Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Eylül '08

 
Kategori
Siyaset
 

Afrika'da açlık ve kapitalizm

Afrika'da açlık ve kapitalizm
 

bir afrikalı


AFRİKA'DA AÇLIK VE KAPİTALİZM (10 sayfalık makalemden alıntı olup, Sadeleştirilmiştir) 

İnsanlığa hizmet için var olan bilim, teknoloji ve sanayinin gelişmesine paralel olarak problemlerin azalması beklenirken, tam tersine insanlığın tümü için kullanılması gereken kaynakların sürekli tüketildiği, eşitsizliklerin ve ayrımların keskinleştiği, doğanın yok edildiği, emeğin göz ardı edildiği, değerlerin yok sayıldığı bir dünyayla karşı karşıyayız. Üstelik küreselleşme sürecinde çözüm yerine problem üretiliyor ve bireylerin bilinçleri yok edilerek yapay reçeteler çözümmüş gibi sunuluyor. Terör, savaş, şiddet, işsizlik, açlık, eşitsizlik vb. sorunlar zincirleme bir seyir izleyerek tüm zayıf düşmüş / düşürülmüş toplumları derinden etkilemek konusunda hız kesmiyor. Kapitalizmin etkisinin ve payının yadsınamayacağı ‘açlık ve yoksulluk’ çıkmazı da, tahribatı, aciliyeti ve insanlığın tarihine düşülen kara bir leke olması bakımından küreselleşmenin getirdiği problemlerin başında geliyor. 

Afrika tarihini incelediğimizde, sömürgeciliğin en ağır boyutlarını, insanlara zulmü, köle ticaretinin amansız yanlarını, toplu katliamları, açlıktan ölen yığınla insanı, toplu mezarları, salgın hastalıkları, doğanın emperyalist birey ve kurumlarca bozulduğunun net bir fotoğrafını, ırkçılık politikalarını, kapitalizmin dayattığı ve şüphesiz insanlık tarihine yakışmayan bir yığın olayla karşılaşmaktayız. Sömürgeci güçlerin, Afrika insanını gruplar halinde gemilere doldurup köle olarak Avrupa'ya ve Amerika'ya taşıdığı dönemden bugüne anlayışında, -özgürlük ve insan hakları konusunda nutuklar atsa da- en ufak bir değişiklik emaresi yoktur. Afrika'da bugün yaşanan açlık, kıtlık ve her anlamda kuraklığın sebebi, emperyalist ülkelerin sömürge politikalarıdır. Batı bugün Afrika insanının açlığını da kendi lehine, kendi çıkarlarını yürütebilmek için ve kuşkusuz önemli bir propaganda malzemesi olarak kullanmaktadır. 

Çağımız, insanlık tarihinin en derin çelişkilerinin yaşandığı en akıldışı çağdır. Kapitalizm bir yanda inanılmaz bir zenginlik diğer yanda ise ölümcül bir yoksulluk üretiyor. Dünya Bankası ve Dünya kalkınma raporu verilerine göre; 

· Dünya nüfusunun yarısı, yani 3 milyardan fazla insan günde 2 dolardan daha az, 1, 5 milyar insan da 1 dolardan daha az bir gelirle “yaşıyor”. Buna karşılık dünya nüfusunun yüzde 10’u, hiçte adil olmayan bir şekilde dünya toplam gelirinin yüzde 70’ini alıyor. 

· 800 milyon insan aç yaşıyor. Yılda 11 milyon çocuk açlıktan ölüyor. 

· Afganistan’da günlük ortalama gelir 44 cent, Etiyopya ve Kongo’da ise 27 cent. 

· Doğu Asya ve Pasifik ülkelerinde yaşayan 267, 1 milyon kişi, Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkelerinde yaşayan 17, 6 milyon kişi, Latin Amerika ve Karayipler’de yaşayan 60, 7 milyon kişi, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşayan 6 milyon kişi, Güney Asya’da yaşayan 521, 8 milyon kişi, Sahra altı Afrika’da yaşayan 301, 6 milyon kişi, günde 1 dolardan daha az gelirle yaşamını sürdürmeye çalışıyor . 

Bugüne kadar Dünya Bankası’nın yokluk ve yoksullukla mücadele adına ileri sürdüğü tezi şuydu: Gelişmekte olan ülkelerde “zengin kesimden alınan vergiler azaltılacak” böylece yatırım ve istihdam artacak, uzun dönemde yoksulluk ortadan kalkacak! Yani yoksulluğu ortadan kaldırmanın yolu zengini daha zengin, daha güçlü, kontrol edilemez hale getirmek; bu sistemde olması gereken fakiri de, nesne konumunda indirgeyerek, kanının son damlasına kadar sömürmek, araçsallaştırmak, emeğini hiçleştirmekti. Bu öneriler kapitalist rejimler tarafından uygulanıyor, ancak düşünülen ekonomik refah yani yatırım ve istihdam artmıyor. Ekonomik refah tüm topluma nüfuz edemiyor. Zaten nüfuz sahibi olan güçlerin etkisini ve etki alanını; diğer bir deyişle emeğinden başka hiçbir fonksiyonu kalmayan kesimin etkisizliğini arttırıyor. 

Afrika bugün insan ürünü felaketlerle; açlık, kıtlık, hastalıklar, etnik çatışmalar, savaşlarla boğuşuyor. Toptan bir çöküşü ve yok oluşu yaşıyor. Koca kıta adeta "insansızlaşıyor". Coğrafyasından ve doğasından kaynaklanan tüm avantajlarına rağmen "insanların en son yaşayabileceği yer" olma konumuna itildiğinden dolayı hayalet bir kıtayı andırıyor. Afrika denince ilk algılayış, çözümsüz-yığınla sorun… Ancak insanın insana yaptığının sorumluluğunu bugün aynı insanlardan oluşan devletler ve devletlerin oluşturduğu uluslararası kuruluşlar üstlenmiyorlar. Afrika ne yazık ki bu teknoloji ve bilgi çağında, uygar dünyanın nimetlerinden yararlanamıyor. Hala iç savaşla, açlıkla ve yüzyıllar öncesinde kalmış salgın hastalıklarla mücadele ediyor. Modası geçmiş çözüm önerileri ve gösteriş kokan, emperyal güçlerin suçlarını örtbas niteliğindeki yardımlar hiçbir şeyi değiştiremiyor, düzeltemiyor, yoktan var edemiyor. Çünkü Afrika bugün yok oluşu iliğine kadar yaşıyor. Afrika’yı talan ve yağmanın getirdiği nokta, aslında insanlığın tarihine düşülmüş ne ilk, ne de son kara noktadır. 

Kapitalizm eşitsizlikleri, farklılıkları sivriltti, belirgin hale getirdi; açlığı ve yokluğu katladı yorumu acımasız, kanıtsız ve haksız bir tez olamaz. Üretimin sonuçlarına bakmayıp, alt yapısını hazırlamayıp, sömürme mantığı ile her seferinde kar ve daha da fazla kar güdüsüyle hareket eden bir sistemin, yarattığı tahribatın etik ve maddi zarar yönünü göz önünde tutmasını beklemek akılcı olmayacaktır. Irak ve Afganistan’a özgürlük ve demokrasi götürme sevdasındaki güçlerin, Afrika’ya duyarsız kalmalarındaki neden, Afrika’daki sömürü mekanizmasının artık yavaşlaması, kaynakların ve işgücünün tükenme noktasına gelmesi ve artık Afrika’daki “denizin” bittiğinin anlaşılmasıdır. Küresel sermaye ve emperyalist güçler artık karı yüksek, verimi yüksek, bol alıcısı olan pazarları, kısacası “yükte hafif pahada ağır” bir anlayışı benimsediğinden Afrika’ya özgürlük, demokrasi, medeniyet götürme kaygısında değildirler. Afrika’ya özgürlük götürmenin bedeli küresel güçler için maliyetlidir ve bildiğimiz gibi kapitalizm maliyeti az, karı çok, getirisi yüksek alanlara yönelir. Kapitalist düzen, “en yüksek sayıda kişinin mutluluğu, herkese özgürlük, herkese hukuk” masallarını bir kereliğine(!) delmekte sakınca görmez! Oyunun senaryosunu kendi yazmıştır, güçsüz insanları nesne olarak görüp, hiçte oynamak istemedikleri bu oyuna sorgusuzca dahil etmiştir. Önemli olan, rasyonel olan çarkın işlemesidir. Yarattığı sorunlar, sebep olduğu yıkım iyimser bir yaklaşım gösterirsek ikincil derece öneme sahiptir. 

Afrika halkı çağdaşlarından çok farklı bir hayat sürmektedir. Afrika, geçmişte insanlığın yaşadığı acıların somutlaşmış, sembol halidir. Kuşatılmış, yıllar yılı ezilmiş, sömürülmüş, değerlerinden çalınmış, yapay savaşlara, doğanın en sert tepkisine maruz kalmıştır. Günümüzde bu yoksullaştırılan kıta sıfırı tüketmekte, eskiye rağbet olmadığı için de gelişmiş ülkelerin yardım ve ilgilerini üzerine çekememektedir. Sömürü düzeninin, talan ve yağma sisteminin, değerlerdeki çürümenin, etik eksikliğinin en olumsuz sonuçları yaşamıştır. Medeniyetin, demokrasinin, eşitliğin, özgürlüğün nimetlerinden hiç tatmak bir yana; dünyevi nimetlerden tatmanın kaygısı ve savaşımı içerisindedir. Afrika’nın mimarları, yardım konserleriyle, hayır geceleriyle, topladıkları para, eşya, giysi, ilaç ile sadece yaranın yüzeydeki kısmına lokal bir çözüm getirmektedirler. İleri çözüm getiremezler, çünkü ileri çözüm bu sistemin yok oluşuyla bağlantılıdır. ABD’nin, AB’nin ve diğer sömürgeci devletlerin “çıkar ve gücü elinde tutma salgını”, ne yazık ki Afrika’nın “kolera, aids, tifo, veba” salgınından çok daha birincil ve vazgeçilmez niteliktedir.

(Not: Yorumlarınızı kendimi geliştirmem açısından önemli görüyorum. Lütfen yorumunuzu ekleyin.) 

 
Toplam blog
: 15
: 623
Kayıt tarihi
: 18.08.08
 
 

1983 İstanbul doğumluyum. KOU Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümü mezunuyum. Bankacılık ve finans..