Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ağustos '10

 
Kategori
Öykü
 

Adam, şehir, çiçek ve bir kadın

Adam, şehir, çiçek ve bir kadın
 

Gittiği yol oldukça uzundu ve adamın gözleri kapanmaya başlamıştı. Kaç saattir araba kullandığını hatırlamaya çalıştı. Saat mevhumu kaybolmuş gibiydi. Bir tek amaç ve bir tek sonuç vardı kafasında. O güzel gözlü kadına bir an evvel ulaşmak. Oldum olası gece karanlığında araba kullanmayı severdi. İnsan gecenin sessizliğinde kendiyle baş başa kalırdı. İçinden gelen bir şarkıyı söylemek, kendi kendine konuşmak hatta avazı çıktığınca çığlık atmak… Hani bunları topluluk önünde yapmak zordur ya. Ya da kendini bilen insanların kendi kendine konuşmamaya ve yüksek sesle bağırmamaya özenli olması gerekir. İşte bu sebeplerden gecenin sessizliği hep severdi. Hoş bunun bağırma, çığırma yanını geç! Kendinle baş başa kalma faslını çok severdi. Evde de gecenin bir içinde kendinle kalmak mümkündür tabi ki. Ancak bu karanlık etrafında akıp gittiğinde bir başka oluyor. Hızla belirip kaybolan ışıklar. Hızla belirip kaybolan gölgeler ve lastiklerin biteviye kulağına gelen hışırtısı. Bu hışırtı ile yoğrulan, motorun aksamayan sesi. Adeta bir canlı gibi yanında olan mekanik bir kütle; yani araba ve yakıtla can alan bu kütleye arkadaşlık eden bir adam.

Yol akmaya devam etti. O meşhur şehirden sonra iki saat daha araba kullanmak zorunda olduğunu düşündü. Ezelden beri o iki saat ona hep ağır gelmişti. Nedense bir an evvel hedefe varma telaşı olmalı! Oysaki hedef de belli, bitmesi gereken kilometreler de belli. Peki, nedir o zaman bu sabırsızlık? O güzel gözlere bir an evvel varma telaşı elbette.

Çok heyecanlandı aniden! Onu ilk defa görecekti çünkü. Bu nedenle çok heyecanlıydı. Fakat çok uzun yıllardır tanıdığı birini tekrar görmeye gider gibiydi. İçinden onun şu çamurlu Dünya’da, beyaz bir zambak gibi parıldamakta olduğu düşüncesi geçti. Neden mi ona beyaz zambak tanımlaması yapmıştı? Çünkü ona göre ve de çokça kişiye göre beyaz; saflık ve dürüstlüğün simgesidir… Gittiği kadın da saf ve dürüsttü ama çok da güzeldi. Hele gözleri…

Bunları düşünür dururken hızla geçtiği yol tabelasında; hedefe daha da yaklaştığını gösteren kilometre bakiyesini gördü. İçinde bir sevinç dalgası yükseldi bir anda. Neden bu kadar acele ettiği hususunda anlık düşündü. Varması gereken saat da belliydi çünkü.  Erkenden hedefe varmanın yapacağı sürprizle bir ilgisi yoktu. Bu itibarla erkenden oraya varmasının da bir anlamı yoktu. Öyle tasarlamamış mıydı? Hedefe varmadan oradan bir çiçek de alacak ve tam saat dokuzda bulunması gereken yerde olacaktı. Hedef buydu ve saati da kolundaydı.

Biraz gaz kesti ve o meşhur şehre erkenden girerken çiçeğini oradan alırsa zamanı kullanma açısından daha avantajlı olacağını düşündü. Ancak o saatte çiçekçiler açık olmazdı ki. Bu düşüncelerle yoğrulurken yavaş yavaş rampalara yaklaştı. Şehre az kalmıştı.

Çok uzakta da olsa bununa gelen denizin kokusu muydu acaba? Olur mu hiç! Bu sadece kendi kafasında yaşattığı karşılaşmanın ve yine kendince yaşattığı bir duygudan başka bir şey olamazdı. Gülümsedi, dudaklarının dikiz aynasında muzip bir tebessüm oluşturduğunu gördü. "Sürprize az kaldı" dedi…

Ya peki bu ani ziyaret ters teperse? Ya bu ani karşılaşma dilediği atmosferi yaratmazsa? Olsun! Denemeliydi ve denemeye hızla yol almaktaydı. Gün yavaş yavaş aydınlığını ve sabahın o güzel kokusunu salarken şehre girdi. Çok erkendi ve çiçekçiler nasılsa açık değildi. Yol kesmenin beyhude olduğunu düşünerek hafifçe gaza bastı. Hızla şehrin yan bağlantılarından geçerek ardında bıraktı binaları, siteleri, dükkânları. Daha üç saati vardı o büyük karşılaşmayı yaratmaya. Vaktim çok dedi ve camını açarak artık sağından hızla geçen sahilden içeriye o güzel güz kokusu ile harmanlanan denizin kokusunu içeri aldı.

Çıkarken kilometre saatini sıfırlamıştı. Ne kadar çok baktığını düşündü yol boyunca bu saate. Tekrar baktı ve artık çok az kaldığını gördü. İnsanlar yollarda, işlerine gitmenin, aşlarını kazanmanın telaşına başlamışlar, her gün o bilinen, rutin telaşla koşuşturuyorlardı. Yaşam bir rutin değil mi ki. Ama onun için gün; rutin değil olağan üstüydü. Hızla bir başka kasabaya girerken bir çiçekçinin açmakta olduğunu gördü ve aniden frene bastı. Tekerleklerden çığlığı andırır bir ses duyuldu. Bereket yollar boştu ve ona “Kim bu deli sürücü?” diyecek kimsecikler yoktu. Dükkânın önündeki esnaf da şaşırdı bu ani duruştan. “Beyaz bir zambak bulabilir miyim?” diye sordu ama aldığı yanıt zambak olmadığıydı. “Olsun” diye düşündü ve tek bir beyaz gül aldı çiçekçiden. O da beyaz, o da saf ve dürüst. Çiçek işi de tamamdı. Yola koyuldu…

Bir saat kadar zamanı kaldığını gördü. Neden bu kadar acele ediyordu o da bilmiyordu. Saat onda orada olsa ne olacaktı ki! Ama çıkarken saat dokuzda orada olmak, kadını şaşırtmak amacıyla çıkmış ve yüzlerce kilometreyi de o amaçla tamamlamasına çok az kalmıştı. Az sonra hedefe vardı. Bir kâğıt mendille terini sildi, saçlarını taramadı, zaten aklına da gelmedi. Bekledi… Öylece kadının görünmesini bekledi…

Saat dokuza beş kala kadına telefon açtı ve “Günaydın” dedi. Çok memnun olan sevecen bir sen ona yanıt verdi. “Günaydın

Ne yapıyorsun?” dedi aldığı yanıt “İşe varmak üzereyim” oldu. “Güzel bir gün dilemek için açtım. Hele bir güne başla da sonra tekrar görüşürüz” dedi kadına. Kadın onun sesini duymanın mutluluğu içinde “Elbette” dedi.  Zaten gün içinde o kadar çok konuşuyorlardı ki.

Ve adam bekledi… Aynadan kadının yaklaştığını gördü ve arabadan çıktı… İlk kez gözler gördü, burun kokuyu aldı, kulak nefesi duydu… Şaşırdı kadın! “İnanmıyorum sana” dedi. “Sen gerçek bir çılgınsın”…

Sonra ne mi oldu? Bırakalım da onlar kendi aralarında bunu değerlendirsinler

Bu adam gerçekten gitti mi?

Bu karşılaşma gerçekten oldu mu?  

O da belli değil tabi ki!

Sorular çok ve yanıtlar da çok

Ama niyet yolun yarısıdır. Diğer yarısını tamamlamak ise kişilere kalmıştır…

Adam gitti ya da gitmedi

Bu karşılaşma oldu ya da olmadı… Olabilir…

Niyetiniz varsa ertelemeyinMutlaka gerçekleştirin.

Hele o çiçeğin bir de sahibi varsa… 

Hele gözleri de çok güzelse

Sahi çiçeği kadına verip vermediğini de atladık değil mi? Olsun vermiştir mutlaka… O kadar düşündükten sonra mutlaka vermiştir…

Ya o meşhur şehir hangisi? Siz hangisi derseniz…

Sizin çiçeğiniz neredeyse orası olsun

 

Bojidar Çipof

27 Ağustos 2010

 
Toplam blog
: 336
: 625
Kayıt tarihi
: 29.01.10
 
 

Araştırmacı yazar BOJİDAR ÇİPOF: 1953 yılında İstanbul'da doğdu. Ailesi; Ege Makedonyasından İsta..