Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Aralık '09

 
Kategori
Siyaset
 

Açılıma ve barışa karşı çıkanlar kime hizmet ediyor?

Açılıma ve barışa karşı çıkanlar kime hizmet ediyor?
 

Sık sık kullanmak zorunda kaldığımız klişe bir benzetme vardır: aniden patlak veren toplumsal olayların sebebini ve karanlıktaki sorumlularını işaret etmek için “birileri düğmeye bastı” deriz. Sosyo-politik olaylar öyle bir yerlerden bir düğmeye basmakla yönlendirilip kontrol edilebilecek süreçler değildir. Sayısız sebebi, etkileyeni ve değişkeni olan olaylardır. Bu nedenle, “düğmeye basıldı” klişesi çoğu zaman durumu tanımlamakta işin kolayına kaçma ve komplo teorilerine sığınma çabasının bir ürünüdür. Ancak “paranoyak olmanız takip edilmediğiniz anlamına gelmez” aforizmasında olduğu gibi, toplumsal kargaşada, bu kargaşadan çıkarı olan karanlık çevrelerin etkilerini de görmezden gelemeyiz.


Gerçekten de son bir-iki haftadır sanki bir yerlerde bir ya da bir sürü düğmeye basıldı da kendimizi yeni bir kaosun ortasında bulduk. İzmir’deki DTP konvoyunu taşlama olayı, Bayramiç’te sıradan bir tartışmanın ilçedeki Kürtlerle Türkler arasında toplumsal bir gerginliğe dönüşüvermesi, Abdullah Öcalan’ın yeni hücresindeki fiziki koşullarının öncekinden kötü olduğunu açıklamasıyla PKK sempatizanlarının sokaklara dökülüp etrafı yakıp yıkması, bu gösterilerin medyada sürekli “falanca yer savaş alanı gibi” türünden başlıklarla abartılı biçimde yansıtılması, kapatma davası arifesinde DTP’’lilerin adeta “bizi kapatın” dercesine yaptıkları kışkırtıcı açıklamalar ve eylemler, buna karşılık DTP binalarına yapılan saldırılar ve bunların üstüne hepsinden daha acısı Tokat’ta askeri araca düzenlenen saldırıyla 7 askerin şehit edilmesi…

Acaba bunların hepsi tesadüf mü? Komplo teorileriyle aram hiç de iyi değildir. Ben bunların birbiriyle bağlantısız ve tesadüfi olaylar olmasını arzu ediyorum; ama nedense bu defa o “düğme” benzetmesi fena halde benim de kafamı kurcalıyor.

Aslında bu saydığım olayları tek tek ele aldığımızda hepsine kendi mantığı içinde, öteki olaylarla bağlantısız bir açıklama getirmek mümkün. İzmir’deki olay biraz öfke birikimi, biraz DTP’lilerin abartılı gösterişçiliği ve gürültücülüğü, biraz da çevredeki halkın anlık tepkisiyle açıklanabilir. Bayramiç’teki gerginliğin Kürtlerle Türkler arasında bir etnik çatışmadan ziyade her yerde rastlanabilecek bir kavga olduğu öne sürülebilir. Öcalan’ın sağlık sorunu bahanelerinin arkasındaki esas sebebin kendisinin İmralı’da unutulmasını önleme çabası olduğu söylenebilir. DTP’lilerin kışkırtıcı açıklamalarının Emine Ayna zihniyetindeki sorumsuz, sevgisiz ve sevimsiz Kürt milliyetçilerinin yeni bir densizliği olduğu savunulabilir. Çocukların kullanıldığı taşlı gösteri eylemlerinin, PKK’nin mücadeleyi bir “intifada”ya dönüştürme çabasının bir ürünü olduğu düşünülebilir. Ve bütün bu olayların planlanmadan, bir yerlerde bir düğmeye basılmasına gerek kalmadan, tamamen kendi dinamikleri ve mecraları içinde gerçekleştiği, bir araya gelmiş olmasının sadece bir zaman çakışmasından ibaret olduğu savunulabilir. Bence bu sav bir ölçüde doğrudur da… Ancak bu durumda yine de kafamızda birçok soru yanıtsız kalıyor.


Mesela ben şahsen şu Tokat saldırısını bu resmin içinde hiçbir yere koyamıyorum. Yeri, zamanlaması, saldırı için yoğun sisli bir günün seçilmesi, icra biçimi, saldırganlardan geriye hemen hemen hiçbir iz kalmayışı, saldırıyı PKK’nin veya başka hiçbir örgütün üstlenmeyişi gibi faktörler Tokat saldırısını farklı bir kategoride ele almayı zorunlu kılıyor. Bu katiller Tokat gibi bir bölgeyi niye seçti? PKK’nin kolay barınamayacağı bu bölgede bu adamlar onca silahla nasıl dolaşabildi? Bölgedeki karakol ve onun faaliyetleri hakkında nasıl istihbarat toplayabildi? Bu hain ve vahşi eylemi gerçekleştirdikten sonra hiçbir iz bırakmadan nasıl ortadan kaybolabildi? Burada bir gafil avlanma, bir güvenlik zaafı mı söz konusu, yoksa başka bir şey mi? Bu gencecik 7 fidan gerçekte neye, kime, hangi hesaplara kurban gittiler? Bunun bir provokasyon olduğu kesin ama hangi gücün hangi amaçla gerçekleştirdiği provokasyondur? Ortaya çıkarılması gereken asıl önemli ve karanlık nokta bu… Devlet bir an önce bu katliamı aydınlatmalıdır. Türkiye öyle bir duruma geldi, at izi it izine öylesine karıştı ki neredeyse bu işin arkasında söylendiği gibi "olağan şüpheli" PKK çıkarsa "Tanrıya şükür, kuşkularımız yersizmiş" diye sevineceğiz.

Bu noktada “düğmeye basma” metaforuna geri dönersek şöyle bir durum çıkıyor ortaya: Her iki ihtimal de doğrudur; yani hem toplumsal süreçler kendi dinamikleri ve mecralarında ilerliyor hem de bazı güçler bu süreçleri kendi çıkarları doğrultusunda manipüle etmek için uğraşıyor. Zaten başka türlü de olamaz. Hiç kimsenin ortada hiçbir şey yokken toplumsal kargaşa yaratmaya gücü yetmez. Buna karşılık, hiçbir toplumsal süreç de tamamen spontane biçimde ilerlemez. Bu ülkede toplumsal, siyasal, ideolojik, ekonomik ve etnik sorunlar var. Bunlar geçmişte “sınıf mücadelesi”, “komünizm tehlikesi” ya da “sağ-sol kavgası” olarak ifade edilirdi; şimdi “Kürt sorunu”, “laiklik”, “irtica” gibi kavramlarla tanımlanıyor. Ülkede bu sorunların mağdur ettiği kesimler var. Bu kesimlerin sorunlarını dile getirme çabası var. Kurulu düzenin bu taleplere direnişi var. Bu çatışmanın yarattığı bir kargaşa var. İşte bir de varlıklarını ve geçimlerini bu kargaşaya borçlu olan güçler var. Büyük ölçüde devlet içinde yuvalanan ama devlet dışında da (devlete muhalif illegal örgütlerde bile) birçok uzantısı olan bu güç Türkiye’de toplumsal olayları yönlendirme imkânı olan yegâne güçtür. Bu güç Türkiye’de her şeyi kontrol edemiyor ama kargaşadan yararlanmayı becerebiliyor.


Hükümet deviriyor, birilerine hükümet kurduruyor, medyayı yönlendiriyor, darbe ortamı hazırlıyor, cinayet işletiyor, kitleleri kışkırtıyor ,provokasyon yapıyor, katliam düzenliyor. Gücünü devlet içinde yuvalanmış olmasından alıyor. Dokunulamıyor, suçları soruşturulamıyor. Şöyle yakın tarihimizdeki kanlı olayları bir hatırlayalım; 1977 1 Mayıs Taksim katliamı aydınlatılabildi mi? Maraş katliamı hâlâ karanlıkta değil mi? Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı cinayetleri aydınlatılabildi mi? Sivas Madımak Oteli yakılırken devlet nasıl seyirci kalabildi? Gazi Mahallesinde Alevilerin kahvehaneleri durup dururken niçin tarandı? Danıştay cinayeti işlendiğinde hangi çevreler suçlu ilan edilmişti, sonra arkasından neler çıktı?


İşte eğer varsa bir “düğmeci” o bugünlerde yine full-time işbaşında. Şimdiki planı ise PKK yanlısı Kürtlerle milliyetçi Türkleri çatıştırıp toplumsal kargaşayı bir iç savaşa dönüştürmek... Barışa, diyaloga, Kürt açılımına hangi amaç ve niyetle olursa olsun karşı çıkan her birey, her kurum, her parti, her parti lideri, bilerek ya da bilmeyerek bu düğmeye basan ele hizmet ediyor. Taşlı gösteri yapan Kürt çocuklarına kızalım, otobüs yakıp masum insanları yakan katilleri lanetleyelim, Öcalan’ın oyuncağı olmayı içine sindiren DTP’lileri kınayalım ama bunları yaparken artık açık açık, “asalım”, “keselim”, “vuralım” diyen iç savaş çığırtkanlarını ve onların arkasındaki derin güçleri de unutmayalım. Tokat’ta şehit edilen 7 askerden 3’ünün Kürt olduğunu da…


Ha, bir de bir süredir “Kafes Planı” diye bir plandan söz ediliyor, onu da merak edip bi zahmet araştıralım. Neymiş, nasıl bir planmış, planı hazırlayanlar Türkiye halkına ne gibi iyilikler düşünüyormuş bi öğrenelim.

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..