Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Kasım '18

 
Kategori
Sinema
 

'Toplumsal Bir Eleştiri Perspektifinde 'Makas Eller'

'Toplumsal Bir Eleştiri Perspektifinde 'Makas Eller'
 

Tim Burton filimlerindeki gotik tarzı, abartılı karakterleri, kullandığı animasyon teknikleri ile her zaman sıradışı bir yönetmen olmuştur. Yönetmen sıradışı hayal dünyası ile yarattığı filmlerini izlerken bizi her zaman metaforik görseller eşliğinde masalsı bir yolculuğa çıkartır. 1990 yılında vizyona giren Makas Eller filmi Burton filmleri arasında özellikle birey-toplum ilişkisini, normal-anormal kavramlarını, Amerikan toplumunun tekdüze yaşam tarzını eleştirmesi açısından ayrı bir yere sahiptir. 
 
Film, bir amerikan banliyösünde yaşayan Peg'in, Komşularına çaresizce kozmetik malzemeler satmaya çabası ile başlıyor. Yönetmen daha ilk sahneden yapacağı toplumsal eleştirinin mesajlarını bize açık seçik veriyor zaten. Peg'in yaşadığı mahalleye baktığımızda tüm evler, (Tepedeki Edward'In yaşadığı ev hariç) hepsi aynı şekle sahip, aralarındaki tek fark renkleri... Evlerde tek siyah unsur yok, kapılarda dahil herşey rengarenk.. Hatta arabalar bile... Herşey o kadar büyük bir düzen içerisindeki; her sabah aynı saatte evden çıkan kocalar, kocaları evden çıkar çıkmaz arkadaşları ile buluşan dedikodu yapmaya başlayan kadınlar, ve her akşam aynı saatte yemek masasında toplanan aile bireyleri.  Aynı şekilde birbirini tekrarlayan günler ve hayatlar. 
 
Bu monotonluğun bozulması, Peg'in kozmetik satmak için banliyönün tepesindeki karanlık şatoya gitmeye karar vermesi ile bozuluyor. -Şato, filmdeki tek siyah ev. Bu haliyle bile farklılığı ifade ediyor- Peg şatonun bahçesine girdiğinde, evin korkutucu yapısından tam zıt bir tablo ile karşılaşıyor; mükemmel bir bahçe, rengarenk çiçekler, itina ile yapılmış ağaçtan heykeller... Ama şatonun içine girdiğinde her yer karanlık, bakımsız, örümcek ağları içinde ve yıkılma üzeredir. Bu zıtlık aslında Edward'ın iç dünyasını anlatmaktadır bize. Kendisini yaratan mucidinin ani ölümü nedeni ile 'Eksik' kalmıştır Edward, ellerini takamamıştır mucidi, o yüzden ellerinin yerinde keskin makaslar vardır. Ve yalnızdır, masumdur, kırılgandır. şatonun karanlık ortamı Edward'ın kendini 'Eksik' 'Dışlanmış' hisseden yanıdır. Ama aynı zamanda çok yeteneklidir, yaratıcıdır, sevmek, sevilmek istemektedir; şatonun bahçesi ise Edward'ın bu yanıdır. 
 
Peg ile ilk kez karşılaşan Edward'ın ilk Sözü 'Eksik Kaldım' olur, belkide bu filmin en vurucu cümlesidir. Yüzü yara izleri içindedir, çünkü dokunamaz Edward kimseye kendine bile. Bu onun en büyük eksikliğidir belkide. Peg, Edward'ın durumuna dayanamaz ve onu evine götrümeye karar verir, o andan itibaren banliyönün manoton yaşamı karışmaya başlar. 
İlk başta 'Taciz' e varan bir merakla, Edward'ı görmeye, incelemeye çalışan mahalle sakinleri, onun makas elleri ile bahçecilik, saç tasarımı gibi konularda yarattığı harikaları farkedince Edward'dan rahatlıkla faydalanmaya başlarlar. 'Çıkarlarına' geldiği sürece 'Hiçkimse' onun farklılığını sorgulamaz, hatta takdir eder. 
 
Edward'ın banliyödeki hayatı ise Peg'in güzel kızı Kim'e aşık olması ile değişir, ilk görüşte hatta fotoğrafını görür görmez aşık olur Edward Kim'e... Çünkü masumdur o, bir çocuk kadar kirlenmemiştir. Bunu daha filmin en başında mucidinin ölümünü alatırken 'onu uyandıramadım' demesinden farkederiz. 'Ölüm' kavramının bile farkında değildir.  O yüzden hiç bir çıkar gütmeden mahalle sakinlerinin işlerini yapar, yardım eder, dedikodu yapmaz vs... Günümüz toplumunun tüm 'alış' 'veriş' leri ona yabancıdır. Bu nedenle Kim'e karşılıksız 'senin için herşeyi yaparım' dedirten bir aşk besler. 
 
Bu aşk onu istemediği bir hataya sürüklediği anda, onu takdir eden, her işini yaptıran mahalle sakinleri Edward'ı 'İblis' ilan ederler. Çünkü o farklıdır, hata yapmaya hakkı yoktur. Mahalle sakinleri onu linç etmeye kadar vardırır olayı, ama Kim Edward'ın öldüğünü söyleyerek insanları uzaklaştırır. Ve sonunda Edward, Kim'den ayrılmak zorunda kalır ama, güvende olduğu şatosunda yaşamaya devam eder. 
 
Tim Burton'un küçücük banliyöde bize göstermeye çalıştığı şey aslında tüm 'Toplum' dur. Foucault'un sözü ile 'Herkesin aynı olduğu yerde hiçkimse yoktur' Tüm toplumlar, herkesi birbirinin aynı insanlar haline getirmeye, getiremediklerini ise dışlamaya, lanetlemeye meyillidir. Oysa farklılıkların olmadığı yerde; yeni fikirler yoktur, yaratıcılık yoktur... Tam bir sosyal, sanatsal, siyasal kısırdöngü vardır. Edward, 'hiçkimse' nin olmadığı yerdeki 'Kimse' dir.  O yüzden yalnızlığa itilir ve 'herkes' kendi 'normal' hayatına geri döner. 
 
 
Toplam blog
: 7
: 3276
Kayıt tarihi
: 05.11.15
 
 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü mezunuyum. Uzun yıllar muhabirlik ve edit..