- Kategori
- Gündelik Yaşam
Ahilik Haftası ve birkaç not
Fetâ Ahmet Baba Türbesi: Harput
Ahilik Haftası kutlamaları, her yıl Ekim ayının ikinci Pazartesi günü başlar ve yedi gün sürer. Bu seneki kutlamalar 13 Ekim Pazartesi (dün) başladı, Hafta sonuna kadar (17 Ekim Pazar) devam edecek.
Ahilik Haftası hakkında Türkiye esnaf ve zanaatkârların temsilcisi yarı sivil toplum örgütlerinin (http://www.tesk.org.tr/ , http://www.kobinet.org.tr/ ve http://www.tobb.org.tr/ ) WEB sayfalarında küçücük bir habere dahi yer vermemiş olmaları Ahilik Kültürüne ve bu kültüre ait değerlere ne kadar yakın (!) olduklarını göstermesi bakımından oldukça düşündürücü.
Önemli bir etkinliği ilgililerine buradan biz duyuralım:
Kırşehir Valiliği, Kırşehir Belediyesi, Ahi Evran Üniversitesi ve Kırşehir Es. ve San. Odaları Birliği’nin ortaklaşa düzenledikleri “I. Uluslararası Ahilik Kültürü ve Kırşehir Sempozyumu: 15-17 Ekim 2008” Kırşehir Grand Hotel Terme tesisinde yapılacak.
Fütüvvet
Temelini Fütüvvet ülküsünün oluşturduğu Ahilik, XIII. yüzyılda Anadolu'da kökleşmiş olan mesleki, dini, ahlâki bir Türk Esnaf Birliği kuruluşudur. Toplumun her kesiminden insanların, gönül ve güç birliği ile insanlık hizmetine çalıştığı, hizmet edenlerle edilenlerin haklarını koruyan bir yaşam biçimidir.
Delikanlı, yiğit, eli açık, iyi huylu anlamındaki “Fetâ" kelimesinden türemiş olan Fütüvvet, sözlükte; "Soy temizliği; Mertlik, Gençlik, Yiğitlik, Delikanlılık; Cömertlik, Eli açıklık“ anlamlarına gelmektedir.
Cahiliyye devrinde Hz. Peygamberin (s.a.) de içinde yer aldığı “<ı>Faziletlilerin Toplantısıı> (yemini)” anlamına gelen “Hılfü’l-füdûl”, Fütüvvetin bilinen ilk sosyal cemaati olarak kabul edilmektedir.
Fütüvvetin dört temel ilkesini Hazreti Ali’nin şöyle açıkladığı rivayet edilir:
· Güçlüyken affetmek,
· Hiddetli iken hilmiyyet (yumuşaklık) göstermek,
· Muhtaçken bile başkalarına vermek.
· Düşmanına bile iyilik etmek...
Fütüvvet, tasavvuf ehli tarafından yazılan fütüvvetnâmeler ile prensiplere, usul ve kaidelere bağlanmıştır.
Yazılı ilk Fütüvvetnamelerden biri olan Tuhfet-ül-Vesâyâ (Vasiyetlerin armağanı) Harputlu Nakkaş İlyas oğlu Ahmet tarafından yazılmış ve Abbasi Halifesi Ahmed Nâsır Lidinillah’a (İktidarı dönemi: 1180-1225) sunulmuştur. Halife tarafından çoğalttırılıp yayınlanmış olan bu eserin orijinal nüshası bugün, Vatikan Kütüphanesi’ndedir.
Eserin yazarı Harputlu Nakkaş İlyas oğlu Ahmet’in mezarı ise Harput’ta ve adı kuşaktan kuşağa “Fetâ Ahmet Baba” adıyla intikal ettirilen türbe olmalıdır. Ne yazık ki birkaç yıl önce, hiçbir bilimsel dayanağı olmayan bir varsayımla (biraz da, hamaset düşkünlüğünden olsa gerek), bu türbenin ismi “Fatih Ahmet Baba” olarak değiştirilmiştir. Oysa Harputlular, “Fetâ” ile “Fatih” kelimelerinin anlam ve telâffuz farkını bilecek kadar münevver bir topluluktu (bkz: Fetâ Ahmet Baba Türbesi: Harput). Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bu konuya açıklık getirilmesi yönünde girişimlerde bulunmasını ümid ediyoruz.
Fütüvvetin Temel İlkeleri
· Allah’tan başkasına kul olmamak,
· Haramdan uzak durmak,
· Dürüstlük,
· Samimiyet ve sadakat,
· Cömertlik,
· Alçakgönüllülük,
· Hürmet,
· Merhamet,
· İyi kalplilik,
· Geçimli olma,
· Sürekli Gelişme ve Yenilenme.
Fütüvvet ehli olabilmek için fütüvvetnamelerde, yukarıdaki temel ilkeler çerçevesinde 100’ün üstünde kurallar öngürülmüştür. Yemekte, su içmekte, söz söylemekte, oturmakta, yürümekte, elbise giymekte, evden çıkmakta, eve girmede; mahallede, pazarda, alış-verişte, eve bir şey getirmede, misafirlikte, hasta ziyaretinde... gibi daha nice konularda, detaylı görgü kural ve kaideleri sıralanmıştır.
Fütüvvetin bu ilke ve kuralları, Ahiliğin de ilke ve kuralları olarak aynen kabul edilmiştir.
Ahîliğin Doğuşu
XII. asırda Anadolu kentlerinde yaptıkları abidevi eserlerle (Buhara ve Belh’ten sonra) Ahlat’a “Kubbet ül-İslâm” dedirten bu yörenin mimar ahileri olmuştur.
XII. Ve XIV yüzyıl Ahlat mezar taşları ve kümbetler ünlü Ahi ustalarının imzasını taşımaktadır.
Anadolu Selçuklu Medeniyetinin ihtişamını ebedileştiren Konya, Kayseri, Sivas, Erzurum, Erzincan kentlerindeki muhteşem mimari yapılar ile yol boylarındaki hanlar ve hamamlar, devrin mimar ve usta ahilerinin eserleridir.
Anadolu Selçukluları Devleti'nin kuruluşunu takip eden ilk 150 yıl içinde Anadolu'da telif edilen eserlerin hemen tamamı tıp, astronomi, matematik, felsefe gibi aklî ve tabiî ilimlere dairdir.
Bu devrede Anadolu'da aklî ilimlerle ve bilimle uyumlu ve hatta tabiatı ve eşyanın sırlarını inceleyip araştırmaya esas alan bir duyuş ve düşünüş biçimi “âfakîlik” (günümüzdeki karşılığı; Yaratıcılık ve Yenilikçilik) oluşmuştu.
Artuklular Devri bilgini Cizreli İsmail bin Er-Rezzaz (1205) ''el-Cem’i beyne'l-ilm ve'l-amel'' (ilim ile amelin birleştirilmesi) adlı eserinde ellinin üzerinde otomatik makinelerin projesini çizerek yaratıcılığın ve yeniliğin; diğer bir ifadeyle ilmin amele dönüştürülüşün örneklerini vermiştir.
Ahî Evran-ı Veli
Anadolu Ahi teşkilatlarının kurucusu ve debbağların piri Ahi Evran-ı Veli diye ünlenen Mahmud bin Ahmed (1171-1262) ve Ahi Başara, Türkmen olup Van’ın üç konak mesafe doğusundaki Hoy’da doğmuşlardır. Doğduğu kasabanın adından dolayı Mahmud bin Ahmed, “Hoyî” lâkabı ile anılmıştır.
Mahmud bin Ahmed Hoyî’in künyesi, hakikatların dostu anlamında “Ebu’l Hakâyık”; lâkabı ise İslâma ve müslümanlara yaptığı hizmetlerden dolayı “Nâsırü’d-din” dir.
Fetâ Mahmud bin Ahmed Hoyî, kemâlât için gittiği Horasan‘da ünlü İslâm âlimi Fahreddin Râzi'nin eğitim halkasına katılır, şer’i ilimleri öğrenir ve ondan feyz alır. Tasavvufî terbiyesini ise Hoca Ahmet Yesevî dervişlerinden alır. Fütüvvet nizamının mârifet pîri Şehabeddin Sühreverdî’den istifade eder.
Ahi Evren, davet üzerine hocası Evhad'ud-Din Hâmid ve Muhyiddin İbn-i Arabî ile birlikte Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus (1211-1219) döneminde Konya’ya gelir.
O devirde Konya Selçuklu Devleti, İslam alimlerinin ve bilim adamlarının adeta toplanma merkezidir.
Konya’da kaldığı süre içinde Mevlâna Celaleddin, Sadreddin Konevî ve diğer alimlerle sohbetlerde bulundu. Hocasının kızı Fatma Hatun ile evlendi.
Bir tasavvuf ehli ve bir ahî olan Nasreddin Mahmut el Hoyî, şeyhi Evhad'ud-Din Hâmid ile birlikte bütün Anadolu’yu dolaşarak Ahî teşkilatlarının kurulmasına öncülük etti. Şeyhinin ölümünden sonra da Ahiliğin pîri ve şeyhi oldu.
O tarihten günümüze kadar Mahmud bin Ahmed Hoyî, AHÎ EVRAN-I VELİ olarak anılacaktır.
Ahîliğin Temel Amacı
Ahiliğin temel amacı; mensuplarına atölye veya tezgâhta san’atı, zaviyede güzel ahlâkı öğreterek topluma “İyi ahlâklı üretken insan” yetiştirmek ve bunların geleceğini garanti altına almaktır. Bu sayede:
· Üst düzeyde üretim gerçekleştirmek,
· Üstün kalitede mal ve hizmet üretmek,
· Tüketici haklarını ve hayatını korumak,
· Üreticilerin eğitimi ve bilgi paylaşımını sağlamak,
· Toplumun ekonomik ve sosyal yaşamını geliştirmek,
· Lüzumu halinde yurt savunmasına katılmaktır.
Coğrafyacı gezgin İbn-i Batuta (1304–1369) Anadolu’yu gezip Ahi teşkilatlarını tanıdıktan sonra; “Ben dünyada ahilerden daha nezaketli, kibar ve anlayışlı kimse görmedim.” Demiştir.
Ahîlik Felsefesi
Ahilik:
· Ahlâk,
· Eğitim ve Bilim,
· Teşkilatlanma,
· Kalite ve Standard,
· Üretici ve Tüketici İlişkisi
· Denetim.. vb.
konularda, yaşadığı dönemin toplumsal yapısını düzenlemiş bir sistemdir; bir yaşam biçimidir.
Ahî olan kişinin üç nesnesi açık, üç nesnesi de bağlı olmalıdır: Gönlü, kapısı ve eli açık; gözü, dili ve beli bağlı olmalıdır.
Ahi Evran-ı Velî’nin Şahsiyeti ve Fikirleri
Ahi Evren’in şahsiyeti ve fikirlerinin oluşmasında etkili olan faktörler şu şekilde sıralanabilir:
· Türk Akılcılık Geleneği,
· Fütüvvet Yaşam Biçimi,
· Yesevî Tarikatı,
· Fahrettin Razî'nin tedris halkası ve
· Kayınpederi Evhad'ud-Din Hâmid.
Ahi Evran-ı Velî’:
Zaviyelerinde ahilere ve özellikle genç ahilere milli ve manevi terbiye veren bir pedegogdur.
Sanayi siteleri, çarşı-pazar kuran, bireylerin meslek sahibi olmaları için ömrünü harcayan bir müteşebbistir.
Halk kültürünü nesilden nesile aktaran, görgü kurallarını, centilmenliği ve insanlarla ilişkilerdeki temel doğruları anlatan bir öğretmendir.
Ahilere genel kültüre ait zenginlikleri kazandıran misyon adamıdır.
Eşini “Anadolu Kadınlar kurmaya teşvik eden mükemmel bir eş ve bir liderdir.
Düşmana karşı milleti direnmeye çağıran vatansever bir askerdir. ...ve nihayet O;
Hacı Bektaş-Veli gibi, Edebâli gibi; Ertuğrul Gazi, Orhan Gazi, Murat Hüdavendigâr gibi bir Ahîdir.
“O, akla yâr, nefse düşmandı.
Dini, eteği ve yaşayışı temizdi.
Verdiği terbiye ve bilgiler cesede candı.
O, ahîlere ve beylere sultandı.”
İbn-i Batuta
Ahî Evran-ı Velî ve İlim-Amel Fikri
Ahi Evren; ilmin amelden önce geldiğini, ilimsiz amelin fayda saylamayacağını, kişinin ilmini uyguladığı ölçüde makbul insan olacağını savunmaktadır.
Bir başka yerde de insan ruhunda teorik ve pratik güçler bulunduğunu, bu iki gücün birlikteliğini vurgulayarak, ilimle oluşan ruhtaki irade ve kudretin pratik gücü meydana getirdiğini ve bunun iş ve üretime yönlendirilmesi fikrini savunmaktadır.
Ahî Evran-ı Velî ve Cihad Fikri
XIII. Yüzyılda Moğol istilası İslam aleminin üstüne bir kâbus gibi çökmüş, önüne kattığı ulema, esnaf, sanatkar ve tüccarlar Anadolu’ya yığılmaya başlamıştı. İstilânın Anadolu’yu da içine aldığı dönemlerde (1243) başta Ahî Evren olmak üzere bütün Ahîler diğer Türkmenlerle birlikte putperest Moğol istilasına ve Moğol yönetimini benimseyen yönetimdeki Farsî unsurlara karşı direnmişlerdi.
Ahilerin gösterdikleri direnç ve ayaklanmalar, Moğollar tarafından ya da yandaşları Fars kökenli yöneticiler tarafından şiddetle cezalandırılmış, hemen her ilde ahiler büyük katliâmlara uğratılmıştı.
O dönemlerde tutuklu olduğu Denizli’den Konya’ya gelen Ahi Evren, burada Moğol yanlısı bir tavır takınmış olan Mevlevîlerin tepkileri karşısında, Kırşehir'e gidip oraya yerleşir. 1262 senesindeki Kırşehir katliâmında 93 yaşında iken şehit edilir.
Katliamdan kurtulan Anadolu esnaf ve sanatkârları, Moğol kıyımının ulaşamadığı uçlara gitmişler ve Anadolu’yu adeta boşaltmışlardır. Ahilerin çekilmesi ile aklî ilimler tamamen himayesiz kalmış ve Anadolu, hızla mistik ve karamsar bir yapıya bürünmüştür.
Nitekim özellikle bu dönemde ve sonra takip eden bütün dönemlerde Anadolu’da telif edilen eserlerin büyük ekseriyeti, tasavvufî ve edebî eserler olmuştur.
Anadolu, Selçuklu döneminde sahip olduğu bayındırlık ve kültür düzeyine bir daha asla ulaşamamıştır. Sonraki dönemlere ait herhangi bir kültür ve sanat eserine Anadolu’da rastlanmaması bu gerileyişi teyid etmektedir.
Sonuç olarak Ahî Evran;
Anadolu’da esnaf ve sanatkârları ve eşlerini fütüvetnamelerde ifade edilen temiz ahlâk, fazilet ve inançla birleştirerek teşkilatlanmaya sevk etmiş; kurduğu teşkilatlar sayesinde Türk-İslam kültürü kişilik bulup, Avrupa medeniyetini asırlarca derinden etkilemiştir.
Devrinde Ortaçağ Avrupalı yazarları Anadolu için “<ı>Efsanevi zenginlikler ve hazineler diyarıı>...” demişlerdir.
“Malı olmayana er değildir demem.
Adı olmayana da var demem.
Yiğit dediğin kimsenin dünyada adı kalır.”
Ahi Evran-ı Veli
Bekir Ali
KAYNAKÇA:
ÇALIŞKAN, Y. - İKİZ, M.L.: Kültür, San’at ve Medeniyetimizde Ahilik. Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara: 1993.
ŞİMŞEK, M.: Ahilik; TKY ve Tarihteki Bir Uygulaması. Hayat Yayınları No:134, İstanbul: 2002.
TABAKOĞLU, A.: Türk İktisat tarihi. Dergah Yayınları no:122. Birinci Baskı, İstanbul: 1986.
Siteler:
http://www.ahilik.gen.tr/
http://www.ahilik.net
http://www.ahilik.gazi.edu.tr
http://ahilikvakfi.org
http://www.kirsehir.gov.tr