Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Kasım '09

 
Kategori
Kitap
 

28. İstanbul Kitap Fuarı

28. İstanbul Kitap Fuarı
 

Efendim her zamanki gibi yine ailece 28.İstanbul Kitap Fuarına (Tüyap) gittik. Doğrusu okuyan ve sorgulayan bir millet olma yolunda gördüğümüz kalabalık bizi umutlandırmıştı. Yazarlar, stantlarının başında okuyuculara kitaplarını imzalarken gördükleri ilgi karşısında yüzlerindeki memnuniyet görülmeye değerdi.

Basılmış öyle çok kitap vardı ki stantlarda, doğrusu stantlardaki bu renk cümbüşü içindeki yazarları kıskandım! Ha bir fazla olmuş, ha bir eksik “ben de kitap yazacağım” dedim, kendi kendime… benim neyim eksik?

Stantların önünde hem yürüyor hem aşırı kalabalığın önünde çoluk çocuk ezilmemeye çalışıyorduk! Buraya gelişimiz ani olmuştu ve hazırdaki kitap listemizde bir tek benim alacağım kitabın adı yazılıydı…

Daha önce Balkanlarla ilgili bir araştırma yaparken ünlü Amerikalı tarih profesörü “Justin Mc Carthy” in “ondokuzuncu yüzyılla yirminci yüzyılın başlarında Balkanlarda, Ortadoğu’da ve Asya’da milyonlarca Müslüman’ın öldürülmesi ve tehcir edilmesinin tarihi olduğu kadar Müslümanların maruz bırakıldıkları, etnik ve dinsel kıyımların nasıl ortaya çıktığını anlatan “Ölüm ve sürgün” “ adlı kitaptı aradığım. İnkılâp yayınları standında bu kitabı buldum ve satın aldım…

Bir ara farkında olmadan birbirimizden ayrılmıştık! Birimiz İpek Ongun, birimiz Ayşe Kulin, birimiz Cezmi Ersöz’ün stantlarındaydık. Küçük oğlum Gökmen aradaki bağlantı için bize lojistik destek veriyordu! Sonra hepimiz bir noktada buluştuk. Sevdiğimiz yakından tanıdığımız bizden birinin. Şöyle diyordu yazar; “

Bu kitabı hepimiz için yazdım; ülkemiz için, çocuklarımız, geleceğimiz için. Sözlerim size, bir bayrak altında, bu güzel vatanda huzurlu ve güvenli yaşamak isteyenlere. Sözlerim, bu yurdu ve cumhuriyeti korumak için yemin edenlere. Sözlerim, her bir karışı şehit kanlarıyla sulanmış bu toprağın havasıyla suyuyla, alın teriyle, emeğiyle güç olanlara ama bu gücü kullanmayanlara.

Bu size son sözlerim. Şemdinli’yi yazdım, kim olduğumuzu anlattım. Hesaplaşmayı yazdım, Mehmetçiği anlattım. İhaneti yazdım, siyaseti anlattım. Ya Gazi Paşa duyarsa dedim, ülkemize, toprağımıza ve insanımıza sahip çıkmamız gerektiğini anlattım. Şimdi bu son Harekât; artık yolun sonuna geldiğimizi anlattım. Sessiz, çaresiz ve tepkisiz kalamazsınız artık; kaybedilen geri gelmiyor, giden geri gelmiyor. Kararınızı verin; ya bu topraklara sahip çıkacağız ya da ATA yadigârı bu toprakların yavaş yavaş elimizden çıktığını göreceğiz. Geri adım atma şansımız yok, kalmadı artık; ya ülke bizim, insan bizim diyeceğiz, ya da kimliği ve varlığı olmayan, ulusu olmayan, tarihi olmayan bir kalabalığa döneceğiz.

İkinci seçenek bize göre değil, tarihimize yakışmaz, şehitlerimize yazık. İkinci seçenek Türk milletine göre değil; böyle görmedik biz, böyle bilmedik hiç. Şimdi delilerin iş başı günüdür, gün; bir adım ileri atma günüdür. Şimdi bize göre gün; artık sözün bittiği gündür…

” Talip ve Sıdıka için 07.11.2009 İmza; Erdal Sarızeybek.

Tebrik ettik tokalaştık ve yazarımıza başarılar diledik…

Dördüncü salon’a iki yüz otuz yedi numaralı stanttaki Milliyet blog yazarımız Coşkun Karabulut’ Beyefendiye sürpriz yapmak istedik. Ancak yerinde yoktu. Telefon ile kendisine fuara geldiğimizi ilettim. Coşkun Bey; özel işleri nedeniyle erken terk etmiş fuarı; kısmet değilmiş, bir dahakine inşallah.

Ünlü olan yazarlar kadar “ün”süz olan yazarlar da vardı. Kitaplarını küçük tezgâhlarında sergilemişler, biraz ilgi biraz emeğe saygı der gibi ilgisizlik karşısında mahcuplar!

Birden aklıma yazdığım sitelerde beni kitap yazmam için zorlayan dostlarım geldi. Onlara dediğimi görür gibi oldum bu küçük tezgâhların ardında; çocuklarımın anlam veremediği o tebessüm belirdi yüzümde. “Neden güldün” dediler. “Hiiiç” dedim. “Hiiiiç” derken bile gülüyordum.

Bu kitap yazma olayını tekrar düşünmeliyim dedim içimden, sokağa atacak kadar param var mı benim?:))

Ekonomik krizden bende birçoğumuz gibi etkilenmemiş olsaydım, bu adı sanı duyulmamış yazarların kitaplarından üçer beşer tane alırdım. Sırf onların şevkini kırmamak için. Hele bir tane altmış yaşlarında bir yazar vardı ki, bizi ısrarla çağırıp küçük tezgâhının üzerinden rast gele aldığı iki tane kitabı bize satmaya çalışması; ne kadar çaresiz bir durumda olduğunun göstergesiydi.

“Onur” veya “gurur” eve götürmek için, ekmeği satın almaya yetmiyor arkadaşlar! Bazen evinizde kantar varsa bile beş kuruş verip tekrar tartılın, bazen o kitabin aynısına sahip olsanız bile imkânınız varsa tekrar alın ve bir arkadaşınıza hediye edin. Hem aldığınız kişi, hem verdiğiniz kişi sevinsin!

Bazen satın aldığınız herhangi bir şey, hiç işinize yaramasa da onu satın almak için ödediğiniz para; birilerinin hayata bakış açısını değiştirecek mucizeyi gerçekleştireceğine inanın…

Saygılarımla.

Not: Günün esprisi; Bir ara Öyle dalmışım ki görme engelli bir vatandaş ile burun buruna geldim, sevgili eşim kolumdan çekerek beni durdurmuştu! Sonra kulağıma usulce “yavaş ol bak, kör seni gördü durdu(!) Sen onu görmüyorsun” deyince. Bastım kahkahayı. Haklıydı balıkçılık fuarı ve kitap fuarı oldu mu, kafam başka yerde ayaklarım başka yerde geziyor, sanki gerisi teferruat!

 
Toplam blog
: 438
: 826
Kayıt tarihi
: 07.01.07
 
 

Milliyet Blog'a hangi vesile ile kayıt olduğumu doğrusu hatırlamıyorum!  Bende birçoğunuz gibi ya..