları sayesinde tutuklanmaktan son anda kurtulduğunu da Muhtar Şahanov’dan öğreniyoruz. 

Şahanov, Muhtar Avezov’u anlatırken, bir Çingene’ye fal baktırdıklarını, Çingene’nin Muhtar’a, dünyanın tanıdığı çok büyük bir adam olacağını, birkaç hayati tehlike atlatacağını, üç kez evlilik yapacağını ve hayatının bir bıçakla sona ereceğini söylemiş. Muhtar söylenenleri doğrularken, arada bir korku hissettiğini, bu yüzden zorunlu olmadıkça gece dışarı çıkmadığını söylüyormuş. Ama bedeninde oluşan bir tümörün alınması için ameliyata giren Muhtar Avezov bu ameliyatla hayata veda ediyor. (Allah rahmet eylesin) 

Yine Şahanov bu büyük insanı anlatırken, Fransız yazar L. Aragon’la yakın arkadaş olduğunu söylüyor, Cengiz Aytmatov da Cemile öyküsünü Murat Avezov sayesinde çıkardığını ilave ediyor. 

Şahanov, Muhtar Avezov’un Cengiz’in artık yalnız Kırgızların değil, Kazakların da evladı olduğunu, Sovyetlerin en büyük yazarlarından olduğunu söylediğini aktarıyor. Cengiz, Kırgızların, Kazakların değil, tüm Türk budunlarının en kıymetli evladı olarak anılacak. Muhtar Avezov’un da, Cengiz Aytmatov’un da, Cengiz’i yetiştiren Törekul ve Nagiman’ın da mekânı cennet olsun. Kendi milletine, kendi ülkesine ihanet ederek ortaya çıkanlara Nobel ödülü verenler, onu karşılayıp kutlayanlar ve milletinden, vatanından, Allah’ından şimdi utanmayanlar mahşerde utansınlar. 

Muhtar Avezov’un SSCB ve Rus Federasyonu’nda kabul görmeyen eleştirel romanı “Bulanık Devir (Kıylı Zaman)” sanırım Türkiye Türkçesine aktarılmadı. Keşke kazandırılsa da faydalansak… Cengiz Aytmatov sayesinde bu roman Yeni Dünya (Novıy Mir) adlı dergide yayınlanıyor. 

Bir diğer kayıp da Muhtar Avezov’un, Şahanov’un belirttiği üzere Kırgız-Kazak budunlarının alplık öykülerinden oluşan bir roman düşüncesi çalışması, fakat ömrünün yetmemesi… 

Artık bana hangi budundansın, diye sorulsa, Ahmet Yesevi kadar Türkmen, Muhtar Avezov kadar Kazak, Cengiz Aytmatov kadar Kırgız, Mustafa Kırımoğlu kadar Tatar, Nizami ve Fuzuli kadar Azeri, Pirim Kul Kadirov ve Nasır Fazılov kadar Uzbek’im derim. 

Manas için diğer boylarımız nasıl düşünüyorlar bilemiyorum, ama ben şunu ifade etmek istiyorum ki, Manas bana göre bütün budunların hükümdarı, destan da yine bütün budunların destanı… Manas Kırgız budunundan çıkmış biri olarak hepimizin hükümdarı diye düşünüyorum ve öğrencilerime Manas Destanı’nı İslami dönem ilk Türk destanı olarak öğretiyorum. 

Şahanov, sözlü edebiyat sunucuları ezberledikleri tarihi destan, ağıt gibi şiirleri sunarlarken (Jambıl; Manas Destanı’nı okuyan ozanlardan biri); yazılı edebiyat temsilcileri Lenin ve Stalin’i öven şiirler yazmaktan ulusuna ve tarihine zaman ayırmadıklarını öğreniyoruz. Bunlara katılmayan birkaç sanatçının da olduğunu söylüyor Şahanov. 

Batı ve doğu toplumlarında senfoni denilen sözsüz melodiye, Anadolu Türklüğü’nde ezgi Kazaklarda ve Kırgızlarda küy denildiğini öğreniyoruz. Bu geleneğin yaygınlığını yitirmemesi, gelecek zamanda destanlaşma aşamalarını sürdüren halk hikâyelerinin fonunu, kalbini, duygusunu, toplumun serzenişini dünyaya duyuracak duygusal diller değil mi? 

Aytmatov’un tarihi tanımındaki mükemmelliğe bakın: “Tarih, belgelendirilmiş ve inkâr edilmesi imkânsız gerçeklerdir.”(2) 

Kazak halk ozanı Jambıl “Kemiğim Kazak, ama etim Kırgız”(3) diyor. Oysa her bir yanımız bir Türk budunu. Biz Kazak, Kırgız, Uzbek, Türkmen, Tatar, Azeri, Çuvaş, Yakut, Ahıska, Gökoğuz’uz. 

Kazak ve Kırgız uluslarının hem halk, hem bilge alplarını da tanımış oluyoruz. İşte bunlardan bazıları; Kahraman Şabdan, Toztağul, R. Ayhan Şükürbekov, Midin Alibayev, Bavırcan Momışulı, Süleymankul ( ünlü Kırgız oyuncu ve yönetmen)… 

Muhtar Şahanov, Bavırcan Momışulı adlı ulusal alptan söz ettikten sonra, Aytmatov’un Bavırcan’ın kültür değerlerine sahip çıkan biri olduğunu, büyüklerine saygıyı, küçüklerine sevgiyi esirgemediğini söylüyor. Şahanov’un dudakları arasından şu güzel şiir dökülüyor: 

“Yeryüzünde yatar altın, görülmeyen bir yerde.
Kazıyıp bulana, bulana kadar bekleyen.
Hakikatte benzer bazen o zerreye.”(4)
 

Bu arada Şokan adlı bir büyük Kırgız bilim adamını da tanımış oluyoruz ki, bu bilge sayesinde Manas dünyaya 1861 yılında tanıtılıyor. 

Cengiz Aytmatov Şokan’la ilgili ilginizi çekecek bir anıdan söz ediyor: 

“Şokan’ın kısa ömrü ve şahsiyeti bile başlı başına bir tılsımdır. Dostoyevski’nin hanımı Anna Grigoryevna’nın hatıratından okuduğu bir olay dikkatimi çekmişti. Ş. Valihanov’la samimi arkadaş olan büyük Rus yazarı Dostoyevski, Şokan’ın vefatından birkaç ay sonra seher vaktinde bir rüya görmüş. O zamanlar Dostoyevski’nin bekâr olduğu, hayatın zorluklarıyla mücadele ettiği zamanlarmış. Çok genç yaşta hayata veda eden dostunun rüyasında görünmesini hayra alamet kabul eden Dostoyevski, uzun zamandır sevdiği Anna Grigoryevna’ya aşkını bildirmiş. Sonra evlenmişler. Mutlu bir hayatları olmuş. Sonradan defalarca, Dostoyevski’nin “Böyle bir eşim olduğu için dostum Şokan’a minnettarım” dediğine şahit oluyoruz. Gerçekten ilginç değil mi?”(5) 

Muhtar Şahanov Şokan ile Dostoyevski’nin arasındaki mektubu şiirleştirmiş. 

“Dostum Fiyodor,
Bu mektup son mektubum.

Beni defnetmekle kendi milletinin
Bir umudunu gömeceğini nereden bilsin.

Şu geniş dünyada deryalar var:
Göğsünden uçuran ak kanatlı martılarını,
Boyun eğmeyen sınırlarıma
hudut kanununu.
Ülkeden ülkeye geçip giden,
Hazinesinden çok kimse nasibini alan,

Âlemi bir bütün olarak değerlendiren
Oyuna gelmez büyükler.
Büyük insanlar büyük nehirlere benzer.

Hayatın tılsımı o kadar çok ki
Arın ölse tenin de ölmüş sayılır.
…”(6)
 

Şostakoviç’le, ilgili bir anıyı anlatan ve bir değerlendirme yapan Cengiz Aytmatov; “Büyük insan, etrafındakileri de büyük görmek istermiş.”(7) diyerek kaleminin gücünü ortaya koyuyor. 

Şimdiye kadar öğrendiğim, edindiğim kırk beş yıllık hayat bana şunu öğretti; iyiliğin de kötülüğün de milliyeti yoktur. Stalin ne kadar zalimse, Dostoyevski o kadar merhametli… 

Dünya şampiyonu ünlü güreşçi Hacı Mukan’ın gücünü okuyunca aklıma babamın anasının amcası Koca Mahmut geldi. Ben de bunu paylaşmak istedim. Koca Mahmut ormandan ağaç keser Erzurum’a götürüp satarmış. Anlatılana göre bayırdaki ağaçların köklerini biraz açar, bayıra oturacağı bir yer kazar, ayaklarını ağaca dayayıp itince ağacı devirirmiş. 

Ben son zamanlarını gördüm Koca Mahmut’un. Onun kol bilekleri benim diz üstümden daha kalındı. Bir meyve bahçesi vardı, bahçedeki elma ağacının altına kurduğu tahta sedire uzanır dinlenirdi. 

Babamın anlattığına göre; ot getirmek için çayıra gidiyor. Öküz arabasına yüklüyor ve geri dönerken çok kötü bir geçide geliyorlar. Yağmur sularıyla bozulmuş olan geçitten öküzler geçemiyor. On beş yirmi metrelik mesafe… Öküzleri arabadan açıp, teker teker karşıya geçirip geri geliyor ve arabayı otlarıyla beraber sırtlanıp karşıya geçirerek tekrar öküzleri arabaya bağlayıp köye dönüyor. 

Allah Hacı Mukan’a da, Koca Mahmut’a da ülke ve milletlerimize hizmeti geçen şehit ve ölülerimize da rahmet eylesin. 

30 Aralık 10
Ankara 


______ 

 

1. sayfa 70 2. sayfa 99 3.sayfa 102 4. sayfa 111
5. sayfa 114 6. sayfa 115–116–117–118–119
7. sayfa 122
 

 

 

 
Toplam blog
: 74
: 571
Kayıt tarihi
: 24.12.07
 
 

1965 Tortum doğumluyum. Ankara Gazi Üniv. Fen Edebiyat Fak. mezunuyum. T.D.E öğretmeniyim. İki ço..