Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mayıs '21

 
Kategori
Tarih
 

Adana KAÇ-KAÇ Olayı

RUHİ SU ve Adana KAÇ-KAÇ Olayı
 
DURSUN ÖZDEN
 
 
 
Adana’da (1920) Çukurova’da; Ermeni-Fransız işbirliği katliamının en önemli olayının adı:  Kaç-Kaç’tır. (*)
 
 
 
«On Temmuz bilseniz ne kara gündü
 
Obalar göç etti ocaklar söndü,
 
Adana bir yangın yerine döndü
 
O günden ruhlarda bir sızı vardı
 
O gün döküldü masumlar kanı
 
Bu kaç kaç ateşi sardı Seyhan'ı
 
Boğulmak istendi Türkün imanı
 
Şafakta Kaç Kaç'ın izler vardı.» (Yusuf Ayhan) 
 
 
 
1920 Yılında Adana'da Ermeni-Fransız cinayet işbirliğinin en önemli olayı Kaç-Kaç'tır. Kaç Kaç olayı Kurtuluş Savaşının parlak safhalarından biridir. 10 Temmuz 1920 tarihinde gerçekleşmiştir. Fransız-Ermeni işbirliğinin Çukurova halkına hayat hakkı tanımamacasına giriştikleri imha hareketi karşısında Adana halkının Toros Dağları'nın yamaçlarına çekilmesi hareketi olarak Millî Mücadele tarihimize geçmiştir.
 
 
 
Adana'nın kurtuluş mücadelesinde önemli bir yer teşkil eder. Zira Fransız kuvvetleri, Ceyhan ve Seyhan nehirleri arasındaki bu verimli topraklara hakim olabilmek için 9 Temmuz 1920'de top ve tank desteğinde, 2000 kişilik bir kuvvetle, Yüreğir Ovası harekâtını başlatmışlardır. 20 günden fazla süren bu harekat sırasında, millî kuvvetler, ovada tutunma şansı bulamayarak kuzeye çekilmiş, fakat o arada, birçok küçük çarpışmada düşmana önemli kayıplar verdirmiştir. Çukurova'da Kurtuluş Savaşı'nın bu en acılı günleri, bölge insanının belleğine “Kaç-Kaç” adıyla kazınmıştır.
 
 
 
Adana halkı 1920 yılı Temmuz ayında son derece acı bir olayla yüz yüze kaldı. 9 Temmuz'da Ermeni komitecileri şehirde karışıklık çıkardı. Halkın, şehri boşaltmasını isteyen Fransızlar da onları destekledi. Kaç-Kaç'tan bir ay kadar önce, 12 Haziran 1920'de Fransız ve Ermeni silahlı grupları Kahyaoğlu Çiftliği'nde onlarca Adanalıyı katletmişti. Fransız işgal yönetimi Türklerin “emniyette olabilmesi için” şehri boşaltmalarını teşvik etti.
 
 
 
Meşhur Fransız Menil taburu, Toroslar'ın stratejik noktasındaki Pozantı, Belemedik, Hacıkırı... bölgelerini işgal etmişti. Karaisalı'dan harekete geçen Kurtuluş Kuvvetleri Belemedik'i geri almış, orada seyyar Fransız Hastanesinde gönüllü hemşire olarak çalışan komutan Menil'in karısını da diğer esirler arasında ele geçirmişlerdi. Pozantı'ya çekilmiş olan Menil taburu kuşatma altındaydı. Adana'daki Fransız ordusu komutanı Menil'e kaçmasını emretmişti. 24 Mayıs 1920'de Binbaşı Menil, gece yarısı Pozantı'dan ordusunu çekmiş, kaçıyordu. Ancak Kurtboğazı geçit vermedi. 26 Mayıs 1920'de Menil ve taburu Türk gücüne teslim olmuştu. Bu menil taburu Halep'ten takviye gelen 30.000 kişilik Fransız ordusunun Toroslar'a kadar uzanabilen bölümü idi ve sadece 40 kadar Türk mücahidine esir düşmüştü.
 
 
 
Toroslar'daki bu Fransız yenilgisi Adana'daki işgal kuvvetlerini ve onlara yataklık eden Ermenileri kuduza döndürmüştü. Adana vilâyeti dahilinde Müslümanlar tepeden tırnağa silahlandırılan Ermenilerin tehdidi altında her dakika katliama maruz bulunuyorlardı. Adanalılar şehirden çıkmalıydı. Bu konuda karar vermek zordu: "Kalmak mı, kaçmak mı?"
 
"Kaç! kaç!" İşte tam zamanında hatiften gelir gibi kimin kime söylediği bilinmeksizin kulaktan kulağa çarpan ses. Çocuk, her yaştan kadın ve erkek, ateş sellerinden kaçan Pompei halkı gibi, Adana'nın güneyine, Oba'ya doğru kaçıyordu. Perişan fakat azimli, büyük küçük kafileler halinde tüten ocaklarını, eşyalarını, hatıralarını, parça parça yüreklerini Adana'da bırakarak Temmuz güneşinin yakıcı boğucu sıcağı altında yollara dökülmüşlerdi, geri dönmek, daha çevik sıçramak için çekilen çelik yay gibi yuvalarına daha güçlü dönebilmek için Adanalı ovadan obaya Toroslar'a çekiliyordu. Çünkü Toroslar Fransız ve Ermeniler'den tamamen temizlenmişti. Adanalılar'ın sığınması için Toros Dağlarındaki şehir ve köyler son derece emniyetli idi.
 
 
 
10 Temmuz'daki katliam söylentisi hemen hemen bütün şehirdeki Türkleri kaçmaya mecbur etmişti. Ermenilerin kasıtlı olarak yaptıkları katliamlar ise şehirde asayişi bozmuş ve halkın kaçmasına zemin hazırlamıştı. Bu durumu anlayan halk da düşmandan temizlenmiş Toroslar'a sığınmak için harekete geçti. Fakat, Adana'dan çıkış zordu. Her tarafta Ermeni çeteleri, her an Müslüman Türk'ün can güvenliğini tehdit ediyorlardı. Bu, büyük bir tehlike idi. Asıl mesele bu olup, Toroslar'a sığınmaktan amaç ise kaçıp kurtulmaktan daha çok, orada teşkilatlanıp, Adana'yı düşman istilasından kurtarmaktı. Bu durumun farkına varan Fransızlar, 9 Temmuz 1920 tarihinde Ermeni komitecileri ile düzme bir oyun tertip ederek; Müslüman halkın şehri boşaltmalarını kolaylaştırmak için güneydeki bahçeler tarafına Cezayirli Müslüman askerlerini nöbetçi koyup, bu duruma müsamaha gösterdiler.10 Temmuz sabahı iki saat süren silahların Müslüman mahalleleri üzerine sıkılmasından sonra Türkler, koltuklarında birer bohça ile Oba yoluna doğru kaçmaya başladılar.
 
 
 
Sabahleyin başlayan Ermeni saldırıları dayanılacak gibi değildi. Vali konağının güneyinde açık bırakılan bir alandan insanlar kaçmaya başlardılar. Atları ile arabaları ile, yaya olarak, bohçaları ile… Geride atalarından miras kalan evlerini bağlarını, işyerlerini bırakmışlardı. Evlerinden vatanlarından sökülüp atılan insanların perişan hali idi yaşananlar. Kaçkaç'a gidenler öncelikle Seyhan nehrinin kıyısındaki Akkapı'ya Şeyh Cemil'in konağına uğruyor, Orada kendilerine ikram edilen bulgur pilavı ve ayranı içiyor, sonra da Kuvayı milliyecilerin yardımları ile daha kuzeye Karahan köyüne, Karaisalı ve Pozantı vadilerine doğru gidiyorlardı. Onların gidişi aynı zamanda bir kaçış idi. O günlerde şehri terk edenleri izleyen düşman uçakları üzerlerine bomba veya ucu sivri kuyruklu füzeye benzer demir parçaları atıyorlardı.
 
 
 
10 Temmuz 1920'de, şehrin her tarafından Türk Mahalleleri'ne tüfek, bomba ve makineli tüfek ateşi başlatıldı. İşlerini ve evlerini terk eden Adanalı binlerce Türk, ölüm korkusu içinde ne yapacaklarını bilemediler. Kadınlar ziynet eşyalarını, yiyecek ve giyeceklerini alamadan, Türk esnaf ise paralarını alamayıp, dükkânlarını kapatma fırsatı bulamadan, canlarını kurtarmak gayesiyle perişan vaziyette güney yönünden şehir dışına kaçtılar. Paniğe kapılan ova köylerdeki halk da, Adana'nın güney ve batı kesimine, Arapuşakları'nın yaşadığı Oba Semti ile bahçeler arasına kaçtı. Bu kaçış sırasında Fransızlar, uçaktan bombardımanla çok sayıda Türk'ü öldürdüler. 13 Temmuz 1920 akşamına kadar 4 gün süren Kaç-Kaç sırasında, Arapuşakları tarafından ağırlanan göçmenlerden bir kısmı, daha sonra, Konya, Niğde, Bor ve Ulukışla'ya, bir kısmı da Belemedik, Karapınar, Pozantı ve Toros eteklerine yerleşti.
 
Çakıt Suyu kıyısına yerleşen Türkler, derenin pis suyundan içtikleri için çeşitli parazitler kapmış, sivrisinek çokluğundan sıtma olmuşlardı.
 
 
 
Yaşam koşulları son derece ağır olan bu bölgede salgın hastalıklar nedeniyle pek çok kişi yaşamını yitirdi. Doktor ve ilâç yokluğu nedeniyle ölen sayısı çoktu. Fransız uçakları, saat 8.00-12.00 arasında attıkları oyuncak şeklinde bombalar ve sivri uçlu çivilerle çocuk ve kadınlar başta olmak üzere her bombardımanda birkaç Türk'ün ölmesine, yaralanmasına ve sakat kalmasına neden oldular. Belemedik Hastahanesi yaralılarla doldu. Bir defasında 7 uçaklık bir Fransız filosu Belemedik Hastahanesi'ni bombardımana tutarak hastaların ölmesine neden oldu. Kaç-Kaç Olayı olarak anılan bu olay, Adana ile sınırlı kalmamış, Mersin, Tarsus, Ceyhan, Dörtyol, Kozan, Osmaniye ve bütün bölgede yaşanmıştır. Bu nedenle, Adana çevresinde, Fransız işgalinin bir kara lekesi olarak anılmaktadır.
 
 
 
Kaç-Kaç sırasında Çaylı'ya baskın veren Fransız ve Ermeniler, Seydi Çavuş'un 15 yaşlarındaki 2 kızkardeşi Emine ve Zeynep'i, Emmi'nin oğlu Nuri ile Abdullah Emmi'nin oğlu olan 10 yaşlarındaki 2 erkek çocuğunu ve Mahmut Kurt'un 70 yaşındaki annesini kaçırdılar. Yaşlı kadın ve 2 Türk çocuğu işkencelerle hunharca öldürüldü. Kızlardan ise haber alınamadı. Kör Ömer oğlu ve Bağluklu Ali adlarında 2 Türk, İkizler'in Çiftliği'nde Fransızlar tarafından katledildiler. Gözü dönmüş Ermeniler, bir gece Cemlihasan Çiftliği'ni basarak 35 Türk'ü hunharca öldürdüler. Yeşilkent (Erzin)'ten yolları kesilerek toplanan 14 Türk'ü Çaylı Köyü'nün bahçeleri arasında süngüleyerek katlettiler. Hacca giden 2 Halepli, 2 Yeşilkentli 4 Türk, Dörtyol'dan İskenderun'a giderken Ermeniler tarafından katledildiler, su kuyusuna atılan cesetleri daha sonra bulunup defnedilmiştir. Yine Yeşilkent'te, Çaparoğlu Ahmet ve Emiroğlu Mustafa adlarındaki 2 Türk, Çaylı Köyü'nde portakal ağaçlarına asılarak işkenceyle öldürüldü. Cemile Hanım (Cerrahoğlu) Çiftliği'ni basan Ermeni süvarileri, Hacı İzzet, eşi ve çocukları ile 31 Türk'ü daha deniz kıyısına götürüp, üzerlerine bomba atarak acımasızca öldürdüler. Öldürülmeyen 2 güzel Türk kızı, Ermenilerle evlendirilerek Halep'e götürüldü. Kuzuculu'dan Molla Mustafa'nın 17 yaşlarındaki oğlu, Ermenilerle yapılan bir çatışmada öldürüldü. Çeltikarlı'da, yol kesen Ermeniler, 2 Türk'ü katledip, 1 Türk'ü yaraladılar. Lülük'e baskın yapan Fransızlar, Türk nöbetçiyi öldürüp, köylülerden bazılarını esir alarak hapsettiler. Bunlardan Molla Ali oğlu Musa esir olarak Paris'e götürülmüş, daha sonra serbest bırakılmıştır.
 
 
 
5 Temmuz 1920'de, Misis'te, Fransızlarla yaptıkları savaşta Millî Kuvvetler 3 ölü, 2 yaralı verdiler. 9 Temmuz 1920'de, Şakirpaşa'da Fransızlarla girilen çatışmada Millî Kuvvetler 2 ölü, 2 yaralı verdiler. 18 Temmuz 1920'de, Millî Kuvvetlerin Kâhyaoğlu Grubu'na taarruz eden Fransızlar, 7 Türk erini öldürdüler, 6 er de yaralandı.
 
 
 
15 Ağustos 1920'de, Kurttepe'deki Millî Kuvvetler Cephesi'ne bir baskın düzenleyen Fransızlar, Makineli Tüfek Bölüğü Komutanı Teğmen Selâhaddin'i katledip başını vahşice keserek, ele geçirdikleri bir topun üzerine koydular ve Adana'nın en kalabalık yerinde teşhir ettiler. Aynı günlerde, Millî Kuvvetlerden Yenice'de esir düşen bazı erler, susuzluktan yürüyemeyecek hale geldikleri için Fransızlar tarafından kurşuna dizildiler. 19 Ağustos 1920'de, Fransızlar'ın, Oba'ya düzenlediği taarruzda, Solcenah Müfreze Komutanı Pöçük Mehmet yaralandı, yardımcısı Köşker Duran ise öldürüldü. 1. Bölük Komutanı Muzaffer (Ramazanoğlu) ile 200 er de esir düştüler. Önce Adana'ya, daha sonra Mersin'e gönderilen bu esirler açlıkla, dayakla ve çeşitli işkencelerle cezalandırıldılar. 25 Ağustos 1920'de, Ermeni Fedâileri (kamavurlarla) Yüreğir Ovası'nda bir tarama harekâtına girişen Fransızlar'ın, Taşçı Köyü'nde Millî Kuvvetlere verdirdiği kayıplar hakkında bir rakam verilmemiştir.
 
 
 
Tarihimize Kaç-Kaç Olayı olarak geçen bu göç, Fransız yönetimini de tedirgin etti. Bağımsızlığı uğruna her türlü güçlüğe göğüs gerebileceğini gösteren Adana halkının Kuva-yı Milliye'ye katılmasından endişelenen Fransız yönetimi, halkı geri getirebilmek için pek çok girişimde bulundu.
 
 
 
Kaç Kaç Olayı İle İlgili Anekdotlar:
 
Doç. Dr. Yusuf Kılıç
 
 
 
«1953 yılında Adana'da öğrenciliğim yıllarında Abidin Paşa Caddesinde Tepebağ'a dönen sokağın yakınında inşaat yapılmak üzere hafriyat yapılan bir gayri müslim evinin altında sandıklar içinde çok sayıda çürümüş silah gömülü olduğunu ve yine Küçük Saatten Yeni Camiye doğru giderken sağda, büyük ihtimalle bugünkü Yapı Kredi Bankasının yerindeki gayri meskûn bazı evlerde o devirden kalma pıhtılaşmış kan çürükleri görmüştük. O zamanki yaşlılara sorduğumuzda buraların Fransız işgalinden kalma Ermeni evleri olduğunu, Müslümanları evlerinde öldürüp kendilerinin kaçtıklarını söylemişlerdi.»
 
 
 
Kozan'ın Yüksekören köyünden Kurtuluş Savaşı milis teşkilâtlanma hareketlerinde önemli hizmetleri geçmiş olan İncelerin Ali Efendi 1958 yılında şunları söylemişti:
 
 
 
"Fransızlar, halkın hıncını düşürmek için onlara iyi davranırlardı. Yolda gördükleri bir yolcuyu jiplerine alır ve gidecekleri yere kadar götürürlerdi."
 
Adana'nın eşrafından Hacı Mahmut Mühür Bey ise şunları söylemişti:
 
«Fransızlar Çukurova'yı işgal ettikleri zaman halka şirin görünmek için daima iyilik yapıyorlardı. Ancak etnik grupları özel metodlarla Türklerin aleyhine kışkırtıyorlardı. Ermeniler onlarla zaten işbirlikçiydiler. Kürtlere siz Türk değilsiniz; Arap uşaklarına, sizler Arapsınız, niçin Türklere tabi oluyorsunuz?; Avşarlara, Çerkezlere vs. hep: sizler ayrı ayrı milletlersiniz, özgür olmak hakkınızdır, Türklerin yönetiminden ayrılınız, diyerek Türkün Devlet bütünlüğünü kendi içinde parçalamak için çok kurnazca çabalar sarf etmişlerdi.»
 
Çukurova Halk Kültürünün ana unsurlarından biri olan halk ağzı sahasında bilhassa Silifke ve havalisi ağırlıklı olarak belki yüz kadar büyük klasörler dolusu araştırma fişleri düzenlenmiş olan ve şu anda 80 yaşının üzerinde halâ büyük bir şevkle gayret sarf eden sayın Kerim Yund beyefendinin aynı konu ile ilgili tespitleri ise gerçekten çok enteresan:
 
"Fransızlarla işbirliği eden Adana Ermenileri yüzünden Adana halkı Toroslara doğru Kaç Kaç olayını yaşarken şehirdeki azınlık adeta bayram ediyordu. Mağrur Adana insanı o zaman: "At ölür, it bayram eder" diyerek en özlü bir şekilde olayı dile getirmişti. Ermeniler Fransızlara Adana halkının her türlü gizli saklılarını gösteriyor, yağmalamalarına yardımcı oluyorlardı. Fransızlar, Müslüman halka niçin cuma namazını kılmıyorsunuz, diye dayak atıyorlar; çarşıda pazarda tavuğu ayağından bağlayarak başaşağı tutan satıcıları dövüyorlardı"
 
 
 
Kaç-Kaç sırasında bulunan Abdulkadir Bilginer, kitabında olayı şöyle yazmaktadır:
 
"...Bizler dikenli ve tozlu yollarda, kuşları uçurtmayan kasıp kavuran güneş, tepemizde; etrafımızda vicdansız süngülü askerler, durup dinlenmeden yürüyorduk.... Askerler arasında çok sayıda Ermeniler de vardı. Ellerine istedikleri fırsat geçmiş, bizlerden intikam alıyorlardı. Ara sıra: 'Alçak Dacikler' deyip gülüyorlardı -Dacik Ermenice Türk demekmiş-. Kafilenin arasına tüfeklerle giremiyorlardı. Canı yananlar bir hadise çıkarabilir korkusu vardı. Bir ara solumuzda acı bir kadın sesi, bağırışlar, itişip kakışmalar oldu. Yaşlı bir nineye çabuk yürü diye dipçik vurmuşlar. O ana kadar ufak tefek homurdanmalar dışında yürüyüş, oldukça sakindi. İhtiyar nineye yapılan bu alçaklığa halk, dayanamadı. Askerlere saldıranlar bile oldu. Fransız askerleri, daha çok ateş açarak, halkı tehdide başladılar. Askerlerin bütün güvenceleri havaya silah sıkmaktı. Ermeni olduğu anlaşılan bir asker ise: 'Sinirlenmeyin, sonunuz daha fena olur' dedi ve yürüdü…."
 
 
 
"...Temmuzun onuncu günü şehir bir mezbaha halini aldı. Yarım saat sonra tertip edilen ihtilal başlamış şehrin Ermenilerle meskun olan tarafından cehennemi bir ateş açılmıştı. Yollarda sokaklarda bir çok zavallının cesetleri yatıyor, kızlar kadınlar canlarını kurtarmak için yalın ayak, aç-açık Temmuz güneşinin kızgın alevleri içinde yükselen kesif tozlara boğularak akın akın hicret ediyordu. Anasını kayıp eden yavrular, göğsü delinmiş, yavrusunun üzerine kapanan ak saçlı analar, namusu üzerine titreyen bakirelerle ovalar, obalar dolmuştu. Sırtlan sedaları bu kafaların arkasından yükseliyordu. Günler geçti, gülistan gibi kıymetli memleketimiz baykuş yuvalarına döndü. Kanlı eller saf Seyhan kıyısında yıkandı. Türk hazineleri yağma edildi. 10 Temmuz Kara gün, binlerce İslam mezarının açıldığı gündür…  (*) Cezmi Yurtsever
 
 
 
RUHİ SU VE KAÇ-KAÇ OLAYI
 
 
 
1912 yılında Van'da dünyaya gelen Ruhi Su, Mehmet adını almıştır. Anne babasını hiç tanımamış ve kendisini doğar doğmaz Birinci Dünya Savaşı'nın ortasında bulmuştur. 
 
Çok küçük yaşlarda Van'dan Adana'ya getirilmiş ve çocuk sahibi olamayan fakir bir ailenin yanına verilmiştir. Kendilerini amca ve yenge olarak tanıtan aile, henüz çocuk yaşlarda Mehmet'i keçi, inek ve tavuklardan sorumlu tutulmuştur. Mehmet 6 yaşına geldiğinde Adana düşmanlar tarafından kuşatılmıştır. Düşman azabından Toros Dağları'na sığınan Adanalılar, bu göçe "Kaç-kaç" adını vermiştir. Genç Mehmet ve ailesi de bu "Kaç-kaç" yıllarında göç halinde bulunmuşlardır. Bu göç, toplulukların içerisinde kaynaşan genç Mehmet'in birçok türküyü öğrenmesine vesile olmuştur.
 
 
 
GÖRDÜĞÜ ZULÜM HAYATINI DEĞİŞTİRDİ
 
 
 
Ne yaparsa yapsın kendisinin yenge olarak tanımladığı üvey annesi tarafından zulüm görmekten kaçamamıştır genç Mehmet. Yediği dayak onun hayatında dönüm noktası olmuş ve bir anlık karar ile Dar-ül Eytam'a (Öksüzler yurdu) teslim edilmiştir. Bu durum Mehmet'in zihnine şöyle kazınmıştır: “Oyun denen bir şeyin var olduğunu o zaman öğrendim, içim içime sığmıyordu, şaşkındım.”
 
10 yaşında girdiği öksüzler yurdunda okumaya da başlayan Mehmet, ilgili bir müzik öğretmeni olan Mehmet Tahir'in yurda aldırdığı keman sayesinde müzik hayatına başlamıştır. Dördüncü sınıfta başladığı keman dersleri Mehmet'e klasik müziğin ilk adımını attırmıştır.
 
 
 
Çukurova KAÇ-KAÇ OLAYI İÇYÜZÜ
 
Olay, Anadolu Ajansı bülteninde şöyle yer alıyordu:
“11 Haziran 1920’de Adana’nın Hacıbayram Kuyusu’ndaki İslam Mahallesine; (Fransız istilacıların kışkırtması ve desteği ile) saldıran Ermeni göçmenler, bütün İslamları evlerinden zorla sürüp çıkarmışlar ve eşyalarını talan etmişlerdir. Bu zavallılar o gün öğle sonu, Küçükdikili Köyü’ne göçerlerken Kahyaoğlu (Ermeni) Çiftliği yanına geldikleri vakit, silahlı 30 Fransız ve Ermeni çetesinin taarruzuna uğrayarak erkekler bir eve ve kadınlar, çocuklar ise diğer eve doldurulmuşlardır. Bunlardan 43 erkek ve 21 kadın ile miktarı tesbit edilemeyen çocuklar kamadan geçirilmişlerdir…” 
 
GAZİ PAŞA SERT BİR MESAJ GÖNDERİYOR
 
Gazi Mustafa Kemal, yurdun değişik yörelerinden gelen katliam haberleri üzerine, Kilikya istila güçleri komutanı Fransız General Guro’ya çektiği telgrafta olaylara dikkat çekerek: “...İşbu facialara derhal nihayet verilmesi için ciddi teşebbüslerde bulunmanızı rica ederim. Aksi takdirde, bizim arzumuz ve emrimiz hilafına olarak orada vuku bulacak hadiselerden hiçbir mesuliyet kabul etmeyeceğimi beyan ederim. Bu ahval, harbin bizim tarafımızdan tatil edilmesine rağmen, karşı tarafın devam ettirmekte olduğunu göstermektedir....” dedikten sonra, Adana olayını şöyle özetledi: “11 Haziran öğleden sonra saat üçte bu biçare ahali Kahyaoğlu çiftliğine vardıklarında 30 silahlı Ermeniden meydana gelen bir çetenin taarruzuna uğrayarak, bütün erkekler bir eve, kadın ve çocuklar diğer bir eve doldurulmuş, kırküç erkek, yirmibir kadın ve miktarı tesbit edilemeyen çocuklar kamadan geçirilmişlerdir... Kadınların kollarını ve kulaklarını kesmek suretiyle bilezik ve küpelerini almışlardır...” (*)
 
KANA SUSAMIŞ CANAVARLAR 
 
12 Haziran’da birçok Adanalı yerleşik Ermeninin bile nefretle karşıladığı bu canavarlar iş başındaydı; Yüreğir’de 100’ü aşkın Müslüman şehit edildi. Aynı gün Çotlu Köyü’nde 5 çobanın gözleri oyuldu... 
 
Cinayet işledikçe kana susamışlığı artan insanlık dışı yaratıkların tarihe mal olmuş feci katliamlarından biri de Camili Köyünde yaşandı. Bu kez Asurilerle birleşen 500 kişilik vahşet çetesi Dedepınarı ve Camili’ye baskın verdi. Kaçamayan köylüleri acımadan katlettiler. Tek bir köylünün bile sağ kalmadığını gördükten sonra da mallar talan edildi, evler ateşe verildi.
 
Üst üste yapılan katliamlarla silahsız Müslümanlara yeterli korkuyu saldıklarından emin olan Ermeniler, 16 Haziran’da şimdiki Merkez Bankası’nın yerinde bulunan Kilisede Ermeni Hükümeti kurulduğunu ilan etti. Hükümetin başına Şişmanyan geçmişti. Uyduruk hükümet kurulduğun anda adliyesini de çalıştırmaya başlamıştı. Mal-mülk sahipleri yaka-paça getirilip sözüm ona muhakeme ediliyordu. İddia edilen suçların tamamı aynı kalıptan çıkmaktaydı. “Sen, tehcirden evvel senetle aldığın malların üstüne yatmışsın” diyerek elinden mal ve parası alınıyor, itiraz edenler ölüme mahkum edilerek kilise avlusunda öldürülüp orada açılmış büyük çukura atılıyordu. 
 
25 Haziran günü yine ani baskınla Höyük altındaki Müslüman evlerinde 20 Misisli öldürüldü. Bunun üzerine milis kuvvetlerimiz Misis’e geldi ve kıyasıya savaş başladı. 30 Ermeni öldürülürken 3 
 
şehit verdik; üç de hafif yaralımız vardı. Fakat mermi tükenince son vuruş yapılamadı. Çarpışma 11 gün sürdükten sonra kuvvetlerimizin geri çekilmesiyle sonuçlandı.
26 haziran 1920 günü Ankara’dan gelen habere göre Vekiller Heyeti (Bakanlar Kurulu) Kararıyla Adana Cephesi Komutanlığı kurulmuştu. Ertesi gün Komutanlığına Albay Selahattin Adil Bey getirildi. 
 
Temmuz’un 2’nci günü Ermeni ve Asurilerin zulmünden kaçan Yüreğirliler nehrin Batısına geçmek zorunda kaldılar. Gelenlerden Mihmandar Köyü’nün basıldığını ve 99 Müslümanın öldürüldüğünü öğrenen halk galeyana geldi. Adana Müftü Vekili Hüsnü Efendi, birer sureti İran ve İspanya Konsolosluğuna gönderilen mektubunu Valiliğe ulaştırdı. Mektupta Hüsnü Efendiye ait olanla beraber 45 imza daha vardı. Özetle yazmak gerekirse, mektupta şu ifadelere yer verilmişti: 
 
“Her gün her saat tanık olduğumuz çeşitli facialar, tüyler ürperten olaylar doğurmakta. İncirlik’teki acı olaylar, Kahyaoğlu Katliamı, Denizkuyusu yağmacılığı ve nihayet Camili Vahşeti (...) Para ve malları zorla alınan Müslümanlar, ırz ve namusları paçalanan zavallı Müslüman kızlar, şehir içinde kaybolan ve muhtemel öldürülmüş olan Müslümanlar, kentin her köşe ve bucağında öldürülenler Müslümanların yerlerini-yurtlarını bırakmaya mecbur etmektedir. Hükümetin aczinden ve ilgisizliğinden yüz bulan Ermeniler kurdukları sözde hükümetle bu yaptıklarına meşruiyet kazandırdıklarını söylemektedir. İl katının beceriksizliği ve aczinden dolayı umudu kırılan halkımız kafileler halinde Eti Türklerinin bulunduğu bahçelere sığınmaktadır...” 
 
Ne var ki, seri cinayetlerle müslüman halka korku salmayı sürdürdüler. Bir yandan da, “Ya Adana’yı terk edecekler, ya da canlarından olacaklar” şeklinde duyuruları el altından ulaştırmaktaydılar... 
 
Tarihte “KAÇ KAÇ” Olayı 
 
ADANA ´NIN FRANSIZLAR TARAFINDAN İŞGALİNDE ERMENİLERİN ADANA HALKINA YAŞATTIKLARI 10 TEMMUZ 1920 "ADANA ´NIN KARA GÜNÜ" "KAÇ-KAÇ" OLAYININ ACI, HAZİN SONU VE GERÇEK ÖYKÜSÜ... 
 
"Bana milletin kurtuluş yolunda ilk girişim duygusunun bu topraklardan gelmiş olması sebebiyle hemşerisi olmakla övündüğüm bu toprakları kutlarım...”
Mustafa Kemal Paşa 
 
10 Temmuz 1920 tarihinde Fransızlar ve özellikle Ermeniler tarafından Adanalılara uygulanan en korkunç zulüm ve işkence yapılmıştı. Bu olayın tarihteki ismi "KAÇ-KAÇ" tır. (*) 
 
Adanalıların işgal süresince uğradıkları en büyük işkence zulüm ve toplu katliam olayına tarih yazarları, Adana ´nın "KARA GÜNÜ" olarak tespit etmişlerdi.
Bu acı ve hüzün dolu tarihi olayı nefretle anıyor yapanları ve onlara bu konuda destek veren Fransız Milletini de kınıyoruz. 
 
İŞGALİ MÜTEAKİP FRANSIZLAR TARAFINDAN UYGULANAN ERMENİ POLİTİKASI VE FAALİYETLERİ 
 
Ermeniler, yaratılış itibariyle ancak güçlü olanın yanında yer almışlardır. Örneğin, Türklerin Anadolu’ya gelmesiyle, Bizans ´a karşı Türklerin yanında yer almışlardır. Çünkü, Türkler o sırada güçlüydüler ve bu asırlarca böyle devam etmişti. Mondros Mütarekesi ´nden sonra ise, Türkler zayıf duruma düşmüş bulunuyordu. Türk yurdu ucundan kıyısından istila edilmişti. Böylelikle güç başkasının eline geçmiş gibi görünmekteydi. Öyle ise, güçlü olanın yanında yer almaları tabiatları gereği idi. 
 
Ayrıca bir başka husus da; İtilaf Devletleri, Kafkasya ´dan Kilikya ´ya kadar uzanacak ?Büyük Ermenistan? fikrinden vazgeçmeyeceklerini ve böyle bir politikayı da Türklere kabul ettirebilecek güce sahip olduklarını tahmin ediyorlardı. 
 
Diğer taraftan, Fransa ´nın Çukurova politikası başlıca iki doğrultuda kendini gösteriyordu; Ermenilere askeri harekette yer verilmesi ve Çukurova ´nın idari yönden Ermenileştirilmesi. Ayrıca Ermenilerin Kilikya ´daki isteklerini destekleyen Fransa, Adana ve İskenderun bölgeleri üzerinde Ermenilerin tarihi rolleri bulunduğunun kabul edilmesine taraftardı. Fransızlar, Ermeni isteklerini desteklemekle beraber, bu verimli topraklardan ayrılmayı da istemiyorlardı. Böylece o zamanlar Fransa Başkanı Briand da bu hususta şunları söylemiştir. 
 
Adana bölgesi ve Mersin limanıyla, İskenderun, doğal ve mükemmel bir körfez teşkil eder. Buna karşılık stratejik savunmayı sağlayacak dağlar, körfezden bir hayli uzaktır. İşte bu sebepledir ki, askeri tesir sahamızın sınırlarını, Ermenilerin rıza ve istekleri üzerine, daha ötelere götürmek istedik. 
 
TESPİT EDİLEN ERMENİ POLİTİKASI NASIL BİR UYGULAMA İLE GERÇEKLEŞTİRİLECEKTİ 
 
İşgali müteakip Ermeniler, bazı cemiyetler kuruyor ve bu cemiyetler vasıtası ile faaliyete geçiyorlardı. Bu cemiyetlerden biri Gençlik Dernekleri idi. Çukurova ´ya gelen Ermenileri müstahsil duruma getirmek, Türkleri Fransız makamlarına jurnallemek ve gençlerini siyasi cemiyetlerle yetiştirmek yönünden gayret sarfediyorlardı. Sık sık gösteriler düzenliyorlar ve her fırsattan yararlanarak, hülyasını güttükleri Ermenistan krallığının bayrağını çekiyorlardı. Ermeniler bu fırsattan azami derecede istifade etmek ve Fransızların gözüne girebilmek için Türklere karşı tecavüzlere başlayarak, ikinci bir cemiyet olarak da Ermeni İntikam Alayı ´nı kurdular. Bu konuda yazar Ali Sarp: “Adana ´da teşkil edilen Ermeni İntikam Alayı alenen zulüm ve itisaf bayrağını açmış idi. Fakat bu alay kimden intikam alacaktı? Ordu terhis edilmiş, Adana vilayeti kontrol altına alınmış idi. Fransızlarca bu ünvan altında bir alay teşkiline nasıl muvafakat ediyorlardı. Bu intikam alayına ne lüzum vardı. Fakat onların hedefi yalnız Türk Hükümeti, Türk hakimiyeti değildi. Bizzat Türk Hayatına kast idi ve bilhassa onu yaşatmamak, onu boğmak öldürmek idi? demektedir.
Nitekim Ermeni intikam hareketleri Şubat 1919 ´da korkunç bir artış göstermiştir. Fransızlar bile buna tahammül edememişler ve Ermeni Gönüllülerinden bir taburu dağıtarak, 1 Mart 1919 ´da Port Said ´e göndermişlerdi. Ermenilerin vahşiyane hareketleri oldukça hızlı bir şekilde devam etmişti. 
 
O GÜNLERDE POZANTI ´DA YAYIN YAPAN YENİ ADANA GAZETESİ BU ‘KAÇ-KAÇ OLAYI’NDAN ŞU ŞEKİLDE BAHSEDER 
 
Adana ´nın Kara Günü (10 Temmuz 1920)... 
 
Geçen sene Fransızlarla imzalanan mütarekenin nihayet bulduğu günleri takip eden günlerde Fransızlar, ateşlenmiş Ermeniler, gayz ve ihtirasla zavallı İslamların başına bela kesilmişlerdir. Her geçen gün Adana için kanlı bir matem gölgesi bırakıyordu. Kafkas dağlarından gelen haydut ‘Şişmanyan ´ Ermeni kilisesinde bir hükümet tesis etmiş burada sokaklardan toplanan İslamlar bin bir türlü engizisyon cezalarıyla idama gönderiliyordu. Bütün şehri zulüm, felaket doldurmuştu. Sırtlan hisli Adana askeri valisi Fransız Bremond, Adana 1. Fransız Tümen Komutanı General Dufieux cellatlarına emir vermiş memleket kan ve ateşle boğuluyordu. Bu hainlikler gittikçe artıyor. Bu son Müslümanların kalbi zulüm korkusuyla titriyor. Kafile kafile kadın, çocuk yollara dökülmüş şehrin güneyine doğru akıp gidiyordu. 
 
Temmuz ´un onuncu günü şehir bir mezbaha halini aldı. O gaileden yarım saat sonra tertip edilen ihtilal başlamış, şehrin Ermenilerle meskun olan aksamından cehennemi bir ateş açılmıştı. Yollarda, sokaklarda bir çok zavallıların cesetleri yatıyor. Kızlar, kadınlar canlarını kurtarman için yalın ayak, baş açık Temmuz güneşinin kızgın alevleri içinde yükselen, kesif tozlara boğularak akın, akın hicret ediyorlardı. Anasını kayıp eden yavrular, göğsü delinmiş yavrusunun üzerine kapanan ak saçlı analar namusu üzerine titreyen bakirelerle ovalar, obalar dolmuştu. 
 
Hicret başlamış, kanlı eller ufka doğru yükselmiş, sırtlan sadaları bu kafaların arkasından yükseliyordu. Günler geçti. Gülistan gibi kıymetli memleketimiz baykuş yavrularına döndü. Kanlı eller saf-ı Seyhan kenarında yıkandı. Türk hazineleri yağma edildi. 
 
Bu gün hâlâ kulaklarımızda uğuldayan bir çok zehirli sedalar var. “Geliyorlar, doldurdular, Ah namusum, yavrum” bu sözleri her ağız ayrı ayrı söylüyor. 
 
“On Temmuz bilesiniz ne kara gündü, Obalar göç etti, ocaklar söndü, Adana bir yangın yerine döndü,
O günden ruhlarda bir sızı vardır, Şafakta kanların bir izi vardır?” 
 
Birkaç gün sonra dağlar, dereler; aç, perişan, göç selleriyle doldu. Bu sel; orta Anadolu ´ya, Ulukışla’ya, Niğde ´ye, Bor ´a, Ereğli’ye, Aksaray’a ve daha ilerilere kadar uzandı, gitti... 
 
 
 
SONUÇ OLARAK 
 
Türk köylüsünün göçü sadece Ege ve Marmara ile sınırlı kalmadı. Adana’da kaç-kaç yapıldı. Yunanlıların ilerlemesinden yararlanan Fransızlar, Adana ´da Ermenilerle birlikte baskılarını artırdılar. Ardından Türkler, Toroslar ´ın eteklerine çıkarak kenti terk etmeye başladılar. Günlerce süren göç karşısında on binlerce kişi kenti terk etti. Göç edenlerin sayısı 40.000 ´i buldu. Çukurova ve Toroslar ´ın etekleri aç susuz binlerce Adanalı ile doldu. Ve Kaç-kaç yapılırken, yüzlerce Türk katliama uğradı. Kimi çadırlardan ağıtlar yükseliyor, kimisinden de sessiz sessiz hıçkırıklar çıkıyordu. Feryatlar figanlar mahşeri kalabalığın uğultusu gibiydi. 
 
Karacaoğlanların, Dadaloğluların yurdu perişandı. Adanalı kadın, çoluk çocuk canını ve vatanını kurtarmak için Toroslar ´ın eteklerine göç ederken, Ferda Gazetesi ise, Adanalılara karşı gerçekten çok büyük bir ihanet içerisindeydi. Karaisalı ve Belemedik tren istasyonunda gizlice basılan Yeni Adana Gazetesi’nin halkı örgütleyen haberlerine karşı; Fransızların beslediği satılmış Ferda Gazetesi, zor durumda olan Adanalılarla alay etti. Ferda Gazetesi’nin konuyla ilgili yazısı şöyleydi: 
 
Fransızların ve “Kaç Kaç Olayı” suçlusu Kilikyalı Ermenilerin lehinde yayın yapan Ferda Gazetesi’nin başlığı şöyleydi: 
 
“Nereye efendiler?
Adana ´yı kurtaracaktınız, tabana kuvvet kaçıyorsunuz!..” 
 
Bu ihaneti yazan, Milli Mücadele karşıtı bu gazeteler, dönemin en son teknikleriyle ve birinci sınıf hamur kağıtlara basıldı ve elden sokak sokak, ev ev parasız dağıtılarak, havadan ve Fransız uçaklarıyla şehre ve cephelere, atıldı. Ama bu gazetelere halk rağbet etmedi hiç... Yüzlerce yıldır aynı köylerde dostça yaşayan ve aynı tarlalarda kardeşçe birlikte çalışan Türk, Arap ve Ermeni halk; Fransızların kışkırttığı bazı Ermeni çetelerin bu katliamlarına tepki gösteriyordu. Ama ellerinden fazla bir şey gelmiyordu. Ta ki; bölgede başlayan örgütlü Kuvayı Milliye direnişlerine dek…  
 
Ferda Gazetesi, Adana Postası, Rehber-i İtidal gibi ihanet gazeteleri; adeta Fransız işgalcilerin resmi yayın organı gibi görev yaptı. Fransız Adana Valisi’nin sözleri bu gazetelerde manşetten yayımlandı. Bu gazeteler, o sözleri süslü puntolarla manşetlerden verirken; Mustafa Kemal Paşa ve Kuvvayı Milliye aleyhinde, akla hayale gelmeyecek iftiralara devam ettiler aylarca. Fransızların sözü gibi yayın yapan bu şer odağı gazetelere karşın; Pozantı’da basılan ve Kuvvayı Milliye’nin ve Anadolu İhtilali’nin sesi olan Yeni Adana Gazetesi ise; Mustafa Kemal Paşa ve Kuvayı Milliye lehinde yayınları ile halkı bilinçlendiriyor ve örgütlüyordu... 
 
Adanalı Ruhi SU’yun “Kuvayı Milliye Destanı” çığlığına ses veren; Yeni Adana Gazetesi kurucusu Ahmet Remzi Yüreğir’i ve yiğit öteki emeği geçen tüm basın emekçisi kahramanlarımızı ayakta alkışlıyoruz…
 
Kaynak: 
 
BOLKAR ÇIĞLIĞI (Çukurova Kuvayı Milliye Müfrezeleri, 1918-1923), Dursun Özden, Pozantı Belediyesi Kültür Yayını, Mart 2021, Adana, 390 sayfa.
Füsun Akatlı'nın Ruhi Su Kültür ve Sanat Vakfı Yayınları’ndan, 2001'de çıkan "... bir de Ruhi Su geçti" adlı çalışmasından.
-         Emekli Kurmay Albay Ali Maralcan, Necmettin Çelmeoğlu (Yeni Adana Gazetesi, 7 Temmuz 2015).
 
     -    www.dursunozden.com.tr
 
 
Toplam blog
: 157
: 363
Kayıt tarihi
: 29.03.11
 
 

ÖZDEN, Dursun; (d: 21.10.1950, Niğde, Türkiye). Gazeteci, Gezi Yazarı, Şair, Belgesel Dursun Özde..