Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Mayıs '08

 
Kategori
Eğitim
 

Adını Leyla koydum...

Adını Leyla koydum...
 

resim bana ait...


Fıstık yeşili boyanmış, tek katlı, her halinden çok eski olduğu belli olan bir gecekondunun önüne arabamı park ediyorum. Kapıda ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdiğimde her yer hafif karanlık. Oysa henüz hava kararmadı. Evin güneş ışığı almadığını anlıyorum. Alındığım odada bir pencere var, küçük bir bahçeye bakıyor. Ev sahibi lambayı yakıyor. Büyük bir oda, karşılıklı duvarlara birer çekyat konmuş. Küçük bir TV sehpası, küçük bir masa ve yerde halı var. Odadaki bütün eşyalar bunlardan ibaret. Duvarlar masmavi boyanmış, bir tane tablo var, yan duvarda kaldığı için tam göremiyorum, zaten üzerine tutuşturulan küçük resimlerden tablo görünmüyor. Bir asker resmi ilişiyor gözüme. Gururlu, elinde silahı, poz vermiş. Zeminin halıyla kaplı olması ilgimi çekiyor. Bir gecekonduda duvardan duvara halıya hiç rastlamadım daha önce. Yerlerde taş yok diyor ev sahibi, o nedenle halı yaptık. Kapıya yakın olan kanepenin ucuna geçip oturuyorum. Ayaklarım üşüyor, ayaklarımı üst üste koyup ısıtmaya çalışırken bir yandan da soruyorum:

—Eviniz kira mı?

—Evet.

—Ne kadar kirası?

—300 YTL, üç oda bir mutfak.

—Çok değil mi 300 YTL, sobalı, eski bir ev sonuçta.

— Kiralar çok pahalı.

—Köydeki eviniz daha güzel değil miydi? Neden geldiniz?

—Çocuklar için geldik, onları hale yola sokunca köyüme döneceğim. Ne yapayım ben buralarda? Köyümü bırakmam.

—Kaç kişisiniz evde?

— Altı kişiyiz. Büyük kızımı evlendirdim, iki torunum var, evde de üç oğlum ve Leyla.

Leyla benim öğrencim. Geçen yıl sınıfımıza dâhil olmuştu, annesi çalıştığı için veli ziyareti yapamamıştım. Leyla bedensel engelli. Ama bana hiç engeli varmış gibi gelmiyor. Çok saygılı bir çocuktur. Biraz içine kapanık, duygularını paylaşmaktan hoşlanmıyor. Geçen yıl uyum sağlamakta epeyce zorlandı ama bu yıl çok rahat. Her ders parmağını havada gördükçe öyle mutlu oluyorum ki.

Bu arada yanımıza gelen Leyla’ya takılıyorum.” Dikkat et daha fazla kilo alırsan merdivenleri çıkamayacaksın.” Leyla gülüyor. Okulda bir sorun yaşayıp yaşamadığını soruyorum, “Yok öğretmenim” diyor. Annesi de: “Bir sorun yok, sizi seviyor.” diyor. Leyla fazla konuşmuyor, yine çıkıp gidiyor odadan. Arkasından sesleniyorum: “Çoraplarını giyin, ayakların üşüyecek.”

—Okudu mu çocuklarınız?

— Kız ilkokul 5’i bitirdi. Oğlanların büyüğü de öyle. Bir tanesi İmam Hatip Lisesinde yatılı okudu, diğeri halen liseye gidiyor. Tasarım kursuna da yolladık.

—Büyükler neden okuyamadılar?

—Köyde imkânlar fazla değil, ya yatılı gidecek ya da okumayacak. Okutmaya uğraşmadık. Büyükler bize söz hakkı vermedi. Kayınbaba ile kayınvalide karar verdi her şeye. 11 yıl köyde beraber oturduk. Sonra kayınvalide öldü. Çocuklardan ikisi burada amcalarının yanında kalıyorlardı, işe girdiler. Biz de onlar için geldik, başlarında duralım diye.

—Kaç yaşındasın? Eşin?

—48 yaşındayım, eşim de 51 falan olsa gerek. Leyla’yı geç doğurdum biraz.

— Kaç yaşında evlendin?

— Yirmi yaşındaydım.

—Nasıl oldu da yirmiye kadar bekledi baban, genelde köylerde en geç 16–17 evlendiriyorlar kızları.

— Hayvanlar vardı, onlara bakmam için tuttu beni. Sonra da amcamın oğluyla evlendirdi.

—Durumunuz iyi değilmiş, neden beş çocuk yaptınız?

—Allah rızkını verir, rızkıyla doğar dediler.

—Görüldüğü gibi vermemiş, çalışıp çabalamanız gerekiyor.

—Evet, beyim köye gitti. Oradaki bahçeleri ekip dikiyor, ben de kır işine gidiyorum.

—Kaç lira günlüğü?

—Geçen yıl 25 liraydı, bu yıl 28 lira. Sabah 7, akşam 6 çalışıyoruz.

—Peki, Leyla doğuştan mı böyle?

—Evet, doğuştan olduğunu söylediler. Bebekken bir ayağı kısaydı. Beyime söyledim. Geçer, büyüyünce düzelir dedi, doktora götürmedik. Yürümeye başlayınca bir de baktık ki topal. O zaman doktora götürdük, doğuştan dedi. Sonra kızı falan evlendirdik, buraya geldik, o bu derken 10 yaşına geldi hala bir doktora götürmedik.

—Baba bir ameliyattan bahsetmişti.

— Ortopediye götüreceğim, ameliyatla düzelir derlerse yaptıracağız. Buradaki cahiller, elleme çocuğa diyorlar. Ben düzelirse ameliyat olmasını istiyorum.

— Umarım geç kalmamışsınızdır. Leyla evde nasıl bir çocuk? Biraz nazlı gibi geliyor bana.

—Evet, biraz şımarttık onu, her istediği olsun istiyor.

Gündüz hazırladığı birkaç yemeği ikram etmeye çalışıyor, çay koyuyor. İçim daralıyor bir anda. Çıkıp hava almak istiyorum, ancak ayıp olur düşüncesiyle önümdekileri yiyorum.

— Sen hiç okula gitmedin mi?

— Köydeki okul çok uzaktı, babam göndermedi. Bir de okulda olay oldu.

—Okul köyün içinde değil miydi? Ne olayı oldu?

—Köy dağınık, bizim ev okul tarafına çok uzaktı. Okuldaki öğretmen bir kıza baktı diye babam bizi göndermedi.

— Nasıl yani, erkek öğretmen kız öğrenciye mi bakmış?

—Evet, öyle bir şeyler oldu işte. Babam da oğullarını gönderdi bizi göndermedi.

Bu kız çocuklarını okula göndermeyen babaların saçma sapan bahanelerini kaçıncıya dinliyorum, onu düşünüyorum, sonra kendi annem geliyor aklıma. Dedem, annemi saçlarını izinsiz kestirdi diye 3. sınıftayken okuldan almış. Annem okuyacaktım, çok zekiydim der dururdu. Annemin çocuğu yaşındakiler için de durum farklı değil. Günlerce yol gidip, dönüp baktığımızda bir arpa boyu bile gitmiyoruz galiba.

Hiçbir şey yemedin sözlerine aldırmadan kalkıyorum. Bir saat geçmiş, tam çıkacakken iki delikanlı giriyor içeri. Bakışları sert, rahatsız edici. Bu mahallede birçok gençte rastladığım bir bakış bu. Onlar çocuklar gibi değiller, yaşamın diğer yüzünü görüyorlar ve kendi yaşamlarına isyan ediyorlar. Onlar gibi olmayanlara yöneltilen sert bakışların kaynağı bu olsa gerek. İyi akşamlar diliyorum. Onlar geldiği için kalktığımı sanıp biraz bozuluyorlar. Leyla’yı öpüp çıkıyorum. Arabama atıyorum kendimi. Dejavu gibi, aynı anları o mahallede defalarca yaşadığım halde, yine engel olamadığım bir iç sıkıntısı ile yola çıkıyorum. Köy yoluna girdiğimde fark ediyorum etrafımı. Oraya kadar nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. Dün yağan yağmurdan sonra her yer yemyeşil, enginar tarlalarının kıyılarını kırmızı gelincikler süslüyor, yavaşlıyor, dışarıyı izliyorum bir süre.

Yarın Leyla daha farklı gözlerle bakacak bana biliyorum. Artık paylaştığımız bir sırrımız var, onların evini biliyorum ben, evlerinde oturdum, çaylarını içtim, annesiyle konuştum. Öğretmenim bize gelmedi diye üzülmeyecek artık. Leyla’yı bekleyen gelecekten korkuyorum. Düşündükçe içim daralıyor. Geçen gün rehberlik dersinde anlattıklarını hatırlıyorum. “Köydeki çocuklar bana hep topal derlerdi. Beni oyunlarına almazlardı. Çok üzülürdüm.” Onu hiç kimsenin üzmesini istemiyorum.

Biliyorum, bu toplumda engelli olup, engeliyle mutlu yaşamak ne kadar zor. Çünkü engel normal görünenlerin beyninde başlıyor. Önce bu engeli tedavi etmeliyiz.

(Öğrencimin gerçek adı Leyla değil, adını ben koydum.)

 
Toplam blog
: 111
: 5210
Kayıt tarihi
: 11.12.07
 
 

1997 yılında öğretmenliğe başlamış bir mühendisim. Bir oğlum var. Çocukları ve yaşamı seviyorum. ..