Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Temmuz '08

 
Kategori
Felsefe
 

Acılarımızın (nöro-)biyolojisi ve (nöro-)psikolojisi

1. Bölüm: Giriş – Psikoloji’ye davet

Sadece organlarımızın ve onlara bağlı olarak yara bere, verem kanser, acılarımızın değil, hislerimizin ve onlara bağlı olarak ‚pat’ diye patlayıp ‚-pat’laşmaya mahkûm ‚psiko’muzun sihirli eliksiri duygularımızın (hatta duygusallığımızın bile diyebiliriz) maddesel bir karşılığının olduğu ilmî bulgusu ne kadar eski bir konu olsa da, bilim dünyasının güncelliğine damgasını vuran, akademik dünyada da sür’at delisi, zaman anlayışı göz önünde bulundurulduğunda pek de eski olduğu iddia edilemez bir olgudur.

İnsanoğlu oldu olası kendisini ‚ruh’ ve ‚beden’e ayrıştırmıştır, hem de henüz insana tanrı ya da din olgusunun, anlayışının bilimsel olarak dahi iliştirilemeyeceği kadar erkenlikte. Yani tanrı ve dinden de önce. Bunu antropolojik olarak insanlığın en eski yadigârı mağara resimlerini etüd edip yorumlayabilen bilim adamlarının düşüncelerini okumuş olanlar bilir. Bu bağlamda aslında insan, ne kadar kulağa komik ya da provokatif gelse de, tanrısından ve hükmü dinlerinden de ihtiyar ve eskidir. Kimse bu düşüncemi yanlış yorumlamasın, ama salt bilimsel anlamda konuştuğumuzu iddia edebilmek istiyorsak, o zaman şu düşünceyi de kabul etmemiz gerekir: bizi her şey yaratmış olabilir, dinlerin tasvir ettiği şekliyle tanrı da, ya da hiç(bir) kimsenin düşüncelerine sığdırmayı akıl etmediği ya da edemediği herhangi başka bir şey de; ama buna karşılık olarak biz kayıtsız şartsız tanrıyı yaratanlarız, çünkü varlığına inanıyoruz, yani varlığı inancımıza bağlı. İnsan, bu mantığın sonucunda da ‚ruhunun’ başka ‚bedeninin’ başka kaideler buyruğunca vukuu bulduğuna inanır. İnanır, inanır ama bedenine, okutup ‚doktor’ çıkarabilmek için, etmedik eziyet bırakmadıktan sonra eline geçen her bir hapı kutunun içindeki broşürü dahi okumaya gerek duymadan yalayıp yutup iyileşmeyi umut eden insan, dünyanın bütün vicdanî yükünü taşımaya mahkûm ettiği ruhunun yorgun omuzları psikolojisinin biraz olsun dinlenebilmesi, anlaşıldığına kanaat getirerek ruhî aküyü doldurabilmesi için tertip edilmiş tamirhane muayenehaneye gidip ruhunun ince boynu ‚sosyobirey’liğini psikoloğun ‚pozitif’ giyotini kulaklarına teslim etmeyi hâlâ bir ayıp olarak görmekte, bu yüzden de bir türlü tam olarak iyileşememekte.

Dünya istediği kadar karmaşıklaşsın; insanoğlu istediği kadar kendi ürettiği kaos teorilerini anlayıp üstesinden gelebildiğiyle övünmeyi bir halt bilsin; insanı sarıp sarmalayan ana kucağı gerçekleri komik denilebilecek kadar basittir; komik çünkü insanın anlayıp da uymadığı gerçeklerinin olması gerçekten komiktir; hem de değerli insan Atatürk’ün dediği gibi basittir: „Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur“.

Ama ben ne yazık ki bunun tersi bir gelişme izlemlemekteyim. Beden, ya el bebek gül bebek, ya pür telaş, ya da kat daire, mal mülk satılarak bir hastaneden bir başka hastaneye taşınıladururken, ruh bir üvey evlat gibi ‚düş yakamdan’ misalî içki, uyuşturucu gibi sihiri dozajinda gizli sahteliklerle tamir edilmeye çalışılmaktadır. Yanlış! Hayır, yasaklamak değil çare; yanlış anlaşılmasın; dozajın ne kadarının, ne zamanının yerindeliğinin doğru eğitimindedir çözüm. Ama nerde?!

Biz bu sorunun üstesinden gelemeyen ‚kötü’ insanları nihâî iflâhı için ilâhî bir çözüm bulmuşuz nasıl olsa: hepsi doğru cehenneme! Oh ne güzel! Kelimenin tam anlamıyla müebbet! Neden mi? Çünkü cehennemin müebbetliği cüz-i (dini terim buydu yanılmıyorsam) bir ömürle değil, ebedî bir ömürle ilişkili... yani ömürler boyu müebbet!

Ben kendi adımı bunu çare olarak görenlerin listesinde okumak istemiyorum! Cezası cehennem de olsa! Ben bedeninin enflasyonundan ruhunun karnını doyuramayan vicdan işçilerinin yalandan dinî aslında sunî moraller tarafından sömürülmesine artık göz yummak istemiyorum. Ben ‚iyi’lerime olduğu kadar ‚kötü’lerime de sahip çıkmak istiyorum, çünkü onlar da benim, onlar da benden. Ben, varsa bile, ahirette cehennemde kimseyi görmek istemiyorum. Bu uğurda gerekirse tanrıyla bile çatışırım.

Ama ahirette tanrıyla çatışmak demek, bu dünya’da ruhumuzun sağlığı için psikologların eğitimli kulaklarına içimizdeki sesleri teslim etmek demektir. Kendinizi dinlettirmekten çekinmeyin! Zaten fazlasıyla şeffaf değil misiniz? Neden pozitif bir mercii sizi irdelemesin? Neden yerinde olana açılamayasınız? Zaten serbest piyasanın değil misiniz?

Herkese birkaç yılda bir ziyaret edilen eski dost gibi kimsenin töre, örf ve anane aşısının bindebir de olsa görülen üzücü yan etkisi yargılayıcı gözlerin takibine maaruz kalmadan bir psikoloğu ziyaret edip rahatlayabildiği bir sosyal düzen diliyorum.

Lütfen, ruhunuzun ‚imdadına’ koşmayı ihmâl etmeyin! Unutmayın, psikologlar ruhumuzun cerrahlarıdır! Kendinizi doğru teşhis edebileceğiniz bilgilerin sizden esirgenmemesi dileğiyle...

 
Toplam blog
: 47
: 537
Kayıt tarihi
: 09.04.08
 
 

Freiburg Üniversitesi Nörolengüistik ve Felsefe bölümü mezunuyum. H..