Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ocak '12

 
Kategori
Siyaset
 

19 Mayıs kutlamaları ve toptancı tarih anlayışı

19 Mayıs kutlamaları ve toptancı tarih anlayışı
 

Hükümetin, Van depremini gerekçe göstererek 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını iptal etmesinin ardından, Milli Eğitim Bakanlığının da, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı törenlerinin stadyumlarda kutlanmayarak, sadece okullarda kutlanmasına ilişkin, Valiliklere bir genelge göndermesi, sadece “Bu hükümet laiklik karşıtı, bu nedenle bu kararları alıyor” değerlendirmesiyle geçiştirilmeyecek kadar ciddiye alınması gereken bir olgu olarak görünüyor.

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer konuyla ilgili olarak gazetecilerin sorularını yanıtlarken, “Yayınlanan genelgeyle 19 Mayıs törenlerinin yapılmayacağına dair haksız tartışma başlatılmış bulunuyor. Özellikle 1940'lı yılların daha çok otoriter yönetim anlayışının ritüeli olarak ortaya çıkan bu ve benzeri türden kutlama şekilleri, modern dünyanın çok uzun zamandan beri terk ettiği şekiller. Tüm dünyanın şu anda üzerinde vurgu yaptığı husus, bireyin ve sivil toplumun potansiyelinin açığa çıktığı, kendi tarzlarını uygulamaya yöneldiği bir eğilimi ifade ediyor. Biz de Cumhuriyetimizin bu önemli simgelerini kutlama tarzında Cumhuriyet'in ruhuna uygun, daha modern bir yapı olması gerektiği kanaatini taşıyoruz. Bu sebeple 19 Mayıslarımızı daha görkemli, daha etkin bir şekilde kutlayacağız. Vatandaşlarımızın daha etkin katıldığı bir kutlama şekline dönüştürmeyi de arzu ediyoruz. Ama şu anda yaptığımız şey, konu üzerinde herhangi temel değişiklik değil. Biz mevcut kanun ve yönetmeliklerde herhangi bir değişiklik yapmaksızın sadece kanun ve yönetmeliklerde var olan önerilerin uygulanmasını talep ettik.” diyor ve sözlerini “Bunun sebebi şu; özellikle 12 Eylül 1980 tarihinden itibaren değişik gerekçelerle bu kutlamalara bir takım eklemeler yapılmış ve giderek maliyeti artan ve özellikle de eğitimimizi olumsuz yönde etkileyen sonuçlar doğurmaya başlamıştır.”şeklinde bitiriyor.

Sayın Bakanın bu açıklamalarıyla ilgili değerlendirme yapmadan önce, bu açıklamalarda ortaya çıkan “toptancı tarih” anlayışına dikkat çekmek istiyorum.

Sayın Dinçer’in, açıklamalarında yer alan “1940'lı yılların daha çok otoriter yönetim anlayışının ritüeli olarak ortaya çıkan bu ve benzeri türden kutlama şekilleri” ile “tören,  hazırlıkları nedeniyle özellikle de eğitimimizi olumsuz yönde etkilemesi” söylemi, “toptancı tarih” anlayışının en güzel tezahürü olarak tarihe geçebilecek nitelikte.

Eğitimin olumsuz yönde etkilenmesi gerekçesi, aslında başta öğrenci velileri ve öğretmenler olmak üzere kamuoyunun hoşuna gidecek ve özelliklede çocukları 19 Mayıs törenlerinde görev alan veliler ve öğrencileri, törenlerde görev alan öğretmenler tarafından haklı bulunabilecek bir gerekçe. Çünkü şubat ayından başlamak üzere öğrencilerin bayram hazırlık çalışmalarına katılması, bu öğrencilerin eğitimini olumsuz yönde etkileyen bir etmen. Veliler bu noktada düşünmeden edemiyor. Öğretmen açısından ise yıl boyunca uyguladığı öğretim planının, bu öğrenciler tarafından yeterince kavranmaması sınıfın ortalamasını düşüren bir durum. Bu durumda, ilgili öğrenci velileri ve öğretmenler, 19 Mayıs kutlamalarının bu şekilde sadece okullara bırakılmasından oldukça memnun kalacaklardır.

Kutlama törenlerinin, “otoriter yönetim anlayışının ritüeli olarak” değerlendirilerek iptal edilmesi gerekçesi ise; hele hele“bireyin ve sivil toplumun potansiyelinin açığa çıktığı, kendi tarzlarını uygulamaya yöneldiği bir eğilimi ifade etmesi gerektiği” gerekçesi, sivil topluma ve farklı seslere tahammül edemeyen, toplumun her katmanını kendine biat ettirmeye çalışan bir hükümetin, bir üyesi tarafından dile getirilmesi, bana pek inandırıcı gelmiyor.

Niye yalan söyleyeyim; aynı gerekçeleri bir sosyalist, bir demokrat veya bir liberal söyleseydi daha etkili ve daha inandırıcı olurdu.

Çünkü bu üç kesimin, böyle kutlama törenleri yok denecek kadar azdır.

Oysa Hükümetin temsil ettiği muhafazakâr ve dindar kesime baktığımızda, hayatın her alanını, hem de eleştirdikleri törenler, açılışlar, karşılamalar, dinsel ve tarihsel ritüellerle doldurmaya çalıştıklarını görürüz.

Örnek vermek gerekirse; Hükümet üyelerinden birinin, bir ilimizi ziyaret etmesi nedeniyle memurların ve özellikle de öğrencilerin nasıl seferber edildiklerini gözlerinizin önüne getirin.

O güzelim öğrenciler saatlerce devlet büyüklerinin gelmesini kar demeden, kış demeden yol kenarlarına dizilerek, ellerinde bayraklar, beklemek zorundadırlar.

Aynı şekilde, devlet büyüklerinin katıldıkları açılış törenlerinin konu mankenidirler.

Hele hele, bir Bakan, bir okulu ziyaret edecekse, aylar öncesinden teyakkuza geçilir. Bakanın geçeceği yerler, uğrayacağı yerler, uğradığı yerlerde kimlerle neler konuşacağı, sorulacak sorular ve verilecek cevaplar.

Devlet büyüğü, açılış töreninde ortada halk oyunları gösterisi yapan öğrencilerin kaç ay boyunca, bu kısacık gösteri için hazırlık yaptığını ve bu öğrencilerin eğitiminin nasıl etkilendiğini bir an bile düşünmez.

Bu durumlarda, öğrencilerin eğitimden geri kalmaları dikkate alınmaz.

Bir an bu törenlere katılan öğrencilerimizin eğitiminin olumsuz etkilendiğini düşünelim. Ulusal bayramları ve mahalli kurtuluş günlerinin kutlanmadığını, bu kutlamalara ayrılan zamanlarda öğrencilerimizin tam kapasite ders çalıştığını varsayalım.

Ne kazanırız toplum olarak?

Öğrencilerimizin bu törenlere katılmayarak derse ayırdıkları zaman diliminde yaptıkları çalışmalarla, Avrupa’da sonuncu sırada olduğumuz matematik sıralamasını yukarı sıralara mı çıkaracağız?

Hiçbir buluş yapamayan, patent alamayan, bilim dünyasına ve insanlığa olumlu katkıda bulunamayan kuşaklarımız, birdenbire yaratıcı bir kimliğe mi bürünecek?

Kurtuluş Savaşı’mızın başlangıç tarihi olarak kabul edilen ve emperyalist işgale karşı direnişin kıvılcımını yakan bu tarihsel anın kutlanmasının, öğrencilere kazandıracağı bağımsızlık bilinci, o kutlamalar sırasında eğitimden geri kalınan zamana değmez mi?

Bir tercih yapılacak olsa, ulusal bağımsızlık bilincinin kazandırılmasına harcanan zaman mı önemli, yoksa matematikten on soru fazla çözmek mi önemli?

Attığımız taş, ürküttüğümüz kurbağaya değecek mi?

Tartışmanın başka bir yönüne bakacak olursak, üzerinden beş asır geçmiş olsa bile “İstanbul’un Fethi Törenleri” bütün görkemiyle kutlanır. Kutlu Doğum Haftası Kutlamaları”, “Hacca Gitme ve Hacdan Gelme Törenleri”, “Ramazan ayında yapılan etkinlikler” ve  “Cemaatlerin Dini Törenleri” dinsel ritüeller olarak yaşamımızı kaplar, fakat otoriter bir yönelim olarak akla gelmez.

Bu ritüellerin eğitime etkisi düşünülmez.

Öğrencilerin ruhsal durumları bu ritüellerden nasıl etkilenir, hesaba katılmaz. 

Sayın Bakanın, otoriter rejimlerin ritüelleri diye adlandırdığı ve Cumhuriyet tarihini kendi öznel anlayışı çerçevesinde değerlendirerek, kendine göre bir tarih anlayışı yaratmaya çalıştığı kuşku götürmez bir gerçek.

Bu anlayışın, Cumhuriyetin kazanımlarını görmeyerek, 80 yıllık tarihi nasıl yok saymaya çalışması yanlış ve dar bir bakış açısını ifade ediyorsa; aynı şekilde, Cumhuriyetin kurucuları ve sonraki temsilcilerinin de, Cumhuriyetten önceki dönemi tümüyle yok sayan bir tarih anlayışıyla hareket ederek, Osmanlı dönemini önemsememeleri ve yeni, sıfırdan bir toplum oluşturmaya çalışmaları o derece yanlıştır.

Toplumların tarihi, süreklilik arzeder ve birbirinden kopuk dönemler olarak ele alınamaz. Her gelen yönetim anlayışının bir öncekini tukaka ilan ederek yok sayması, tarihini bilmeyen, tarihine yabancı ve kendinden öncekini yok etmeye çalışan intikamcı kuşaklar ortaya çıkarır. Cumhuriyet tarihi boyunca, yok sayılan kesimler, Cumhuriyetten birer birer hesap soruyor ve intikam alıyor. Bunu yaparken de, Cumhuriyetçilerin düştüğü hataya düşerek, onların yol ve yöntemlerini kullanıyorlar.

Kendileri nasıl yok sayıldıysa, onlarda Cumhuriyetçileri ve laikleri, yok sayıyorlar.

Kendileri nasıl yargılandı ve soruşturulduysa, onlarda Cumhuriyetçileri ve laikleri aynı şekilde sorguluyor ve yok sayıyorlar.

Kendi törenleri ve ritüelleri nasıl ortadan kaldırıldıysa, onlarda aynı şekilde karşılık veriyorlar.

Bir an için Mustafa Kemal’in Samsun’a hareket etmesiyle ilgili dillendirilen iki tarihsel teoriyi bilince çıkaralım.

Cumhuriyetçilerin tarih görüşüne göre Mustafa Kemal, Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası İstanbul’da geçirdiği dönemde Padişah, Hükümet ve son Osmanlı Mebusan Meclisi’nden umudunu keserek, Anadolu’ya geçmek üzere Samsun’a hareket ediyor.

Muhafazakar ve Yeni Osmanlıcı kesim ise, Mustafa Kemal’in, itilaf devletlerinin baskısından bunalan ve kurtuluşu Anadolu’da gören son padişah Vahdettin tarafından bizzat, 9.ordu müfettişi olarak görevlendirildiğini ve Mustafa Kemal’in Padişahın direktifi ile Samsun’a hareket ettiğini ileri sürer.

Aslında her iki kesimin de ortak noktası, kurtuluşun Anadolu’da olduğu gerçeğidir. Ancak Samsun’dan sonra yaşanan tarihsel süreç, Osmanlı Devleti’ne ait her şeyin, buna tarih de dahil, yok sayılarak, yeni Cumhuriyetin her şeyinin kutsanması, bugün yaşanan hesaplaşmayı da beraberinde getirmiştir.

Güçlenen akım, diğerini ezmeye, yok etmeye çalışmıştır ve bu akımların çatışması kısa sürede biteceğe de benzemiyor. 

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının iptal edilmesi ve 19 MayısAtatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı törenlerinin stadyumlarda kutlanmayarak, sadece okullarda kutlanması uygulaması, tarihin toptancı değerlendirilmesi ve “sen nasıl benim tarihsel ve dinsel ritüellerime müdahale ettiysen, ben de misliyle cevap veririm”in  açıklamasıdır. 

 
Toplam blog
: 223
: 700
Kayıt tarihi
: 04.01.08
 
 

Gaziantep' te öğretmen olarak görev yapmaktayım. Son olarak Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ..