Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Haziran '08

 
Kategori
Kitap
 

"Tartışılan roman" ve eleştiri (ll)

"Tartışılan roman" ve eleştiri (ll)
 

A. Galip'in, romanı etik ve estetik boyutuyla ele alıp incelediği yapıtı


Felsefeyle bakmanın önemi ve bir örnek
A.Galip, “Tartışılan roman”da, romana, eleştiriye, roman eleştirisine ve hatta romanı temel alan edebi akım ve kuramlara da felsefeyle bakmayı öneriyor. Felsefeyle bakmak; nesnesini, ister salt düşsel, düşünsel, isterse gerçek bir var olan/varlık olsun; her daim ontolojik ve epistemolojik boyutuyla, bir bütünsellik temelinde ya da böylesi bir iddia ile kavramayı, anlayıp, anlamlandırmayı ve ele almayı gerektirir. Bu ise aksiyolojik olana kapı aralar. Çünkü, nesneye ilişkin ortaya konan her bilgi, açık ya da örtük bir biçimde, etik ve estetik boyutuyla, davranışa dönüşmesi gereken bir değer üretir. Ki bu açıdan da, kitabın alt başlığının “etik ve estetik boyutuyla” olması anlamlıdır.

Felsefeyle bakmak, yani kendisine nesne edindiğini ontolojik ve epistemolojik olarak kavramak, onun, yani nesne kılınanın neliği ve gerçekliğini de ortaya koymak demektir. Nelik ve gerçeklik ilişkisinin kurulması, romanın sınıflandırılması açısından da önemlidir. Günümüzde, gazetelerin kitap eklerinde ve dergilerde roman üzerine yazan, yayınlanan romanları tanıtan ve pek azı yazdıkları açısından “eleştirmen” sıfatını hak edebilen, çoğunluğu “tanıtımcılık/reklamcılık”tan öte geçemeyen sözde “edebiyat eleştirmeni”nin, düşünmediği ya da dikkate almadığı bu nelik ve gerçeklik ilişkisi, hem eleştiride, hem sınıflandırmada, hem de bir kişi olarak eleştirmenin kendi kendisiyle tutarlılığında başat bir yere sahiptir. Çünkü bu ilişkiyi düşünmeyen, dikkate almayan, ontolojik ve epistemolojik bir temelden hareketle nesnesine uygun ve tutarlı bir biçimde kurmayan ya da kuramayan, yazdığı ya da telaffuz ettiği bir sözün ardında duramaz.

İşte bu bağlamda bir örnek: Semih Gümüş ile A. Ömer Türkeş arasında, roman ve sınıflandırılmasına, romanın neliğine ve eleştirisine ilişkin, taraflardan biri sessizliğe bürünüverdiği için, başlamadan bitiveren ve bu haliyle “tartışma”dan çok ‘sataşma’ düzeyine düşüveren girişim anılmaya değer. Biraz uzunca da olsa aktarayım : Semih Gümüş, A. Ömer Türkeş’in, “Milliyetçilik; bir aile fotoğrafı”7 başlıklı yazısında yaptığı sınıflandırmayı da eleştiri vesilesi kılan, “Roman ne değildir…” başlığını taşıyan bir makale yayımladı. Ki bu makalede, A. Ömer Türkeş’in adı bir kez ve benim ‘vesile’ dediğim sınıflandırma bağlamında anılmış olmasına rağmen, Semih Gümüş, daha ilk satırdan itibaren, genellik şalına bürüdüğü hükümlerin örtüsü altında, adını belirtmeden Türkeş başta olmak üzere, eğer varsa, onun gibi ya da ona yakın düşünen birilerine şiddetli, hatta ağır denilebilecek eleştiriler yöneltir. Örneğin; Türkeş’in, “Üç yüz eşiği aşılıyor; kimin umurunda?” dediği, son yıllardaki yayımlanan roman sayısındaki artışa, “verimlilik” olarak yaklaşan Gümüş, bu “verimlilik” karşısında duyulan “hoşnutsuzlukların” ise edebi değil, “politik olduğunu düşünelim” diyerek başlar yazısına. Ve devam eder : “Eleştirel sezgileri yerine edebiyat dışındaki önkabullerini geçiren anlayışların yayımlanan romanların çokluğunu küçümsemesi”ni, “anlamsız” olarak niteler. “Edebiyat üstüne düşünme yetersizliği”nden söz eder ve “Düşünme yetersizliğinin sonuçlarından biri erken yargılar vermektir ki, bu yargılar çoğun yanlış çıkmaya mahkumdur.” hükmünü verir. Yetmez. Bir adım daha atar Gümüş ve “edebiyatın doğasının kabul etmeyeceği sınıflamalar yapıl”dığını belirterek, “A. Ömer Türkeş’in yaptığı ‘milliyetçi roman seçkisi’, edebiyatın ölçüleri içinde alınması zor, şimdi yeni karşılıklar bulması neredeyse olanaksız, bugün aşılmış bir anlayışı örnekliyor.” diye yazar. Gümüş’ün varmak istediği, dile getirmek istediği önemli bir nirengi noktası vardır : Adını anmadığı muhatabına ya da eğer varsa başka muhataplarına, “Güncel olanın anaforunda geçirilen zaman uzadıkça, kalıcı olanı görme yetilerini yitirmek kaçınılmazlaşır. O zaman toplumcu ve bireyci (giderek sağcı, solcu, liberal) roman sınıflarını da kolayca yaratabilirsiniz” dedikten sonra, muhatabını ya da muhataplarını, “plastik romanların ardına düşmek”le ve bundan dolayı da son iki yıl içinde yayımlanan romanlar arasındaki “unutulmaz örnekler”i görmezlikten gelmek ya da “üzerinde durmayı”, değerlendirmeyi “ertele”mekle eleştirir (yoksa “suçlar” mı demeliydim). Semih Gümüş’ün bu makalesi bağlamında bilinen muhatabı ya da eğer varsa muhataplarının içerisinden tek bilineni A. Ömer Türkeş’tir. Ama aynı platformda, yani Radikal Kitap sayfalarında, herhangi bir yanıtına rastlanmaz Türkeş’in. Burada söz konusu olan; önemli olan, Gümüş’ün, roman ve eleştiriye ilişkin kurduğu nelik ve gerçeklik ilişkisinin doğruluğu ya da yanlışlığından, tutarlılığı ya da tutarsızlığından çok, “Roman ne değildir…” bağlamında, bir biçimde bu ilişkiyi kurması ve konuya bu perspektifle yaklaşmasıdır.

İşte A. Galip’in “Tartışılan romanı”nın ayırıcı özelliklerinden birisi de kendini bu noktada gösterir : Romanın ve roman sanatının neliği.

Romanı, bozulmuş bir dünyada, yazarın “sahih değerler arayışı”nın bir ürünü olarak da gören Lukacs’ın, “roman üzerine yapılmış ilk büyük sistematik çalışma” diye nitelenen “Roman Kuramı”8 adlı yapıtından beri, romanın ve roman sanatının neliğini belirlemek ya da belirlemeye çalışmak, genelde edebiyat, özelde ise roman üzerine düşünen, soran sorgulayan ve sistematik bir yaklaşım kaygısı taşıyan her edebiyatçı ve edebiyat eleştirmeni için temel bir öneme sahiptir. Romanın ve roman sanatının neliğini belirlemede, tanımlamaya da, fenomenolojik-betimsel yönteme de başvurmak mümkündür. “Tartışılan roman”da ise roman, “kişilerin, değer duygusu ve değer bilinci edinmesinde, farklı yaşam olanaklarının farkına varmasında etkili bir araç”9 olma işleviyle belirlenir. Ancak, alıntılanan cümlenin sonunda yer alan “olmalıdır” yüklemi, A. Galip’in, roman sanatının günümüzde verilen ürünleri karşısındaki eleştirel ve mesafeli yaklaşımının da göstergesi gibidir. Bunun temel nedeni, A. Galip’in romana nasıl baktığı ve onda ne aradığıyla ilgilidir. Ki O, romanda, kitabının alt başlığı olarak da öne çıkardığı gibi, “etik ve estetik boyutu” aramaktadır. Eleştirmenleri de “hiç biri övdükleri ya da yerdikleri kitapların hangi değerleri yokladığını, insana ne gibi yaşam olanaklarını sunduğunu sorgulamayı akıl etmiyorlar”10 diyerek eleştirirken, tam da bu boyutlardan bakmakta olduğunu sergilemektedir.

Roman sanatını, “‘insan doğasını’ aydınlatacak”, insanın “tavır ve tutumlarını zenginleştirecek”, “her türlü kapalı, yerel, coğrafi, ırksal, törel, örfi alışkanlıkların, ezberlenmiş örüntülerin dışına çıkarak evrensel etik (ahlaki) normaları sergileyecek”11 bir sanat olarak niteleyen A. Galip, romana yüklediği işlevin farkındadır. Bundan dolayı der ki, “romana böyle bir işlev yüklemek, hem romancıya hem de roman okuyucusuna belirli kültürel eşikleri aşmış olma zorunluluğu yüklemektedir.”12 Romanın yazarı bir yana, okuyucusundan bile beklentilerin belli bir düzeyin üzerinde olmasının istendiği bir çalışmada, A. Galip’in eleştirmenlere yönelttiği eleştiri yersiz ve gereksiz değildir.

Romanı”, ontolojik ve epistemolojik olarak ele almak ve “etik ve estetik” boyutuyla değerlendirmek gerektiğini yazan A. Galip; “ontolojik yapı bütünlüğü içerisinde ele almak bilgiyle kurulacak ilişkiyi de iki biçime dayandıracaktır”13 der. Ona göre, bu iki biçimden “Birincisi, roman ontolojisinin bilgisidir.”14 N. Hartmann’ın “yeni ontoloji” olarak nitelenen yaklaşımıyla temellendirilen bu ilk biçimde esas olan romanın “real yapısıdır.” Çünkü, “kağıttan, mürekkepten oluşan basılı romanın real, ön-yapısı onun irreal, arka-yapısının, tinsel boyutunun, bir estetik obje olarak anlam dünyasının taşıyıcısıdır.”15 İkincisi ise, “ele alınan insan fenomeninin bilgisidir”. Romanın “ontolojik yapı bütünlüğü içerisinde ele alınışında”, “dil ve biçem özellikleri”nden başlayarak, “olayların sıralanışı ve anlatımını belirleyen kurgu özellikleri”nin yanı sıra “insan fenomeninin” yer alması önemlidir. Çünkü bir romanda etik boyutun hem dışsallaştırılıp algılanır kılınabileceği hem de üzerinde yükselebileceği alan, değerleri, çatışmaları, açmazları, farklı yaşam ve davranış olanakları, arayışları ve ilişki biçimleriyle, romancının yapıtta var ettiği “insan fenomeni”dır. Ki “bu yüzden” der A. Galip, “roman, etik ilişkilerin sunulduğu bir sahne olarak da tanımlanabilir.”16



7 A. Ömer Türkeş, Milliyetçilik; bir aile fotoğrafı, 2 Şubat 2007 tarihli Radikal Kitap, Sayı 307, sy, 16.

8 Georg Lukacs, Roman Kuramı, Metis Eleştiri, 2003.

9 A. Galip, Tartışılan Roman, etik ve estetik boyutuyla, sy. 8, algıyayın, 2007.

10 a.g.e, sy., 10.

11 a. g. e., sy. 8.

12 a. g. e., sy. 8.

13 a. g. e., sy. 46.

14 a. g. e., sy. 46.

15 a. g. e., sy. 46.

16 a.g. e., sy., 47.

 
Toplam blog
: 55
: 1448
Kayıt tarihi
: 26.04.08
 
 

Felsefe öğretmeniyim. İzmir'de görev yapıyorum. Edebiyat, felsefe, eğitim ve politikaya ilişkin yazı..