Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Temmuz '13

 
Kategori
Sosyoloji
 

21'inci yüzyılda devletlerin rolü

21'inci yüzyılda devletlerin rolü
 

Yaşlı insanın umudu ve eriyip giden emekli maaşı (Görsel alıntıdır)


Elli yıl sonra tarihçiler 2013'teki protestolara bakarak ne görecek? 
 
2011'de başlayan ve bir türlü küllenmeyen, Mısır'da yeniden alevlenen mevcut küresel buhran, 20'nci asra özgü “olgunun” yansımasından başka bir şey değil.
 
Geride bıraktığımız yüzyıla özgü bu olgu nedir?
 
Kişilerin tercihine devletin gereğinden fazla müdahale etmesi, bu rolün amacını aşarak özgürlükleri kısıtlaması ve çöken değerler…
 
20'nci yüzyılda Avrupa'da, Anadolu'da, Orta Doğu'da, Asya'da, Kuzey Afrika ve başka yerlerde de bir biçimde toplumsal sözleşmeler yürürlükteydi. Buna göre özellikle ekonomisi gelişmiş devletler, vatandaşlarına eğitim, iş, emeklilik, fırsat eşitliği, sağlık hizmeti, yol, su, elektrik, güvenlik ve benzeri hizmetleri vaat ediyordu.
Buna karşılık yurttaşlar, ya da bireyler gelirlerinden, miraslarından, birikim veya değerlerinin özgürlük gibi önemli bir bölümünden feragat ediyordu.
 
Bu konuda NEW YORK TIMES'tan bir alıntıyı Sabah'ta okudum: “Uzun bir yüzyılın yükü” başlıklı köşe yazısında (16.01.2012) deniliyordu ki; “1970'lerin sonunda İngiltere'deki yüksek gelirliler, kazançlarının yüzde 90'ından fazlasını vergi olarak ödüyordu. Herkes yukarıdaki denklemin bir tarafının geçersiz olduğunun farkında… Devlet bu pazarlıkta sorumluluğunu yerine getiremiyor. Gelecek iki nesil daha da yüksek vergiler ödeyecek, ama bu vergilerin çoğu daha iyi hizmetlere değil, son iki neslin borçlarını kapatmaya harcanacak.” Gerçekten de buradaki sorun borç miktarları değil, yapılan vaatlerin samimiyetsizliğiyle, geçersizliğiyle ilgilidir.
 
Çünkü toplumsal mutabakat ve yazılı olmayan anlaşmalar, tümden erozyona uğradı.
Daha açık yazalım, tüm dünyada sadece mali ve iktisadi değil, siyasi bir bunalım da yaşanmakta. Toplumsal sözleşmeler rafa kalkmış durumda.
 
Oysa 20'nci asırda hâkim görüş devletlerin “usul ve sulh” anlayışına uygun olarak hayatı kontrol altına almasıydı. Yani 1929 krizine kadar kamu harcamaları, toplam gelirin sadece yüzde 10'u kadar olmasına karşın yüzyılın sonunda sermayeci liberal devletlerde bile kamu harcamaları, gayrisafi milli hâsılanın yüzde 50'sini geçer oldu. Çoğu zaman devletin bu müdahalesi, dönüşü olmayacak biçimde adım-adım artarak hayatı kontrol altına aldı, bazen toplum mühendisliğiyle, bazen de küresel krizler ya da ekonomik buhranların ardından ama hep müdahale edildi.
 
*
 
Bu yazıma kaynak olarak aldığım “sabah.com.tr” adresinde de aktarıldığı gibi NEW YORK TIMES, dünyada yolsuzlukların başka bir boyut kazandığını yazıyor. Aslında gerçek anlamda (hiçbir zaman) sorumlu tutulmayan politikacılara, devlet adına vaatlerde bulunmak “cazip” geliyor. “Oylar kısa vadede kazanılırken sorunlar çok sonralara öteleniyor ve ceremesini de başkaları çekiyor.”
 
Demek istediğim 2011'den beri dünyada yaşanan protestolarla insanlar sokaklara döküldü, kamu hizmetlerini, bireysel özgürlüklerini ve haklarını, eriyip giden emekli maaşlarını, olmayacak gibi görünse de geri istiyor.
 
Galiba dünyada devletlerin rolü sona eriyor da bunun yası mı tutuluyor?
 
Toplam blog
: 276
: 1102
Kayıt tarihi
: 19.11.12
 
 

Evli, 2 evlat babası, 1965'te doğdu, inançlı, müziksever, insansever, yurtsever, iyi yüzer, ünive..