Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Aralık '14

 
Kategori
Güncel
 

19.Milli Eğitim Şûrası

19.Milli Eğitim Şûrası
 

Nev-heves blogspot.com


19.Milli Eğitim Şûrası’nda Osmanlı zorunlu ders olması alt komisyonda “yeni ‘nesil’ in dedesinin mezar taşını okuması için ”benimsendi.

 Osmanlı Türkçesi: Batı Türkçesi’nin ikinci devresidir ve 15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar olan zamanı kapsar. Bu dönemde Eski Türkçenin izleri kaybolmuştur. Azeri Türkçesi bu dönemde ayrılır. Arapça ve Farsçanın etkisi fazladır. Osmanlı Türkçesi tam altı yüzyıl imparatorluğun yazı dili olarak varlığını korumuştur. Dil bilgisi (gramer) bakımından Osmanlıca ile Türkiye Türkçesi arasında belirli ayrılıklar vardır. Aslında Türkçede, Osmanlıca döneminde, belirli bir gelişme görülmez. Osmanlıcayı Türkiye Türkçesi'nden ayıran tek şey, onun dış yapısındaki gelişmelerdir. Osmanlıca, dış yapısı ile hem Eski Anadolu Türkçesi'nden, hem Türkiye Türkçesi'nden ayrılır. Kültürel yapıdaki değişim, dili de etkiler. Bu dilin kaynağı, Arap ve İran sanatı, kültürüdür. Osmanlıca, Arapça ve Farsçanın etkisinde halktan kopuk, saray çevresinde, yazışmalarda kullanılan bir dildi.

.Özellikle 15. ve 16. yy’da Saray ve çevresinde yaşantısı, dili, kültürü beğenisiyle halktan kopuk bir kesim barındırıyordu. Kırsal alanlarda, kahvelerde asker ocaklarında ise okuması yazması olmayan, yaşamını güçlükler içinde sürdüren geniş bir halk kesimi vardı. Tekkelerde toplanan tarikat üyeleri de, belli bir kültürel birikimleri olmasına karşın, halkla bütünleşen bir yapı içindeydiler Toplumdaki bu katmanlaşma ve çevreleşme, dil ve yazınımızda da bir ayrımlaşmayı gündeme getirdi. Saray ve çevresinde, Türkçe, Arapça ve Farsçadan oluşan karma bir yazı dili doğdu.Türk halkı bu dili anlamaz, kendi dili olan Türkçeyi konuşurdu.

Osmanlıcayla oluşturulan yazına Yühsek Zümre Edebiyatıya da Divan Edebiyatı” adı verilir. Divan yazını, , diliyle, biçimi ve içeriğiyle halktan kopuk bir yazındı. Tekil örnekleri bir yana, sanat gösterisi yapmaktan başka bir amacı olmayan Divan yazını, aydın yabancılaşmasının en somut örneği olarak gösterilebilir. Agâh Sırrı Levent’ in Nefiden verdiği şu örnek, bu yabancılaşmayı açıkça göstermektedir.                    

       “Gözü meyhane-i naz-ü kaşı mihrabı niyaz                                                                        

      Yaraşır her ne kadar etse niyaz ehline naz.”            

“Dilberin gözü naz meyhanesi, kaşı da niyaz mihrabıdır. Onun için, yalvaranlara ne kadar naz    etse      yakışır.”
Osmanlıcanınen önemli özelliği, yazı dili ile konuşma dili arasında yarattığı uçurumdur Bu evre,15.yüzyıldan 20 yüzyılın başına kadar sürer. Klasik dönemde "Osmanlıca" ayrı bir dil olarak algılanmamış, üç dilden (elsine-i selaset) oluşan bir karışım olarak görülmüştü. "Türkçe" ise, evde, sokakta ve köyde konuşulan yalın dile verilen addı. .Özelikle KlasikDönem’de Arapça, Farsça sözcükler, tamlamalar dilimize girmiş; Türk yazı dili, Türkçenin özelliklerinden uzaklaşarak Arapçanın ve Farsçanın kurallarının etkisinde giderek yüksek tabakaya özgü bir dil durumuna gelmiş.Türkçeye yabancı sözcüklerle birlikte yabancı dilbilgisi kuralları da girmiştir Bu evrede öyle yazın ürünleri verilmiştir ki eylemler dışında tek Türkçe sözcüğe rastlanmaz. Baki’nin gazelinden alınan şu beyitte bu durumu açıkça görebiliriz:

           Hayal-i şem’i ruhlarım ko yansın hane-i dilde                                                          

        Perin ol şem’a yakıp sevk ile pervaneler dönsün.

 

 Klasik Osmanlıca,Divan yazınının dilidir. Bâki, Fuzûlî, Nef’i, Nâilî, Şeyhülislam Yahya, Nabi, Nedim, Şeyh Galip, Evliya Çelebi, Nâima gibi şair, yazar ve tarihçiler bu dilde yapıtlar verdiler. Öte yandan, halkın sevincini, özlemini, umudunu, acısını… Halk edebiyatı yansıtıyordu.

Sözlü geleneğe dayanan Halk edebiyatı (yazını,) “, halkın diliyle, halkın acısını, sevincini, umudunu, özlemini... Yansıtıyordu. Karacaoğlan bu duygularını şöyle dile getiriyordu

  “Sırtına giyinmiş al ile moru                                                                                                    

Seni seven yiğit neylesin malı?                                                                                        

 Geçinmiş kuşanmış ibrişim şalı                                                                                             

İnce belli, şal kuşaklı bir gelin.

                                  

Karac’oğlan, züğürt düşmüş, geziyor.                                                                               

  Gören âşıkların bağrın eziyor.                                                                                            

Herkes sevdiğin deftere yazıyor.                                                                                           

   Sen de beni defterine yaz gelin.”

(Müjgan Cumbur,Karacaoğlan, s.177)

 Tekkelerde gelişen, dinsel içerikli yazın(Tekke edebiyatı)da halka ulaşmayı amaçlaması özellikle de dilinin halkın dili olması nedeniyle değerlendirilir. 

.Osmanlıcanın son devresinde uzun, bozuk Türkçe nesir yapısı, zamanla kısa tümceli biçimini kazanmıştır. Nazımda ise, yeni edebiyatla birlikte anlamın bir beyitte tamamlanması zorunluluğu ortadan kalkınca, uzun tümceler ortaya çıkmıştır. Bu durum, özelikle Servet-i Fürun edebiyatında görülmüştür.

:Tanzifatla dilde, yazında değişme ve yenileşme oldu. Yazarlar, Batı yazın türlerinde yapıtlar da oluşturdular. Namık Kemal, Şinasi, Ziya Paşa bu yazının öncüsü oldular. Tanzimatçılar, yazdıklarının halkça anlaşılmasını amaçladıklarından yapıtlarında sade bir dil kullanmaya çalıştılar.19.yüzyılın sonundaki Servetifünuncular aydınların anlayabileceği bir dil kullandılar. Özellikle şiirde imgelerle yüklü ve sanatlı bir dil kullandılar. Bu dilde, Halit Ziya Uşaklıgil, Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Süleyman Nazif, Hüseyin Cahit Yalçın, Mehmet Rauf yapıtlar verdiler. Osmanlıca,”Yeni Edebiyat”akımına kadar sürdü.

Ancak 19. yüzyılda standart bir yazı dili ihtiyacının belirmesiyle birlikte "Osmanlı dili" tartışmaları yoğunlaştı. Bu dilin belkemiğini oluşturan Türkçenin güçlendirilmesi ve yazı dilinin Türkçe konuşma diline yaklaştırılmasına ilişkin istemler ŞinasiSüaviAhmet Refik Paşa gibi yazarlarca dile getirildi. 19. yüzyıl sonlarında doğan Türkçülük akımı, Osmanlı yazı dilinin esasen Türkçe olduğu ve "Türkçe" diye adlandırılması gerektiğini vurguladı

. Cumhuriyet döneminde ise "Osmanlıca" deyimi genellikle olumsuz bir anlam kazandı. Dil Devrimi'ni izleyen kültürel ortamda, "Osmanlıca", "Türkçeden ayrı ve yoz bir dil olarak görüldü. Türk Dil Kurumu'nda 1983'e dek bu görüş egemendi. Buna karşılık Osmanlı kültürüne yakınlık duyan tutucu kesim, Osmanlı yazı dilinin de Türkçenin bir diyaleli olduğunu vurgulamak amacıyla "Osmanlı Türkçesi" deyimini yeğledi (örneğin Faruk TimurlaşMustafa Özkan).

Johnson’un tasnifine göre (1998: 86) Batı Türkçesini Yeni Dönem Öncesini Osmanlıca oluşturur. Dönem kendi içerisinde bazı dil özellikleni yardımıyla şu alt dönemlere ayrılabilir:

1. 15. yüzyıl ortalarından 16. yüzyıla kadar olan ve Eski Anadolu Türkçesi özelliklerinin yerlerini yavaş yenilerine bıraktığı geçiş devresi anlamında Başlangıç Dönemi,

2. Yeni dil özelliklerinin yerleşip yaygınlaştığı Türkçenin işlev alanlarının genişlediği ama aşağıda da görüleceği gibi standardın halk dibinden uzaklaştığı 16. yüzyıldan 19. yüzyıl ortalarına kadar olan Klasik Dönem,

3. 19. yüzyıl ortalarından 20. yüzyılın başına kadar olan, yeni bir standart dilin gelişmeye başladığı Yenileşme Dönemi,

4. 20. yüzyılın başından Cumhuriyetin kurulmasına kadar olan süreyi içine alan ve günümüzde dilden çok farklı olmayan Türkiye Türkçesi.

20.yy. başlarında gelişen Türkçülük hareketi dilde Türkçülük fikrini doğurmuş ve Modern Türkiye Türkçesi dönemi başlamıştır. 1928 yılında yapılan Harf  Devrimi ile Latin alfabesinin kullanılmaya başlaması ile Osmanlıcanın kullanımı son bulmuştur.

Metin Örnekleri

Şeyhülislam Esat Efendi'nin 1725-32 yılları arasında yazılan Lehcet-ül Lugat isimli sözlüğünün önsözü, 18. yüzyıl Osmanlıcası'nın özellikle rafine bir örneği olarak alıntılanmaya değer:

"Amed-i medid ve ahd-i ba'iddir ki daniş-gâh-ı istifadede nihade-i zanu-yı taleb etmekle arzu-yı kesb-i edeb kılıp gerçi irre-i ahen-i berd-i gûşiş-i bî-müzd zerre-i fulad-ı fu'ad-ı infihamı hıred edemeyip şecere bî-semere-i isti'daddan yek-bar-ı imkân intişar-ı nüşare-i asar-ı hayr-ül me'ad as'ab-ı min-hart-ül katad olup ancak piş-nigâh-ı ihvan ve hullanda hem-ayar-ı nühas-ı hassas olan hey'et-i danişveriyi zaharif-i tafazzul ile temviye ve tezyin edip bezm-gâh-ı sühan-gûyanda iksar-ı sersere ile ser-halka-i ihvab-ı hava-ayin olmuş idim." [3]

Osmanlıcaya Tepkiler

İlyasoğlu Mercimek Ahmet, Keykvus’tanyaptığı Kabusnameçevirısinin Başlangıç”bölümünde   şunları            anlatıyor(c.l,s.73.):
...padişaha, ‘Bu, ne kitabıdır?” diye sordum, o, tatlı sözüyle “
Kabusname‘dir.” diye cevap verdi ve dedi ki, ‘Hoş kitaptır, içinde çok yararlı şeyler ve öğütler vardır, ama Fars dilincedir, bir kişi Türkçeye çevirmiş, ama anlaşılır değil, açık söylememiş, bundan dolayı hikâyesinden tat bulamayız. Ama bir kimse olsa, bu kitabı açık ve anlaşılır bir biçimde çevirse, ta ki anlamından     gönüller haz    alsa.’”

Padişah 2. Murat,(1421-1451) anlatımında, Türkçemizin, içine düştüğü olumsuzluk ve bu olumsuzluktan      duyulan tepkiyi dile       getirmektedir.15. ve 16. yy.’larda, Osmanlıcaya tepki olarak, Aydınlı Visali (15. yy.), Tatavlalı Mahremi (Öl. 1536) ve Edirneli Nazmi(ISI. 1554)’nin, aruz ölçüsüyle, yabancı öğelerden arınmış şiirler yazma çabaları sonuç vermemiştir. Bu çabalar Türkî-i Basit(Yalın Türkçe) akımı diye adlandırılır.

Osmanlıcayı sorun olarak gören Tanzimatçıların bu konudaki iyi niyetli çabaları da, çelişkili tutumları yüzünden, sorunun çözümü için yeterli olamadı. Doğu ile Batı arasında bocalayan Tanzimatçılar, dil sorununa kalıcı çözüm getiremediler, ancak böyle bir sorunun varlığını vurgulamış oldular.  Dile ile ilişkin sağlıklı değerlendirme, 2. Meşrutiyet’ten sonra yapılabilmiştir.
2. Meşrutiyet (23 Temmuz 1908)’Ie gelen özgürlük havası içinde, aydın- İmparatorluğun kurtarılması için yeni düşünsel arayışlar içindeydiler.Aydınların sunduğu seçenekler arasında en önemlileri Batıcılık,İslamcılık,Turancılık ve Türkçülüktü.

Dipnotlar]

  1. ^Mütercim Asım Efendi, Burhan-ı Katı Tercemesi, TDK Y. Ankara 2000.
  2. ^abcdProf.Dr.Muharrem Ergin, Osmanlıca
  3. ^Mehmed Esad Efendi, Lehcetü'l-Lügat, haz. Ahmet Kırkkılıç, TDK Yay. Ankara 1999, s. (Osmanlı Türkçesi Vikipedisi)

 

           

 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..