Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Mayıs '07

 
Kategori
Sinema
 

"Veda vakti"

"Veda vakti"
 

Ozon’un "ölüm üçlemesi" adını verdiği serinin ikinci filmi olan "Veda Vakti", genç yaşta ölümcül bir hastalığa yakalanan bir fotoğrafçının ölümü kabulleniş sürecini anlatıyor.

"Sitcom", "Havuz", "8 Kadın", "5x2" filmleriyle uluslararası arenada haklı bir üne kavuşan François Ozon, son filmi "Veda Vakti" ( - Le Temps Qui Reste) ile yine iyi bir senaryo yazarı ve yönetmen olduğunu kanıtlıyor.

Efsanevi oyuncu Jeanne Moreau’nun da iyi bir performans sergilediği "Veda Vakti" ölüm üzerine yapılmış en başarılı filmlerden birisi olarak gösteriliyor.

Ozon, ölüm üçlemesinin ilk filmi ‘Kumun Altında’da olduğu gibi bu filminde de duygu sömürüsünden uzak, karakter tahliline dayalı, son derece etkileyici bir yapıt ortaya çıkarıyordu. (Arzu edenler bu film için yazdıklarıma http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=35634 linkinden ulaşabilirler.)

Gelelim Veda Vaktine. Bu ölümün ön vitrine konmasına rağmen yaşamayı anlatan bir film. Kendisinden başka pek bir şeyi önemsemeyen Romain genç bir moda fotoğrafçısı. Ailesi ile ilişkisi mesafeli. Eşcinsel olan Romain'in sevgilisi Sasha ile ilişkileri sağlıksız, tutkuları bitmiştir.

Romain’in hayat rutini fotoğraf çekimleri sırasında geçirdiği bir baygınlıkla alt üst olur. Henüz filmin başındayken, genç adamın tedavisi mümkün olmayan bir kansere yakalandığını ve önünde yaşayacak en fazla birkaç ayı olduğunu öğreniriz. Peki bundan sonra ne olacaktır?

Romain doktora sorar "Az da olsa şansın var ne demek? % 50 mi yoksa % 5 mi? % 5 değil mi?". Doktorun susması üzerinekendine bile açıklamayı korktuğu şeyi sorar: "Yok, % 5'den de az olamaz artık!" der.

Tedaviyi reddeden Romain herkesten uzaklaşarak iç dünyasına uzanan bir yolculuğa çıkar. Romain adım adım ölüme yaklaşırken kendisi ile hesaplaşacak ve insanlara yakınlaşacak, dünya ile barış imzalayacaktır.

Romain film boyunca ailesine durumu açıklayamaz. Aksine kırıcı davranarak onları ve bilhassa sürekli çocukluğunu hatırladığı kız kardeşini kendinden soğutur. Sevgilisini evden kovar. Sonra gidip babaannesine durumu açıklar. Babaanne neden bir tek ona söylediğini sorduğunda yanıtı şu olur:

"Çünkü sen de benim gibisin, yakında öleceksin."

Bu acımasızlık karşısında yaşlı kadının yüzünde önce isyan ve sonra da gülümseme belirir. Yaşlanıp ölmek doğaldır. Oysa genç ölmek herkes için büyük bir trajedidir.

Babaannesinden önce ölmesi kuvvetle muhtemel torun, o çok sevdiği kadınla özdeşleşmektedir. İkisi de aynı yaşa gelmiş, ölüm karşısında eşitlenmişlerdir. Beraber uyumaları, büyük bir paylaşımın son anda yakalndığını gösterir. Ama bu sefer ölmek üzere olan yaşlı değil, gençtir. Babaannesine "Seni daha önce tanısaydım evlenirdim" demesi de acı veren bir ironidir.

Ozon, ölüm üçlemesinin ilk filmi ‘Kumun Altında’da olduğu gibi bu filminde de duygu sömürüsünden uzak, karakter tahliline dayalı, küçük hikayelerle hareketlenen, etkileyici bir film çıkarmış. Bir tarafta ölüm ve çaresizlik varken, diğer yandan da hepimizin o soruyu sormasına neden oluyor:

"Ben olsaydım ne yapardım?"

Ölümün kapılarının ne zaman ve kime açılacağı bilinemez. O uzak tutmaya çalıştığımız korku aslında her nefesimizde, her adımızıda saklıdır.

İnsanın aldığı her nefes son nefesine, her adımı son adımına doğrudur çünkü! Yaşadıkça ölüme, öldükçe yaşama karışırız...

Ölüm hayat, hayat ölüme akıp dururken, "Veda Vakti”ndeki Romain gibi ölümle kesin bir uzlaşmaya gitmek, öleceğini öğrenip bunu kabul etmek ve bunu yaparken de yaşamak, en zoru en basite indirgeyen bir anlayıştır.

İşte o noktada insan ölümü ve hayatı eşitler.

Aslında böylesi bilindik bir öyküyü François Ozon'dan izleyice insana, suçlanacak kimse olmadığı için, kurban ve kutsal güç simgelerinden uzakta, yalnız insan ve sonlu olmanın öyküsüne dönüşüyor.

Ölümün işlendiği dramlarda ya ölümün engellenerek aşılması, hayat döneme anlatılır ya da ölmeden önce büyük şeyler başarmak, iyi bir şeyler yapmak düşüncesi, eylemi söz konusu olur.

Burada ise Romain'in bildiği gibi yaşamaya devam etmesi, ardından tanıştığı bir çiftle yaşadığı ilişki, onun kalıcı bir şey bırakmak için yaptığı tek eylem. Hayatın ve ölümün dayattığı kirli iktidara son bir yanıt. Ölümün modern bir filozof olmadığını, kalmanın önemli olmadığını, hayatında "yalnızca yaşamak" dışında pek bir amacı olmadığını gösterir.

François Ozon, duygu sömürüsü ve benzeri abartı oyunlarına, dramaya yer vermemiş. Öykü kendinden emin şekilde akarken, Ozon kamerası olanaları oabildiğine çıplak şekilde kartarıyor. Kesişler, gereksiz diyologların olmaması ve esas oğlanın "eşicinsel" olması nedeniyle kahramanla özdeşleşme söz konusu olmuyor. Böylece Oozn, kazandığı bütün bu geniş alanı "ölüm ve hayat" sürükleyerek, seyirciyi ve öyküsünü buraya yoğunlaştırıyor.
Bir yandan tüm soğukkanlılığıyla, yüzleşmeye kendini hazırlayan, ölümü öncesinde ailesiyle, erkek arkadaşıyla, va tanıştığı aileyle ilişkilerini bir çocuk heyecanıyla yeniden kuran bir Romain izliyoruz.

Ölüm yaklaştıkça babaanneni dolu dolu yaşadığı hayat, Romain kırgın ve boş hayatıyla nasıl çelişki içinde olduğunu da gösteriyor. Tüm Ozon filmlerine hakim olan dinginlik, kısa kesimler, yalnızlığımızı yüzümüze vuran diyaloglar, “masalsılık ve varoluşçuluğa” kayan sahnelerle kendi diyarına götürüyor. Romain sürekli çocukluğunu görmesi, ölümü çocuklukla eşitliyor. Romain çocukluğunda son derece sıradan anılar gösterilerek, anılar halinde çocuk imgelerinin yaşamanın yalınlığını vurguladığını söyleyebiliriz.

François Ozon farklı türlerde film yapmakla kalmayan, bu türlerle oynayıp onları ilginç ve yeni formlara sokmayı başaran bir yönetmen. Ona sorulan bazı sorulara yanıtı şöyle: "Genç bir adamın adım adım ölüme yaklaşmasını anlatmanıza neden olan neydi?" - Her şey ölüm üzerine bir üçleme yapma fikri ile başladı. Üçleme, sevilen birinin ölümü ile başa çıkmayı anlatan ve ‘gözyaşının olmadığı bir melodram’ olan ‘Kumun Altında’ ile başladı. ‘Veda Vakti’, kendi ölümünle yüzleşmekle ilgili daha çok. Üçlemenin son halkası ise -eğer bir gün çekebilirsem- bir çocuğun ölümü üzerine olacak.

" ‘Kumun Altında’da ölüme ucu açık bir soru olarak yaklaşılıyordu. ‘Veda Vakti’nde ölümü inkar yok. Film doğrudan Romain’in ölümü üzerine odaklanıyor." - ‘Kumun Altında’da Jean’ın öldüğünden emin olamıyordunuz. Öldüğünü kabul etmek de mümkündü, inkar etmek de. ‘Veda Vakti’nde ölüm kat’i, tartışmasız bir gerçek. Romain’in hayatta kalma olasılığı ile ilgili olarak hiçbir şüpheye yer bırakmak istemedim. Bu yüzden tedavisi mümkün olmayan bir kanser türünü seçtim. Karakterin bu denli genç olması hastalığı daha da zalim kılıyor. ‘Kumun Altında’nın aksine ‘Veda Vakti’nde soru işaretlerine yer yok. ‘Kumun Altında’da ne Jean’ın boğulduğunu görüyordunuz ne de daha sonra ceset ile karşılaşıyordunuz. ‘Veda Vakti’nde ise ben ölmekte olan bir bedeni göstermek istedim. Romain’in ölüme olan yolculuğuna eşlik etmek, onun geçtiği evrelerden geçmek istedim.

"Romain pek beklenen bir tepki vermiyor. Son birkaç ayını hayatta mümkün olan tüm zevki almak için yaşamıyor."

- Evet, bu doğru. Romain’in durumu ‘Yırtıcı Geceler’deki (Les Nuits Fauves) kahramanın tam tersi. Oradaki karakter inanılmaz bir yaşam enerjisi ve arzu ile doluyordu. Ben filmimde karakterimin sıra dışı hiçbir şey yapmasını istemiyordum. Ben durumun tüm çıplaklığı ile gerçekliğini yansıtmak istedim. Öleceğini bile bile nasıl yaşarsın? Sırf bir ayağı çukurda diye Romain ailesi ile ateşkes ilan etmeye karar vermiyor. O daha çok kendisi ile ateşkes ilan etme derdinde. Romain kendini diğerlerinden ayırıyor. Bile isteye sevgilisi Sasha’ya kötü davranıyor, ayrılmak için onu kışkırtıyor. Romain’in davranışları iki ucu keskin bıçağı andırıyor. Tıpkı ‘Kumun Altında’daki Marie gibi o da bir kahraman değil, sadece bir insan. Korkunç bir durumda elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor.

"Neden Jeanne Moreau?"

- Hep Jeanne Moreau ile bir film yapmak istemişimdir. Jeanne yönetmenlerle çok yakın olabilen bir oyuncu. Tıpkı Melvil gibi o da ilk aşamalarından itibaren projenin bir parçasıydı. Jeanne çok cömert bir oyuncu ve projeye mümkün olduğu kadar dahil olmayı seviyor. Karakteri için gerçekten çok çalıştı, kendi geçmişinden şeyler kattı. Benimle kendi fikirlerini, anılarını paylaştı; okuyup beğendiği kitaplardan bahsetti. Onunla çalışmak inanılmaz bir deneyimdi.

İnsanın kendi ölümü üstüne, yalın, sebepsiz, senaryonun bir çok ucu açık bırakılmış, "az çoktur" diyen, "sıradan da güzeldir"i vurgulayan, 81 dakikada ölümün ve yaşamın dinginliğii anlatan iyi bir film Veda Vakti.

Hayat veda etmeden ve ölüme kavuşmadan, izleyin ve sadece yaşayın derim..

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..